KAPAK (54)
Zerrin Saral

BİR YER GÖSTERİCİNİN HAYATI YA DA MADAM KRİSTA

Ben tarihsel metinlere, geleneğe tutku duyuyorum, seyahatnamelere, halk öykülerine büyük bir tutkuyla bağlıyım. Romanlarımda, öykülerimde, şiirlerimde dil benim en önemli malzemem olduğu için, geçmişimizdeki dil hazinelerini çocukluğumdan beri yuttuğum, değerlendirmeye çalıştığım için, yazdıklarımı, öykülerimi bu çabanın belirlememesi imkânsız.

Hulki Aktunç

 

Panzehir Dergi’deki ilk yazım, edebiyatımızın usta yazarlarından Hulki Aktunç’un Bir Yer Göstericinin Hayatı adlı öyküsü üzerine. Öyküyü bugüne değin kaç kez okudum, her okuyuşta farklı bir duyguyla kaç kez dirildim bilmem. Bu dirilmeler kimi zaman ellerime, tırnaklarıma bulaşan boya kalıntılarına kimi zaman da tüm çaylaklığımla uçladığım kaleme dakikalarca bakarken geçti. Ben bunların hepsine razı geldim. Tek bir sözcük bile yazamadan geçirdiğim zamanlarda. Sanırım okumak arzusu yazmaktan hep daha büyük. Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si tüm zamanlardadır, Joyce Dublin’de kendi Odyseus’unu düşleyip yazdı. Kafka kaskatı gri bir yazgının, Beckett insan yalnızlığının ve iletişimsizliğin yazarıdır. Virginia Woolf durduramadığı saatlerin, zamanın. Hulki Aktunç da zamanı katladı, öykülerini büyüttü büyüttü.

Bir Yer Göstericinin Hayatı’nı diğer öykülerden farklı bir teknik ve üslupta kaleme almıştır Aktunç. Aynı zamanda kitaba adını da veren öyküdür. İlk baskısı 1989’da Afa Yayınları’ndan çıkar, Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görülür.
“(I) Madam Krista, üç sıra
ötemde düşüp ölmüştü.  Bir
an, içine sayısız resimler sı-
ğan kısacık bir an, sonsuz ke-
re düştü düştü düştü, öldü öl-
dü. Filmin başlamasına
çok az süre kalmıştı. Işıklar.
Yarı karanlık. Şimdi her yer
kararacak. Uzak bir gazyağı
kokusu hâlâ duyuluyor. Ze-
min tahtaları gazyağıyla yeni
ovulmuştu. İçimi kaldıran,
kapalı yerlere özgü, miskin
bir esinti, kokuyu birinciden
ikinciye, koltuktan locaya,
balkona, sessizce taşıyıp du-
ruyordu. Kadıncağızın (ka-
dınımın) saçlarına gazyağı
kalıntısı bulaşacak diye kork-
tum. Ne garip, o ölüyormuş,
ben saçlarını düşünüyordum.
Göğsümün sol yanında daya-
nılmaz bir çarpıntı hissettim.
Hemen başucuna gittim. Kris-
ta’nın. Elini tuttum, bileğini
yokladım; nabzı durmuştu.
Elindeki küçük fener yanı-
Yordu. Öbür elinde, kalıntı
Işık parçaları altında güzel
birşeymiş gibi duran, hatta
pırıldayan madeni paralar
vardı.
Krista- Ah Seyfi, çok güzeldim
ben. Şimdi yalnız bakımlıyım.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.,YKY, s.77-78)
Yukarıdaki satırlarla açılır öykü. İki sütundan oluşur. Sol sütunda öykü anlatıcısı Seyfi’nin sesini duyarken, sağ sütunda Madam Krista’nın sesini işitiriz; zaman zaman araya girer, Seyfi’ye seslenir. (Sadece bir iki yerde de büfecilik yapan Veysi’nin ve Müdür’ün sesine rastlarız.) Öykü kronolojik olarak sondan başa yol alır gibi görünse de çoklu okumaya açıktır. Aktunç yazınsal metni, edebi metnin bir katmanı olarak okura sunar: Estetik bir kaygıyla.  Metin aynı zamanda sondan başa doğru okunabileceği gibi, Krista’nın (anlatıcı) yer aldığı sağ sütundan da farklı bir okumaya olanak sağlar.
 
Öykü on bir bölümden oluşur. İlk bölüm Madam Krista’nın ölümüyle başlar.
Madam Krista, Peri Sineması’nın üç yer göstericisinden biri olarak çalışmaktadır. Sinemada çalışan tek kadın yer göstericidir. Küçük bir pansiyonda yaşamını yalnız sürdürür.
Öykü anlatıcısı, Madam Krista’nın kendinden yaşça genç sevgilisi Seyfi’dir. Yirmi yıl süren birliktelikleri öykünün temasıdır. Ama ana tema Madam Krista’nın ölümünün ardından Seyfi’nin yaşadığı derin keder ve bir dönemin kapanışıdır.
Öyküde zaman algısının okura ve yazara göre farklılık göstermesi başka dikkat çekici bir noktadır. Öykünün yazıldığı tarihle öykü zamanı arasındaki mesafe, okurun öyküyü okuma zamanıyla daha da büyür.  Yazıldığı tarihten bu yana ne kadar zaman geçerse geçsin, yazar bu zamanı hep katlayacak şekilde kaleme almıştır. Kısaca öykü zamanının yazar tarafından her durumda geniş tutulduğuna tanıklık ederiz.
Madam Krista’yla birlikte, bir de yitip giden İstanbul vardır. Doğal bir ölüm Madam Krista’nınki ama yine de bir yitip gitme hep vardır. Madam Krista ve Seyfi’nin birbirlerinden kopuşu, aynı zamanda birlikte sürdürdükleri mekânlardan da kopuşlarıdır.  Öyküde alan kaplayan bu mekânlar; Peri Sineması, Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi) Süreyya Bahçesi, Madam Krista’nın yaşamını sürdüğü pansiyon, yaylıtamburcuyu dinledikleri küçük meyhane.
 
İkinci bölüm Seyfi’nin İstanbul’a gelişini konu alır.
“Ben bu şehre geldiğimde toydum, ürkektim, kaba saba bir delikanlıydım. Ürkek miydim? Korkaktım. Bu sokaklarda bambaşka insanlar yürür, bu yapılarda benden çok farklı insanlar yaşar, bu kadınlar bambaşka erkeklerin kadınlarıdır, diye düşünürdüm. (…) Uzun haftalar geçti; sonunda Veysi’gillerin adam aradığını duydum. Bir yaz sinemasında büfecilik yapıyorlarmış. Gittim. Süreyya bahçesiydi. Kadıköy’de.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı İst.: YKY, s.78)
Üçüncü bölüm, Seyfi’nin Süreyya Bahçesi’nden Peri Sineması’na geçişi ve Madam Krista’yla tanıştığı sahnedir.  
“Karşıdaki şehir, bir başka serüvendi. Asıl sinemaların, tiyatroların orada olduğu söyleniyordu. Süreyya bahçesinin yazcılarından biri karşıda iş bulmuştu. Sinemanın adı Peri’dir. Bizim yazcı hayatından memnunmuş. İnsanlar kibar, ortalık tertemiz, bahşiş bolmuş. O adamla koca bir yazı omuz omuza geçirmiştik. Açacakları şişelere vura vura, birbirimizle anlaşırdık. Beni unutmamış. Çağırdı. Peri müdürüne ‘tecrübeli garson’ diye tanıttı beni. İşe girdim.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.: YKY, s.80)
Dördüncü, beşinci ve altıncı bölümler, Seyfi’nin Madam Krista’yı gözlemlediği hep gözlemlediği bölümlerdir.
“Kimi zaman olmadık şeylerden kahkahalar patlatır; kimi zaman, bir varis belirtisi yüzünden intiharlık bir kötümser, dişi Jan Valjan’dır.”
“Madam Krista, duldu. Gerçek kocası üzerine, gerek ilk gençliği üzerine fragmanlar anlatırdı. Karıştırırdın, fragmanlar mı onu anlatıyor, o mu fragmanları…”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.: YKY, s.81 Beşinci bölüm)
“Bir akşam, filmin ikinci yarısı sürerken, kuralları çiğnedi ve bana içki ısmarlamak istediğini söyledi. Beni oğlu gibi seviyormuş; çok kapanıkmışım; bundan başka İstanbul olmadığı gibi, kendisinden başka da Krista yokmuş.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.: YKY, s.82 Altıncı bölüm)
Öyküde Oidipus kompleksinden söz edebileceğimizi nedense düşünmüyorum. Dönem olarak cüretkâr bir aşk hikâyesi olmasına rağmen Aktunç öyküde mahalle baskısına çok az yer verir. Ağırlık kazanan ilişkinin saflığıdır.
Batılı, kent soylu yetişkin bir kadın, Müslüman taşra delikanlısı ve Cadde-i Kebir; öykü boyunca karnavaleks bir hava estirir ve bir o kadar ön planda varlık bulur.
 
Eser sinematografiktir. Bir öykü, bir şiir, bir oyun, bir dil yapıtıdır.
Öyküde argo hiç kullanılmamıştır. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünmeden edemiyorum. Metinde lirik bir dil hâkimdir. (Yazarın aynı zamanda şair kimliğini de hatırlarsak metinlerine şiirselliğin sızdığını söylemek mümkün.)
“Bu kadar yıl geçtikten sonra, Filmlere Kapılıp Gitme Çağı diye bir çağ olduğunu biliyorum ben. Madam Krista, o çağın son kadınıydı. Ay adlarını söyle desen söyleyemezdi de yılın elli iki haftasını ‘Yaz Bekârı haftası, Rüzgâr Gibi Geçti haftası, Kahraman Şerif haftası…” diye sayardı.
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.: YKY, s.81)
Aktunç, öyküde yarattığı dille adeta bir şiir okutur, bir film izletir bizlere. Bir İstanbul masalı, bir geçmiş zaman, bir akşamüstü, bir adam bir kadını hikâyesine tutturmuş, kadın adamı yaşamış. Zaman tersten akmış… Belki akmamış da zaman donmuş. Biz başımızı uzatıp uzatıp bakıyoruz tek bir kareye.
“Kolumdan tutup götürdü. (…) Cadde-i Kebir’de iki kahraman gibi yürümüştük. Küçük meyhaneye ulaştığımızda, kolay tanımlanmaz bir utku kazanmıştık sanki. Böyle bir kaçışa ikimiz de hazır olmadığımız bir halde, kaçmış ve yakalanmamıştık. İkimiz de rakı içtik. O gece, bir yaylıtamburcu geldi. Hiç unutmuyorum. Ölene kadar hatırlayacağım güzellikte, uzun dönemeçlerle dolu bir taksim geçmişti. Biraz susuyordu; derken, inlemeye başlıyordu; ağlıyordu; kendi kendisine mırıldanıyordu; büyük çevrim, biterken yine başlıyordu. Hayat yalnızca buydu işte.”
“Meyhaneden çıktığımızda, ince lodostan sallanıyorduk. Madam Krista, evine götürdü. Kahve yaptı. Geçen yazdan kalma, ev işi vişne likörü ikram etti. Yattık. (…) Ertesi gün, kısa süre de olsa, birbirimizden çok utanmıştık. (…) Suare bitince gene kolumdan tutmuştu. Gene götürmüştü evine (bir pansiyon odasını, bir erkekle, bir kez daha, evi kılmıştı.)
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst.: YKY, s.83)
Sarhoş olmadığım için öleceğim.
Seyfi ile Madam Krista yirmi yıl boyunca birlikte oldukları gibi iş arkadaşı da olmuşlardır.
“Madam Krista’nın ani ölümü, beraberliğimizin yirminci yılındadır. Ben yaşlanmıştım. O yine diriydi. Rakısını ihmal etmezdi ve ‘en kötü durum benimkisi, sarhoş olmadığım için öleceğim.’ derdi.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst,: YKY, s. 86)
Madam Krista’nın ölümü Seyfi’nin hayatında derin yaralar ve boşluklar bırakır. Onun ölümüyle bir dönemin bitişi, sinema kültürünün yitmesi birdir. Eğlence kültürü değişiyordur ve Seyfi artık bir yeri olmadığını derinden hisseder. Çünkü yer göstericilere ihtiyaç yoktur.
Bir anlamda Krista da yoktur ve Seyfi hayattaki rolünü, görevini kaybetmiştir.  Bilmediği yeni bir yaşama başlayacaktır. Hayatı daha zor olacaktır diye tahmin ediyoruz okurken. Çünkü o bakir bir adam olarak aşka gözlerini açmış, Krista’nın son aşkı olurken o hep ilk aşkı yaşamıştır.
Öykü bize fonda eğlence kültürünün değişimine politik bir bakış açısı sunmuyor gibi gözükse de sinemada başka bir yapı başka bir anlayışın başladığı sinyallerini verir. Yeni sınıfsal atılımların taşra izlerini de alttan alta görmek mümkün.
“Şehir hikâyeleri, köy öykülerine dönüştü. Fragmanlar, kadın bacakları ve kıçlarıyla dolup taşmaya başladı. Matruş Gary Cooper’ın yüzü, menhus makarna kovboylarıyla dövüşünden sağ çıkamadı. Kazablanka’nın uçuk yüzleri, Çılgın Adam’daki herife hiç benzemeyen Ceymis Bond’la yok edildi.”
“Yaylıtamburcu, ölüp gitmişti. O küçük meyhane kapanmıştı; hangisi birbirinin nedeni, ben bilmiyordum. Madam Krista, ölümünden önceki günlerde, bir tiyatroya kapağı atalım diye uğraşmıştı; ama hepsi kapanıyordu, bizim sinemamızda kapandı sonunda; artık yer gösterecek insan yoktu ki. Üç beş kişi geliyor, diledikleri yere oturuyorlardı. Cemaatsiz kilisenin zangoçlarıydık biz.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst,: YKY, s.85)
Madam Krista’nın ölümüyle Seyfi için artık hayat adeta cansızlaşır.
“Az insan var, az insan kalmış hayatta. Onlara yer göstermek gerekmiyor. Birkaçı, beni esirgiyor, koruyor, avucuma kâğıt para sıkıştırıyorlar. Onlarla oturup, bir filmi baştan sona izliyorum artık. Hiçbir şey anlamamaya başladım. Fragmanlar, “yakında”lar, “gelecek program”lar, daha anlamlı mıydı neydi? Beni kendi yerine bıraktın buralarda. Artık hiçbir kadın yer göstermeyecek. Fener olmayacak ellerinde. Kalıntı ışık, aşağılık metelikleri hiç ışıldatmayacak.”
(Aktunç, H. 2021, Bir Yer Göstericinin Hayatı, İst,: YKY, s.88)
Krista- Hep o üç harf için değil mi her şey? S-O-N.
Seyfi- SON.

 

Kaynaklar

 

  • Aktunç, Hulki (2021), Bir Yer Göstericinin Hayatı, İstanbul: YKY
  • Yoldaşım 40 Yıl-Edebiyatta 40. Yılında Hulki Aktunç– Söyleşi: Rıza Kıraç, Say Yay.(2008)

Diğer analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir