gül parlak
Gül Parlak

ÖDÜNÇ KELİMELER

 

Hulki Aktunç’un Kafes, Kanatlar Öyküsünden Esintiler

 
Sabah üzeri. Solmuşken çiçekler. Ekmek kırıntılarının peşinde üç serçe. Zayıf ince bacaklı üç kuşlar. Arkaları yok. Biri vursa, tık diye düşüverirler de kimse düşmez kanlılarının peşine. Terasta fır dönmeleri bu sebepten, habire etrafı kollamaları. Hep bir tedirginlik ayaklarında. Çıttan dönen kara gözleri korkulu. Sırtlarında yukacık elbiseleriyle dönüp duran üç serçe kuş. Toprak eşelemekten muaf oldukları bu sabah üzerine dua eder gibiler. Kumrularla kılığı bozuk saksağanlar gelmeden kursaklarını şişirip uçmaya niyetli konik gagalı üç kuşcuk. Yana yatırıp başını cama bakıyor biri. Sandalyede oturmuş adamla göz göze geliyor. Elleri kocaman adamın. Allah göstermeye yakalasa kuşu avucunda sıksa. Bir lokmacık yediğini çıkarır kuş. Böyle mazarrat adamlar gırla buralarda. Her yerde. Ufacık kuş, bir uçup ürküntüsünü silkeliyor dalda. Dönüp geliyor saçılmış kırıntıların ortasına. İki kuşun yanına.
İçerdeki adamın umurunda değil kuşlar. Mahler dinliyor. Venedik’te Ölüm Filmi’nin müziklerini. Üçüncü ve beşinci senfonileri. Müziğin peşinde, çaresizlikten umuda çarpıp duruyor iç sesi.
Bu sabah üzeri gelecek mi? Göğsünün orta yerine çöreklenmiş soru. Meydandan taksiye binecek, sokağın başında inip anahtarla dış kapıyı açacak, merdivenlerden çıkacak. Çıkacak mı? Parmaklarının ucuna inen soğukluk. Endişe soğutur bedeni.
Aşağıki parkta çocuk sesleri. Cıvıl cıvıl. Ürkmüyor üç serçe. Oyun oynayan çocukgiller. Zararsız. Oysa bir taşla onulmaz yara açarlar. Tüylerin altından sızar ıpıl ıpıl. Bir bildiği vardır kuşların. Umursamıyorlar. Dönelenip duruyorlar kırıntıların arasında. Herkesin hayattan alacağı ayrı. Dünden kalık kurumuş kırıntıları didilerken yan gözleri de camdaki adamda. Kocaman kafası döndükçe, üç serçelerin ince bacakları çevriliyor duvar dibine. Bir küpeşteye bir yere.
Kocaman adam uykusuz. Uyku da umurunda değil aslında. Gelecek mi, kuşkusu germiş kirpiklerini. Gecenin sesleri lambanın etrafında tınlayıp durmuş. Gözü saatin üzerinde lambanın. Yandı iki. Kapattı gözünü. Yandı üç. Kapattı. Yana yana oldu sabah. Bir daha denemek. Kafasının içinde dönüp duruyor plak. Döner mi, dener mi? Bir türlü son halini alamayan eser. Repertuardaki en uzun senfoni. İyice ağırlaştı gövdesi. Böyle erdi sabah üzerine.
Kanadı ıslak kuşlar da uçtu erdi sabaha. Kim bilir nerede uyandılar kuş uykusundan. Dalları kesik ağaçlarının. Yuva bozan yaramazlar çoğaldı buralarda. Her yerlerde. Terasın borularına tünediler. Uzun plastik borular bir yol uzanıyor beton duvarı. Üç adımda bir kelepçe boyunlarında. Yağmur yağarsa taşmasın, zaptolsun diye. Deli yağan yağmurlar için. Usületle gelip geçsinler diye. Patırtıyla rahatsız etmesinler insanları. Üç kuşumu düşünmüşler yoksa. Üç küçücük serçeyi. Koca ağaca kıymışlar, bükmüşler boynunu da. Kim esirgesin ıslak kanatlarını, zayıfcık ayaklarını.
Adamın da umurunda değil bunlar. Ağaçmış, dalmış umurunda değil. Solmuşsa çiçekler ona ne. Yağmur nereden akıp geçiyor, somun nereden sıkıştırır plastik boruyu. Hiç derdinde değil. Döngedeki dış çemberle iç çemberin seslerinde o. Huzursuz. Zilin çalması tek derdi. Kapının açılması ve sahne. Koca adamın sabah üzerinden tüm beklentisi bu. Coşkunun içeriyi, içini doldurmasında. Böyle adamlar çoğaldı buralarda. Her yerde.

 

Dosyanın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir