ENGİN KÜKRER’İN BABAMIN KALBİNİ KİM ÇALDI ADLI KİTABI ÜZERİNE
Engin Kükrer ile Günce Yayınları’ndan çıkan (Aralık 2023) ilk öykü kitabı, Babamın Kalbini Kim Çaldı üzerine söyleştik.
On bir öyküden oluşan kitabınızda Olağan Bir Gün, Boş Koltuk, Dünyanın Sonu gibi öykülerde yalın bir dil kurmanıza rağmen bazı cümlelerde imgenin gücünü kullanıyorsunuz. Bu tercihinizin arkasında yatan nedenlerden ve bir öykünün dilini oluştururken neleri gözettiğinizden söz eder misiniz?
Evet, eserlerimde yalın ve akıcı bir dil kullanmaya çalışıyorum. Çünkü bana göre bir yazar okuyucusunu yormadan öykünün içine çekebilmeli. Birçok farklı seçenek arasında yazdıklarımı okuyan kişinin öykünün sonunda, iyi ki zamanımı bunu okumaya ayırmışım, demesini istiyorum. Okuyucu bizim kıymetlimizdir ve zamanı değerlidir. Bunun yanında edebiyat, bir meseleyi estetik öğelerle anlatma sanatıdır. İşte bu noktada da imgeler, metaforlar ve anlatım teknikleri devreye giriyor. Bu araçlar, yazarın okuyucuya sunduğu yemeğin tuzu biberidir. Öykü dilini oluştururken de bunların oranını yemeğin tadını bozmayacak şekilde ayarlamaya çalışıyorum. Ne çok tuzlu ne de tatsız tuzsuz, her şey tam kararında olmalı ki yemek leziz olsun.
Öykülerinizde, karakterlerin gergin, depresif, mutsuz, şaşkın halleri, kimi zaman hayatın olağanlığı içinde bazen distopik bir ortamda bazen de büyülü bir dünyada okura sunuluyor. Karakterlerinizi ve atmosferi oluştururken önceliğiniz nedir? Öyküde karakterin yeri hakkında neler söylemek istersiniz?
Kitabımı okuyanlar sıklıkla, öykülerimdeki karakterlerin ve atmosferin genelde karamsar bir yapıda olduğunu benimle paylaşıyor. Niye bunu tercih ettiğimi soracak olursanız, gerçek hayatta bunlar yaşanmasın veya önceden yaşanmışsa da tekrarı olmasın diye böyle yazıyorum. İnsanlar okurken sarsılsın istiyorum. Bu yüzden karakterlerime karşı sanırım biraz acımasızım. Karakterleri ve atmosferi kurgularken de canımı yakarak beynimin içinde oynayan filmi okuyucunun kafasında oluşturmaya çalışıyorum. Önceliğim yarattığım karakterler ile atmosferin gerçek yaşamı tüm yönleriyle yansıtabilmesi.
Öyküde karakterin yerine gelince, bizim roman yazarları gibi, karakterleri sayfalarca tasvir etme imkânımız yok. Bu yüzden eserlerimizde bizi hedefe en kısa ve etkili yoldan götürebilecek güçlü karakterler yaratmaya çalışmalıyız, diye düşünüyorum.
Bazı öykülerinizde kadın sorunsalını, toplumsal cinsiyet rollerini etkili kadın karakterlerin anlatımından görüyoruz. Bu tercihi yapmanıza sizi yönelten sebepler nelerdir?
En çok canımı acıtan konuları yazıyorum. Bu konuda da ne yazık ki kadınların maruz kaldığı ayrımcılık, istismar ve kötü muamele ilk sıralarda geliyor. Bana göre bir yazar içinde bulunduğu toplumun aynası olmalıdır. İşte bu ayna da yazdığımız edebi metinlerdir. Sanırım ben aynamı olağan hale gelmiş, olağan dışı olaylara çevirmeyi seviyorum. Kadın sorunsalı da bunlardan bir tanesi.
Öykülerinizde duygu olarak yükseldiğimiz sırada gelen sonlar, aklımızda ucu açık bir manzara bırakıyor. Bunu tercih etmenizin nedenini ve öyküye katkısı nedir?
Öykülerimde bilerek yaptığım işlerden biri de bu. Duygusal gerilimin yüksek olduğu noktada kısa, sarsıcı ve çarpıcı sonla öykümü tepede bir yerde bitirmek hoşuma gidiyor. Okuyucuyu zirveye çıkartıp onu oradan aşağıya yuvarlamak istiyorum. Kelimeler tükenip de öyküm susunca insanların aklında bıraktığım o manzara okuyucuyla konuşmaya devam etmeli.
“Tam üç gün üç gece temizlediler de yerden can lekesi çıkmadı,” cümlesinin bulunduğu, Olağan Bir Gün adlı öykünüz farklı bir yer bıraktı bende. Bize öykünün nasıl doğduğundan söz eder misiniz?
Olağan Bir Gün, bana 2022 yılında KÜSADER 6. Yüreğe Dokunan Kadınlar Adına Öykü Yarışması’nda birincilik kazandıran dokunaklı bir öyküdür. Bu bakımdan bende yeri çok farklı. Öykü bir sohbet esnasında doğdu. Değerli bir büyüğümle sohbet ederken bana genç bir kızın İstanbul’da idarecinin tacizi yüzünden bunalarak intihar ettiği olaydan bahsetti. Bu tür olaylar ilk duyulduğunda infial yaratsa da sonradan unutulması canımı çok yakıyordu. Ben de bu yaşananları zihnimde “Acaba nasıl olmuştur?” diye kurgulayıp söz konusu öyküyü yarattım.
Sizce bir öykü gücünü nereden alır ve öykünün olmazsa olmazı nedir?
Bana göre bir öykü gücünü anlattığı meselenin kuvvetinden ve bu meseleyi estetik biçimde ortaya koyabilmesinden alır. Apsethus’un Papağanları öykümden bir örnek vereyim isterseniz: Eğer ben “Adam kayalıklara atlayıp öldü.” diye yazsaydım bu sıradan bir metin olacaktı. Ancak “Ateşten bedeni kayalıklara çarparak alev aldı, köpüren denizde kızardıkça kızardı.” şeklinde aynı olayı yazdığımda edebiyatın gücü devreye giriyor. Tabii bunu yaparken de yazdığınız her kelime amacınıza hizmet etmeli. Yazar, marifetlerini göstermek için gereksiz ve uzun betimlemelerle okuyucuyu yormamalı. Öyle dolu bir metin yazmalı ki okuyucu içerikteki hiçbir şeyi gereksiz bulmamalı. Bana birisi hikâyeyi daha da uzatabilirdin dediğinde onlara gülümsüyorum. Çünkü hikâye özünde belirli bir olayın ufak bir kesitinden ibaret, uzatabilmek her zaman mümkün. Fakat birisi bana şu karakter ya da şu yazdığın yer fazla diye yanıma gelirse işte o anda şapkamı önüme alıp düşünüyorum. Bana göre bir öykünün olmazsa olmazı fazlalık içermeyen estetik dili ve güçlü kurgusudur.
Bize yazma pratiğinizden söz eder misiniz? Edebiyat hayatınızın neresinde duruyor ve gelecek ile ilgili planlarınız nelerdir?
Son yıllarda yönümü yazmaya çevirmemle birlikte edebiyat geldi hayatımın tam da baş köşesine oturdu. Şu anda yaptığım her işi edebiyata daha fazla zaman ayırabilecek tarzda dizayn etmeye çalışıyorum. Sessizlik ve yalnızlık bir yazarın en önemli dostu olduğu için bunu sağlayabildiğim ortam genelde gece geç saatler oluyor. Bir esere başladığımda onu bitirene kadar uyumamaya çalışırım. Bitirdikten sonra da defalarca okurum. Hiç abartmadan söylüyorum “Babamın Kalbini Kim Çaldı?” adlı kitabımdaki öykülerin her birini, zamana yayarak, en az otuz defa okuyup düzenlemişimdir. Henüz yayımlanmayan öykülerimi ise fırsat buldukça halen okuyup güncellediğimi söyleyebilirim. Ayrıca görüşlerine güvendiğim arkadaşlarıma da mutlaka öykü taslağımı okuturum.
Gelecek ile ilgili planlarıma gelince; ilk öykü kitabım satışa sunulduğu gün, hoş bir tesadüf olarak, 2. Uluslararası Mersin Edebiyat Festivalinde “Babam Gelince” adlı öykü dosyamla ikincilik ödülü kazandığımı öğrendim. Önceliğim bu dosyanın da bir an önce kitaba dönüşmesi. Bununla birlikte oluşturmakta olduğum bir öykü dosyası daha var. Ayrıca sayısı beş yüze yaklaşan şiirlerimi de ilk fırsatta kitaba dönüştürmek istiyorum. Özetle yaşadığım sürece üretebildiğim kadar çok sayıda nitelikli eserler üretmek en büyük hayalim. Umarım ömrüm hayallerimin hızına yetişebilir.
Son olarak kitabıma ilginiz için Panzehir Dergi Ailesine ve size gönülden teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız…
Daha fazla Panzehir Söyleşiye buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.