ESME KİTAP
Zerrin Saral

ESME ARAS İLE İLK ROMANI “KÂBİL, ÖTESİ BOŞLUK ” ÜZERİNE

 

“Birbirimizin gözbebeklerine bakarken kurduğumuz düşlerin,

yalnızca içimizden değil, başımızdan geçenler olmasını dilemiştik.”

Esme Aras’ın Kâbil, Ötesi Boşluk adlı ilk romanı, 2023’ün Ağustos’un da Telgrafhane Yayınlarından çıkarak okurla buluştu. Söyleşimiz Kâbil üzerinden, yazma eylemi ve edebiyatın güncel konuları ekseninde yer alacak.

 

Kâbil’i okurken Afganistan’ın tarihsel süreciyle ilgili yeteri kadar bilgi sahibi olmadığımı fark ettim. Savaş, Taliban rejimi, barış ve uzlaşının temini için yürütülen ulusal ve uluslararası çabalar ama bir yandan filmin yine geriye sarması. Bir karanlık, bir kör kuyu kısacası. Kâbil’i kurgularken araştırmacı yazar, gazeteci kimliğiniz ne denli etkili oldu ne denli dışarıda kaldı?
Kısmen etkili oldu diyebilirim. Basın ve edebiyatın kavuşumundan doğan kavşakta, kendime doğru bir alan seçtiğimi düşünüyorum. Röportaj yaparken, aldığım akademik eğitimin izinde meslek etiği açısından durduğum yeri bilmek ve o çizgiyi korumakla mükellefim. Romanı da düşmanlık gütmeden, kültürel şartlandırmalardan uzak kalarak, olaylarla arama mesafe koymaya çalışarak yazmaya gayret ettim. Elinizde resmi gerekçe, görev raporu, arkanızda kurumsal bir yapı ya da medya desteği olmaksızın yazan bir kadın, turist olarak Afganistan’a girmeye çalışmak güvenli değildi en başta. Kâbil’in NATO’nun kontrolünde olduğu dönemde bile bombalar patlıyor, sivilleri hedef alan intihar saldırıları düzenleniyordu. Bu durumda uzaktan ama bir o kadar yakından konuya nasıl bakabilirim düşüncesiyle hareket ettim.
Romanınızı tarihin de bir “anlatı” olduğu anlayışıyla kurguladığınızı düşündüğümde; bir dönem romanı yazarken kurgusal anlatı ile tarihsel anlatı arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Yaşamdan, coğrafyadan, kültürel değerlerden yola çıktım ama gerçeğe zihnimle müdahale ettim. Bu kaçınılmazdı, çünkü gerçeğin tıpkı yansısını yazamazsınız. O durumda meydana getirilen eser sadece belgesel olur. Netflix’de gösterilen ve Kâbil’deki göçmen kampında, genç bir Afgan çiftin hayatına odaklanan Benazir’e Üç Şarkı adlı kısa filmdeki gibi. Romana yoğunlaşma sürecinde erişebildiğim sivil ve askeri kaynakları taradım, gazete kupürlerini biriktirdim, orada görev yapmış kişilerle konuştum, fotoğrafları inceledim. Temayı zihnimde epeyce yoğurdum ve tarihi gerçekleri fon olarak kullanabileceğim bir yapı kurdum. Birtakım sınırlılıklar dolayısıyla neleri alıp neleri dışarıda bırakacağıma karar verdiğim noktada, elimdeki parçalarla gerçeği yeniden ürettim. Bunu yaparken de “Kurgu sahici mi, değil mi?” sorusuna odaklandım. Çıkış noktasında ise Svetlana Aleksiyeviç’in 2015’de Nobel edebiyat ödülünü aldığı Çinko Çocukar adlı romanı bana fikir ve yazma cesareti verdi.
Öyküden sonra alışmış olduğunuz türün dışına çıkmak bir parça da olsa riskli geldi mi? Yazma süreci öyküden farklı olarak nasıl ilerledi? Ya da siz kendinizi nasıl kurguladınız?
Afganistan’ın başına gelenler etkilendiğim bir konuydu. Önceleri aklımda kısa öyküler yazma fikri vardı. Mesele üzerinde etraflıca düşünmeye başladığımda, konuyu roman metni olarak ele almak daha uygun olacaktı. İlk aşamada bir öykücünün düşünce tarzı ve yazma alışkanlıklarıyla dili kurarken hem seçtiğim konu hem de yeni bir türde kalem oynatmak bakımından zorlandım. Umutsuzluğa düştüğüm anlarda etkileyebileceğim zihinleri düşünmek, yola devam edebilme gücü verdi. Çünkü sanatın böyle bir gücü var. Dünyayı daha iyi anlamaya, anlamlandırmaya, anlatmaya, aktarmaya yardımcı bir yönü. Kültürleri yakınlaştırmak, farklı anlayış ve gelenekteki toplumlar arasında köprü oluşturmak, duygudaşlık kurabilmek bakımından bu romanı yazamasaydım eğer, üzülecektim. Yazarken yoruldum, zorluk çektim ama her yönüyle öğretici oldu.
Romanın başkarakteri Mert’in roman boyunca aynı ritimde, aynı mekânlarda, aynı duygu durumu içinde bir devinimle yer aldığını görüyoruz. Bir yandan da mekân-karakter ilişkisinin ne denli sağlam işlendiğini. Kurguyu oluşturan bu tutarlılıkla ilgili neler söylemek istersiniz?
Beni mutlu eden yorumunuz için teşekkür ederim. Yapmak istediğim, o tekdüzeliği yansıtırken dayatmalardan kaçınarak, karakterin karşılaştığı olumsuzlukları buyurucu bir tarzda anlatmaktan çok, hayatın olağan akışı içinde verebilmekti. Mert, karakter ve mesleki özellikleri itibarıyla olması gerekeni, olması gerektiği gibi olması gereken zamanda yapmaya, bir işi hakkıyla yerine getirmeye çalışan biri. Fakat bulunduğu coğrafya, ruh hâli, kampın fiziksel şartları ve görev tanımı gereği hep aynı yere, aynı zamanın içine sıkışmış. Hayatın tekrar eden yönleri onu yoruyor. Neredeyse günlerin ayırt edici özelliği yok. Üstelik tel örgülerin ardında hayata karışabileceği bir şehir yaşantısından yoksun. Kendi içinde bir dünya kurmasın da ne yapsın!?
Acıyla kurulan bağ, ilişki, edebiyatta önemli yer tutuyor. Romanın genel atmosferinin sorgulayıcı, korkulu, hüzünlü, puslu olduğunu söyleyebiliriz. Bu atmosfer, Mert karakterinin özel yaşamından kaynaklı duygu durumuyla da paralellik gösteriyor. Kitabın alt başlığı “ötesi boşluk” adeta bu paralelliğe vurgu yapıyor. Neler söylemek istersiniz?
Aklını, kalbini, duygu ve düşüncelerini geride bırakamaz insan. Afganistan’a gitmenin, acısını dindirmeyeceğini Mert de biliyor. Sadece uzaklaşma ve mesleğine sarılmanın getireceği meşguliyetlerin, o süreci biraz daha hafif atlatmasına yarayacağı yönündeki tavsiyelere kulak vererek bu görevi kabul ediyor. Düşünen, sorgulayan zihin yapısı, bazen avantaj sağlasa da kendi içine gömüldüğü kederli anlarda, bu bakış açısını kaybederek umutsuzluğa düştüğünü görürüz ki kayıplar karşısında bu çok normal. Üstelik yeni bir yerde, hayatın yeni ve zorlu bir dönemecinde. İnsana dair zayıflıkları, zaafları, korkuları, endişeleri taşıyor. İçinde biriken katrandan öyle kolay kolay arınamayacağının farkında, zaten Afganistan bunun için doğru adres değil. Uzak bir ülkede içini daha da karartan gerçekleri, coğrafya değişse de aynı insanlık hâllerini anlatıyor bize. Söylediği “ötesi boşluk” cümleciği ise kurgunun evreninde ve bugünün gerçekleri karşısında bir karanlığın altını çiziyor.
Yaşar Kemal, bir romana başlamadan önce Balzac okuduğunu söyler. Peki, sizin yazma süreci öncesi okuduğunuz bir ustanız, yazarınız var mı?
Böyle bir ritüelim yok ama içinizdeki bilginin açığa çıkmasına her koşulda yardımcı oluyor okumak, çağrıştırıyor, yeni patikalar açıyor. Röportajlar ve kitap değerlendirme yazıları, Kâbil’in yazım süreci ile eş zamanlı yürüdüğü için çalışmalarımı sürdürdüm. Bir proje kapsamında Necati Tosuner’in öykülerinde arzu kavramını inceledim. Kadını ve erkeğiyle, üzünçleri ve sevinçleriyle, sevileri ve yalnızlığıyla, ağrıyan yerleri ve sızılarıyla, dile getirdikleri ve sustuklarıyla insanı ustalıkla anlatan bir kalem Tosuner. Toplumun yaralı bireyleri anlama çabasından ne kadar uzak olduğunu, yalnızlığında kişinin kendisiyle geçinme hâllerini hatta geçimsizliğini, türler arasındaki katı sınıflandırmaları aşan bir kurguyla yazdığı kitaplarını severek okudum. Röportajcılıkta bir ustam olmadı ama sorunuza cevap sayılırsa, evet, edebiyatta var.
Yaşadığımız coğrafyada öyküler bitmez, dediğiniz oluyor mu? Bunca parçalanmışlığın içinde sanatla hayata tutunabilecek miyiz?
Bu coğrafyada gam, elem, keder insanın yakasına yapışmış, kimseye nefes aldırmıyor. Son yıllarda ülkemizde ve dünyada yaşananlara dönüp baktığımda güzel şeyleri hatırlamadığımızı fark ediyorum. Düzensiz göçler ve heder olan göçmenlerle verilen sınavda, insanlığın sınıfta kaldığını söylemek mümkün. Son yaşadığımız olayla Erzincan İliç’teki altın madeninde, heyelan sonucu yitirdiğimiz canların acısı yetmezmiş gibi bir çevre felaketine daha maruz kaldık. Bu kasvetli tabloyu hepimiz kendi penceremizden algılıyoruz. Bazılarımız hayata devam edebilme gücünü kendinde bulabilmek için sanata ve edebiyata sığınıyor. Bunca kötücüllüğün karşısında müzmin karamsarlığa düşmeyeyim diye, zavallı bir ölümlü olarak tüm iyi niyetim ve iyimserliğimle edebiyata sarılmaktan başka ne yapabilirim? Benim savaşma yöntemim de bu, yazmak, başka türlüsünü bilmiyorum çünkü.
Bu soruyu sormayı seviyorum, yazarın yazdığı ile okurun okuduğu aynı metin midir sizce? Metni tamamladıktan sonraki macerayla ilgili misiniz?
Sanat, özellikle de yazınsal metinler yoruma açıktır. Bu yorum zamana, mekâna, okuyan kişiye göre değişiklik gösterebilir. Burada bir kavrayış çeşitliliğinin getirdiği zenginlikten söz edebiliriz. Her okur kendi algısı, bilgisi, deneyim ve kültürel birikimi sayesinde hikâyeyi zihninde yeniden yazar. Bu nedenle yazarın yazdığı metin, her zaman bizim okuduğumuz değildir.
Metinlerimin okurdaki yolculuğunu öğrenmek hem merakım hem de meramımdır. İzmirli yazar Sevin Sezgin, Kâbil’i okuduktan sonraki yorumunda şu bilgiyi aktarır: “1957-59 yıllarıydı sanırım. İlkokuldaydım. Eğitim vermek amacıyla babamın devre arkadaşları olan bir grup subay Afganistan’a giderken uçak düştü. Kurtulan olmamış. Babamın üzüntüsünü anımsadım. Çok etkilemişti beni. Romanı okurken, o olay aklıma geldi.” Bu bilgi beni 23 Kasım 1959 Pazartesi tarihli ulusal ve yerel gazetelerde manşetten verilen kaza haberine ulaştırdı. Marco Polo olarak adlandırılan bir güzergâhta Frankfurt, Prag, Ankara, Beyrut, Kâbil seferini yapan Afganistan Hava Yolları Ariana’ya ait DC-4 tipi dört motorlu yolcu uçağı Beyrut’ta düşmüş. Beşi mürettebat olmak üzere yirmi yedi kişinin bulunduğu uçakta, on biri Türk yirmi dört kişi ölmüş, üçü ağır yaralı kurtulmuş. Afgan ordusunu eğitmek amacıyla eşleri ve çocukları ile birlikte yola çıkan üç subay, Esenboğa Havaalanı’ndan kalkan uçağın Beyrut civarında düşmesi sonucu yaşamlarını yitirmiş. Bu elim haberle, o yıllarda Atatürk ve Amanullah Han arasında kurulan dostluk bağının sürdürüldüğünü, daimi görev için Afganistan’a giden subayların ailelerini de götürebildiğini düşündüm. Nereden nereye…
Sevgili Zerrin, kitaba yeni bir açılım getiren nitelikli soru metniniz için size ve Panzehir Dergi ekibine içten teşekkürlerimi sunarım. Sevgiyle ve sanatla her dem…

 

 

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir