YÜZÜK
Basbayağı çirkin bir adam. Kaç gündür beklediğimiz yöneticimiz bu muymuş? Neyse geldi sonunda. Teninde güneşin izi var. Gözleri kızgın ve sert bakışlı. Omuzları ince vücudunun çatısında güçlü duruyor. Kendini kabul ettirme çabası seçiliyor hareketlerinde. Sanki işe yeni başlayan biz değiliz de o. Heyecanlı. Saklamaya çalışsa da belli.
Aile babası. Kızından bahsediyor sürekli. “İyi” olduğunu mu kanıtlayacak? İyi insan, iyi çalışan, iyi yönetici… Bizleri gözlemliyor. Aldığı eğitimlerden süzdüklerini üzerimizde uygulayabilecek mi? Nabza göre şerbet… Adamına göre yöneticilik. Dinleyicinin de iyisi olmaya öykünüyor. İçinden gelmediğini açık ederek. Bakıyorum da oyununu benden başka anlayan yok.
Tanışma yemeğindeyiz. Ekip oluyormuşuz, ne güzelmiş. Miş gibi yapıyoruz. İki gün sonra birbirimize rakip olacağız. Fasa fiso. Alkol tesirinde gülüşlerimiz. Ağır abiler de var. Gülmeden izliyorlar. Her şeyi biliyor gibi duruşları. İşe yeni girenler çıkıp kendilerini anlatıyor. İlkokul müsameresindeyiz sanki. Fırfırlı eteğim eksik.
Sıra yöneticimize geliyor, yenilere teşekkür edecek olmalı. Önümdeki sandalyesinden kalkıyor. Elim benden bağımsız hareket edip omzuna dokunuyor. Destek olurmuşçasına. Bunu neden yaptığımı gerçekten bilmiyorum. Bir saat önce tanışmışken hem de.
Sanki içimde can suyuna ihtiyaç duyan bir tohum varmış. Orada olduğunu hiç bilmediğim, kurak toprağında bekleyen. Onu görür görmez beslendi, filizlendi. Kolum dal gibi uzayıp ona dokundu. Kime nasıl anlatabilirsin ki bunu? Çirkinliğiyle dikkatimi çeken adama hayran oluyorum, nasıl dersin? Üstelik adam evli.
Sahnedeyken ilk defa utanmadan izliyorum onu. Dik bakışlarıyla kesişiyorum. Zeki esprilerine gülüyorum. Konuşmasında bir şey var, büyü gibi. İnsanı kendisine çeken. Saçımı düzeltiyorum. Çatalın yanındaki bıçağı olması gereken yere koyuyorum. Kadehime gidiyor elim. Roze… Yanaklarım yanıyor. Ağzım kaymasa bari. Sandalyesine döndüğünde mutlu. İlgiden hoşlanıyor.
Ertesi gün ekip aktiviteleri var. Birbirimizle zaman geçirmemiz lazımmış. Zorlu zamanları birlikte göremeden hiçbir şey olamayız. Şimdi lay lay lom. Keyifler yerinde. Yarın kavga edeceğiz; sen, diyeceğiz şunu şunu yapmadın, beni geciktirdin. İş dünyası ayak oyunları. Yere düşünce de ah ah, vah vah. Kuyusunu kazıp üzerine çiçek sereceğiz. Ama şu anda hiç sorun yok, çünkü onunla aynı havayı soluyorum.
Bizimle otelde kalmıyor. Evine, yuvasına gidiyor. Ne yapıyordur acaba şimdi? Meyve soyup bıçağın ucuna takıyor mudur? Pijama mı giyiyor, yoksa eşofman mı? Üstündekine de sinmiştir parfümü. Gündüz kullandığı… Karısı gözlerini kapatıp içine çekiyor mudur kokusunu?
Toplantılar, eğitimler, tanışma faslı bitiyor. İş hayatının rutinine dönüyoruz. Günler geçtikçe kendimi sürekli onu izlerken yakalıyorum. Numaralı gözlüğümün ardından daha rahat görüyorum. Yani bakabiliyorum. Yoksa utanıyorum. Göz göze geldiğimizde yüzüm ele veriyor beni. Biliyorum. Çarpıntım kulağımda uğuldarken onunla konuşmak güç. Eften püften sebepler yaratıyorum yanına gitmek için.
Sabah kalkınca onu düşünüyorum. Onun için giyinip gidiyorum işe. Hafta sonlarından nefret ediyorum. Cumartesi günü saçımı boyattığımda pazartesi renk değişimini fark edecek mi diye merak ediyorum. İş sonrası ondan e-mail geldiğinde heyecanlanıyorum. Burcu Hanım, diyor bana. Hanım. Oysa canım dese, tek harf değişecek, h yerine c. Çok mu zor? E zor tabii, adımı bildiğine şükrediyorum.
Konuşurken, başkalarına dokunuyor farkında olmadan. Mesela karşısındakinin koluna, omzuna, ufak dokunuşlar… Yok, öyle saygısızca ya da fütursuzca değil. Onun kendisini ifade etmesine destek olan hareketler. Bana o şekilde bile dokunmuyor. Hiç dokunmuyor. Alınıp küsüyorum. Sessizce gidiyorum. Ne küstüğümü ne de gittiğimi fark ediyor.
Elleri çok güzel. Parmaklarını uzun uzun seyretmek serbest. Doyasıya bakıyorum. Sırayla masaya vuruyorlar. Hızlı hızlı, yavaşlayarak ya da soru sorarak. Parmağında yüzük yok. Yok. Niye seviniyorsam? Yüzüksüz parmakları bana dokunmuyor ki.
Geçen zamanla biriktiriyorum ona bakışlarımı. Yüzünde on sekiz tane ben sayabiliyorum. Üç tanesi baharat kokulu boynuna uzanıyor. Biri düşük burnuna yakınca. İkisi sert bakan gözlerinin yanı sıra. Birden adımı söylüyor. Yüzüm kızarıyor, benlerden uzaklaşıyorum. Bana sorgulayan gözlerle bakarak, “Birlikte dosyayı hazırlamamız lazım,” diyor.
Aylardan sonra ilk defa odasına giriyorum. Yalnızız. O, çok ciddi. Ne yapacağımı bilemiyorum. Odası derli toplu. Dosyalar solunda. Lacivert not defteri ise sağda. Üzerinde pahalı dolma kalemi. Buyur ediyor sandalyeye. Yerdeki halıya topuğum takılıp düşeyazıyorum. Masaya tutunuyorum. Terliyorum. Anlık bir çekidüzen verme telaşı. Karşısına geçiyorum. Bilgisayarıma uzanıyor soğuk ellerim. Hesap dosyasını açıyorum. Ona doğru ekranı çeviriyorum. Gözlüğünü burnunun üstüne düşürüp inceliyor. “Şurada hatalısın,” diyor belli canı sıkkın. Sol elindeki sapsarı, kalın altın yüzüğü o zaman görüyorum. E yüzük takmıyordun, nereden çıktı şimdi bu, diyorum.
Odasından nasıl çıktığımı bilmiyorum. Açık havaya ihtiyacım var. Kendimi sigara içenlerin yanında buluyorum. Bir tane istemesi kolay. Şaşkın bakışlar ve soruları dert etmeden ben de yakıyorum. Boğulurcasına öksürüyorum.
Toplantıya koşturuyorum. Kalabalığız. “Yanıma otur,” diyor. “Ben konuşurken rakamlar açık olsun.” Yanında olmak iyi, yüzümün kızardığını görmüyor. Gözlerim parmaklarında yine. Konular hararetlendikçe daha da hızlı vuruyorlar masaya. Kalem tutuyor, yazı yazıyorlar. Bir ara sağ elinin parmakları yüzüğüne davranıyor. Onunla oynuyor. Döndürüyor. İleri geri hareket ettiriyor. Yüzük parmağının ucuna doğru ilerliyor, sonunda çıkıyor. Altın çember şu anda masanın üstünde elimin hemen yanında duruyor. O sinirli sinirli konuşmaya devam ediyor. Omuzlarım gergin, kulağım onda, gözüm ise parlayan sarıda… Bu sefer, yüzüğe yaklaşan parmaklarımı görüyorum. Elimi sakince yüzüğün üstüne koyuyorum. Artık yok, görünmüyor, ışığı gözümü almıyor. Dokunduğum yerdeki soğuk metali biçimiyle hissediyorum. Yüzüğü, cilası parlak toplantı masası üzerinden ağır ağır kaydırıp avucumun içine alıyorum. Kolyemi düzeltecek gibi yaparak bir sihirbaz çabukluğuyla bluzumun açık yakasından içeri atıyorum.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.