RASKOL
Doğukan Özdil

RASKOLNİKOV DA SEVER

Suç ve Ceza, bir cinayet romanı. Polisiye ruhu barındırmakla birlikte, bu ruhtan ibaret değil. Bir cinayetin düşünsel, psikolojik ve toplumsal boyutlarını işleyen, yüz elli sekiz yaşında bir klasik bu. Başka bir açıdan bakıldığında “öteki”nin hikâyesi.

Yirmi üç yaşında, hukuk eğitimini yarıda bırakmış, yoksul bir genç Rodion Romanoviç Raskolnikov. Yoğun düşüncelerle ve yalnızlık içinde geçirdiği aylar boyunca bir teori geliştirmiştir. Buna göre insanlar ikiye ayrılır: Sıradanlar ve olağanüstüler. Sıradanlar, insanlığa verecek yeni bir şeyi, düzenin sürdürmek ve insanlığın soyunu devam ettirmekten başka bir işlevi olmayan, kendilerine verilen kanunlara, törelere boyun eğmeye mecbur, aşağı insanlardır. Raskolnikov bunlara “Bugünün efendileri” der. Olağanüstülerse insanlığa sunacak yeni düşünceleri olduğu ölçüde kanunlarla, törelerle sınırlanamayacak kişilerdir; “Yarının efendileri”dir bunlar. Önemli amaçları doğrultusunda suç işleme hakları vardır. Bu hak onlara altın tepside sunulmaz elbette. Onlar suçu işler, sonuçlarının altından kalkar ve arkalarına bile bakmadan yollarına devam ederler. Raskolnikov böyle insanlar için tarihten örnekler verir, özellikle Napolyon’un üstünde durur. Suç işlediklerinden değil, ama işleme hakları olduğu için bazı bilim insanlarının, mucitlerin isimlerini de öne sürer. Raskolnikov kendini bu üstünlerden sayar ve bu inancının doğruluğunu ortaya koymak için onu bir sınavdan geçirmeye kadar verir. Suç ve Ceza’nın hikâyesi, bu sıralarda başlar. Daha giriş bölümünde Raskolnikov, bir “bit” olarak nitelediği tefeci bir kadını ve onun, yanlış zamanda yanış yerde bulunan kız kardeşini bir balta kullanarak öldürür. Evden değerli eşyalar ve bir miktar para çalar. Mesleki yükselişine, çaldığı paralar sayesinde güçlü bir başlangıç sağlamayı hedeflemektedir.
Hikâyenin devamı umduğu gibi olmaz; arkasında kanıt bırakmaması ve çevresinde ciddi bir şüphe uyandırmaması sayesinde son anlara kadar fiili alarak zor duruma pek düşmez ama onu zorlayan başka bir şey vardır artık: Raskolnikov, o küçümsediği, alaya aldığı “sıradanlar”dan pek de farklı olmadığını, acı deneyimler ve iç hesaplaşmalarla keşfettiği bir yolculuğun içindedir. Teorisinden vazgeçmeye niyeti olmasa, hikâyenin sonunda vicdan mahkemesinden beraat edemez ve mecbur olmamasına rağmen suçunu itiraf edip, tutuklanır.

İyi de Rasloknikov’a, insanları bu şekilde iki sınıfa ayırmaya, kendini üstün sınıftan saymaya en başta iten şey neydi? Yoksul ve aydın olması, dizginleyemediği gururu, buna katkı sağlamış olabilir, yine de o, bu durumda olan tek genç değil dönemin Rusya’sında. (Dostoyevski, Raskolnikov’a dair siyasi bir aidiyet imasında bulunmaz, yine de o, romandaki ifadelerle, pratik hayattan kopuk yaşayan ve soyut düşüncelerin içinde kaybolmuş, dönemin ilerici gençliğinin bir üyesi gibidir.) Öyleyse onun zihni, bu türden bir düşüncenin kök salıp yeşerdikten sonra, meyve verene dek olgunlaşabileceği bir toprak olma özelliğini nereden alıyor?
Raskolnikov, romanın ilk bölümünde, hastalıklı bir haldeyken bir düş görür; çocukluğundan bir anıdır bu. Yedi yaşındaki Raskolnikov, bir kısmı yaşlı ve zayıf bir ata vahşice işkence yapan, kalan kısmı bu olayı eğlenerek seyreden bir grup insana rast gelir. Atın sahibi “Mal benim değil mi, istersem gebertirim,” demektedir onu acımasızca döverken. Diğerleri adamı kışkırtıyor, öfkeden deliye dönüşünü kahkahalarla seyrediyordur. O sırada babasıyla olan Raskolnikov, acı duyarak seyreder bu manzarayı, babasına sorar, “Bunu niye yapıyorlar,” diye. Sonunda dayanamaz, gözyaşları içinde bu vahşilerin önüne atlar, onlara engel olmaya çalışır ama kimse duymaz onu, kimse umursamaz. Küçük Raskolnikov, “sıradanlar”ın kabalığı ve acımazlığı karşısında çaresiz kalmayı çocuk yaşta belki ilk defa, böyle iz bırakan bir biçimde deneyimler. At daha fazla dayanamaz, yara bere ve kanlar içinde can verir. Raskolnikov ne kaçabilmiştir bu dehşetten ne de engel olabilmiştir ona. Her şey bittiğinde ölü hayvana sarılır, kanlar içindeki gözlerini, dudaklarını öper. Babası tutup çıkartır onu kalabalığın içinden, oradan uzaklaştırır, ama bu tanıklığın travması, görünüşe göre hayatının geri kalanında Raskolnikov’un peşini bırakmaz. Böyle bir anının ona musallat olması, Raskolnikov’un ruhuna dair ipucundan fazlasını sunar. Altı sayfada anlatılan bu rüyayla, Raskolnikov’u birden tanıyıveririz.
Raskolnikov, cinayet sonrasında bu işin altından kalkabileceğinden şüpheye düştükçe kendine kızar; yeterince zeki, yeterince becerikli olmadığı için. Oysa onun beceriksiz ve aptal olmadığına roman boyunca tanık oluruz; sorunu bu değildir. Zorlanmasının başka bir sebebi vardır, özendiği türden insanların sahip olduğu önemli bir özellikten yoksundur Raskolnikov: İnsanları sadece birer “kelle” olarak görüp, gönül rahatlığıyla kaderine terk edebilme becerisi. Onun vicdanı vardır. Ailesini yoksulluktan kurtarmak için sevgi duymadığı, çirkin karakterli, zengin bir adamla evlenmek üzere olan kız kardeşine sahip çıkar; meyhanede tanıştığı ayyaş Marmeladov’un yoksul ailesine, onun ölümünden sonra cebindeki son parayı çıkartıp verir; şövalye ruhludur, sokakta peşine zengin bir adamın takıldığı sarhoş, belki uyuşturulmuş, neredeyse bilinçsiz, savunmasız küçük bir kıza bekçilik yapar, onu adamdan korur. Çok sonra, romanın sonunda öğreniriz ki öğrenciyken, yoksul ve veremli bir arkadaşına altı ay boyunca maddi yardımda bulunmuş, o ölünce hasta babasını hastaneye yatırmış, o da ölünce cenaze masraflarını üstlenmiştir. Bundan başka, yanarak yaralanmak pahasına, iki çocuğu yangından kurtarmıştır.
Raskolnikov, ince ruhlu bir insan. Bu yüzden belki de “sıradanlar”ın kaba ve acımasız dünyasına ait olamıyor; onu bir “öteki” olarak düşünüyorum. Psikolojik acı çekiyor. Sinirli biri ve hatta, hastalıklı görünen bir duygusal yapıya sahip. Dengesiz; sağı solu belli değil. Bu hali her ne kadar cinayetle ilişkilendirilse de da onun başka zamanlarda da farklı olmasığını, diğer karakterlerin söylediklerinden çıkarabiliyoruz. Bir genç bir topluma fiilen aitse ama ruhen ait olamıyorsa, okur-yazar, entelektüel, birazda gururlu biriyse, bu derin ve yaralayıcı uyumsuzluğu nasıl açıklamayı tercih eder? Benzemediği -ya da en azından öyle inandığı- insanların kuşatması altında olduğunu hisseden aydın bir gencin, bu farklılığı onlardan üstün olmasıyla açıklamak istemesi hiç şaşırtıcı değil. Kendini daha yukarda hayal etmek, diğerlerini kendinden uzak tutmanın bir yolu da aynı zamanda. Bu açıklama hem son derece gurur okşayıcı hem de Raskolnikov’a, onu dışlayan bir dünyaya aynı şekilde karşılık verme imkânı sağlıyor; ona, çaresiz olmadığını duyumsatma potansiyeline sahip. Ayrıca, çektiği onca acı ve yalnızlığın mantıklı bir açıklaması olmalı değil mi? Raskolnikov’un bir “öteki” olduğunun bir başka ipucu da, başka bir karakterle olan bir sahnesinde görülür. (Annesi, kız kardeşi ya da sevdiği kadın Sonya olmalı bu karakter- tekrar dönüp baktığımda orayı bulamadım.) Burada Raskolnikov, nedense, bir an sevildiğini hisseder ve bundan derin bir mutsuzluk duyar. Sevilmekten rahatsızlık duymak, ait olmayanlara, “öteki”lere özgü bir ruh hali olabilir.
Evet, Raskolnikov üstünlüğünü kanıtlamak için büyük bir vicdani yükün altına girer ve düşündüğü gibi biri olmadığını (ve de “sıradanlar”ın da her zaman düşündüğü gibi insanlar olmayabileceğini) acı çekerek öğrenir. Sonunda hapse gider, ama burada da kolay kolay vazgeçmez teorisinden. (Zira bu teori kolay kolay yabana atılabilecek gibi değil; gerçekten de tarihte ya da bugün, çevremizde onun teorisini doğrulayacak figürler yok mu? Ya da insanlığa büyük katkı sağlayacak bir bilim insanı -diyelim kanser tedavisini buldu ama bunu duyurması, uygulaması engelleniyor- yolunu açmak için yüz kişiyi öldürüp keşfini yaysa, işlediği suçu ahlaken nasıl değerlendirebiliriz? Raskolnikov’un yanılgısı dünyanın işleyişine dair farkındalığından çok, kendisi ve “sıradan” insanlar hakkındaki kemikleşmiş inancında yatıyor.) Hapiste bu sefer, diğer mahkumları küçük görür Raskolnikov, bu yüzden onlarla düşmanlık yaşar, hatta dayak yer. Onları üstenci bir gözle inceler, o durumda bile yaşamı nasıl sevebildiklerine şaşırır. Bu ilişkideki değişiminin nüveleri, Raskolnikov’un hikâyenin sonunda, ait olmaya niyet etmesiyle görülmeye başlar. Bu da bizi, bu yazının başlığına ilham veren meseleye getiriyor.
Onun gelecekte bir değişim yaşayabileceğinin işareti, sevdiği kadın olan, onun peşinden gönül rızasıyla Sibirya’ya giden Sonya’nın önünde ikinci kez diz çöküp ağladığı sahnede görülür. Sonya, Marmeladov’un kızı, yoksul ailesine bakabilmek için bedenini satan, utangaç, temiz ruhlu, inançlı bir genç kadın. İkisinin birbirine olan ilgisi tanıştıkları andan itibaren başlasa da birbirlerine kolay kolay teslim olmazlar. Bunun Raskolnikov açısından sebebi belki de Sonya’nın, onun gözünde bir “sıradan” olmasıdır. Sonya da herhalde bu sinirli, dengesiz, alaycı adama güvenmekte rahat olamamıştır. Ancak bunlara rağmen Raskolnikov nedense onu bir yol arkadaşı olarak görür. İlk defa evine gidip, ona ve ailesine dair hikâyeler dinlediğinde Sonya’nın önünde diz çöküp ağlar; sonra bu davranışını, “Ben senin değil, insanlığın çektiği acıların önünde diz çöktüm, diye açıklar. Bu izahta ne kadar içten olduğu tartışılır; bir erkek bir kadının önünde diz çökmek istediği zaman herhangi bir şey rahatlıkla bahane olabilir çünkü. Evet, aralarındaki çekime direnç uygulayan bir şeyler vardır. Raskolnikov belki de bunu aşmak için Sonya’yı kendi safına çekmeye çalışır; çektiği acıların, katlandığı zorlukların gereksiz olduğunu anlatır ona; Tanrı inancına saldırarak onu, sahipsiz olduğuna ikna etmeye çalışır. Ne var ki Sonya bildiğinden kolayca vazgeçecek bir kız değildir. Yine de sever Raskolnikov’u. Öyle ki arkadaşı Lizveta’yı (tefeci kadının kardeşi) öldürenin o olduğunu öğrenmesine rağmen onu ele vermez. Aralarındaki bağ gittikçe güçlenir; Raskolnikov, kendi ifadesiyle, onu, üstünde hüküm verme hakkına sahip tek yargıç olarak görmeye başlar bir yerden sonra; Sonya’yı; bu “sıradan” kadını… Teslim olması da, onun bir işaretiyle olur. Sonya’nın tek bir söz söylemeksizin yönlendirmesiyle suçunu itiraf eder, hiçbir fiili mecburiyeti olmamasına rağmen.
İşte bu Sonya’dır Raskolnikov’un peşinden giden. Onu sık sık ziyaret eder, hepsinde de asık bir suratla, soğuk bir tavırla karşılanır, bazen ondan tek kelime duymadan geri döner. Buna rağmen küsmez -belki de bildiği bir şey vardır- ve böylece yeni bir ziyaret anında, Raskolnikov’un çalışmak için gönderildiği yerin yakınındaki bir ırmağın kıyısında bir kez daha bir araya gelirler. Bu kez elleri, tereddütsüz buluşur, delikanlıda bir farklılık vardır; ikinci kez genç kadının önünde diz çöküp ağlar Raskolnikov. Bu sefer, sevildiğini kabul ve sevdiğini itiraf ediyordur belki içinden. Bu önemlidir, çünkü daha önce belirttiğim gibi, bir öteki için sevgi ilişkisi içinde olmak, son derece rahatsız edici bir durum olabilir. Raskolnikov duygusal anlamda gözünü karartıp, altında onu yakalayacak ağlar olmadan karşı kıyıya atlamıştır bir anlığına; belki de artık “öteki” olmanın ağırlığını taşıyamadığı bir zamana denk gelmiştir bu buluşma. Böylece Raskolnikov, düşünsel yoldan teslim olamadığı “sıradanlık”a, duygusal olarak teslim olur; çünkü sevgi bağının böylesi, ancak denk olanlar arasında kurulabilen türdendir. Raskolnikov için şimdi düşünecek değil, hissedecek zamandır. Bu gelişme mucizevi biçimde, onun diğer mahkumlarla ilişkisine de yansır. Yanlarına gidip onlarla konuştuğunda sıcak karşılandığını görür. Neyin değiştiği bize söylenmez; belki de dudağının kenarındaki o alaycı gülümseme, aşkla birlikte silinmiştir.
Bu son, değişimin kendisini değil, meraklandırıcı bir imasıdır. Raskolnikov, başka bir hayat düşüncesine kalbini açmış gibidir artık; bu hayatın gerçekleşmesiyse, Raskolnikov’un irade ve yeteneklerine kalmıştır. “Raskolnikov, bu yeni hayatın kendisine karşılıksız verilmediğini, buna, gelecekte kendisini bekleyen büyük özveriler karşılığı, çok pahalıya sahip olabileceğini de bilmiyordu,” der anlatıcı hikayesini bitirirken. Anlatıcının sezdirdiği zorluklar yabana atılır cinsten olamazlar, çünkü bir “öteki” için ait olmaya niyet etmek, cinayet işlemekten daha ağır bir yük olabilir.

 

Diğer analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir