tabutta rövaşata
Deniz Kara

KİMLİK PARADİGMALARI BAKIMINDAN “TABUTTA RÖVAŞATA”

                                                                                                   

“…biliyor musun, bazı kelebekler kozalarından
                                                                                                    tam gelişmeden hasarlı çıkarlarmış ve
                                                                                                    bilinenin aksine bir gün değil de günlerce
                                                                                                    o yarım halleriyle yaşarmış.”
                                                                                                              Bora Abdo / Balık Boğulması

18. yüzyıl Sanayi Devrimi, işçi sınıfının da ortaya çıkış sürecidir. 19. yüzyıl başında örgütlenmesini tamamlamış işçi sınıfı bir “özne” ve “kimlik” olarak “toplumsal kimlik” resmigeçidinin mühim bir parçası olmuştur. 20. yüzyıl yeni bir sayfadır ve özellikle 90’lı yıllar küreselleşmenin de etkisiyle kimlik politikaları daha da belirginleşir. Derviş Zaim imzalı Tabutta Rövaşata (1996), hâkim kimlik paradigmasını tersyüz etmesi bakımından bilhassa önemlidir.

Film İstanbul’un kalburüstünü ağırlayan boğazıyla, zenginliği temsil eden tavus kuşuyla, devlet erkinin sembolü Hisar’ıyla, parayı yöneten kahvehane sahibiyle, aile erkini imleyen Reis’iyle; karakol, hapishane, hastane gibi devletin ideolojik aygıtlarıyla örülü esaslı bir reddiyedir. Farklı olan ise mevzunun bir kimliğin ezilmişliği üzerinden anlatılmamasıdır. Tüm kimliklerden bağımsız Mahsun karakterinin hiçbir şey olma durumunu sürdürdüğü hikâye bu yönüyle evrenselleşmiştir. Mahsun Süpertitiz… Aidiyeti, yeri yurdu, kimliği olan yurttaşların dertleri yoktur onda. Nasıl olsun ki? Yurttaşlık haklarından mahrum bir “mort civile”, yeri yurdu olmayan bir göçebe, aidiyetsiz bir avaredir o. Derviş Zaim’in karakteri teşhir etmeyip tekilleştirmesi, Mahsun’u temsil ve alegori tuzağından kurtarır. Ona istesek de bir kimlik atfedemeyiz. Bireyliği sakramenttir, esrarlıdır. Tam da bu yönüyle verili kimlik paradigmasını alaşağı eder.
Ötekine duyulan ihtiyaç bir özneyi veya nesneyi tanımlamak için mutlaka kurulması gereken bir diyalektiktir. İktidar biçimleriyle (memur, amir, bekçi, doktor, psikolog, reis) çatışmaması, kendi sınırlarını çizmek için ötekiyle mücadeleye girişmemesi bize Mahsun’un kendini öteki üzerinden kurmadığını net bir biçimde gösterir. Sınırsız ve merkezsiz, kuralsız ve tanımsız… Komiserin Reis’e Mahsun’a sahip çıkmasını tehdit yollu dayatması aslında onu bir aile içerisinde baba figürünün kontrolüyle ehlileştirme çabasıdır. Ancak Mahsun bir babanın oğlu değildir. Öteki ile ilişkisi iktidar odaklı değildir. Kurduğu tek ilişki biçimi de dostluktur. Dostluk bireylikleri ayakta tutar, yok etmez. Çünkü dostluk özgürlükte var olan tek ilişki tipidir.
Mahsun: ”Ama arkadaşlar iyidir.”
Geceleri araç çalan, içinde konaklayan Mahsun’u polisler dayakla, hapisle, psikologlar tedaviyle kısacası devlet eliyle ıslah etmeye çalışırlar. O, iktidar odaklarına duyarsızdır. Yolundan dönmez. Reis’in yasasına ve nasihatlerine de aynı duyarsızlıkla yaklaşır. Onun mekânı mobilize ve hareketlidir. Tıpkı bir göçebeninki gibi. “Ev” dediğimiz mekân onun sayesinde bir yapıbozuma uğrar. Meskeni bazen bir inşaat, bazen kayıkhane, çaldığı otobüs, Hisar’ın önündeki tarihi topun içidir. Mahsun aynı zamanda sözleşmesizdir. Oysa toplum her ilişki için bir sözleşme öngörür. Nikah akitleri, ticari sözleşmeler, çalışma sözleşmeleri, mühürler, imzalar yoktur onun hayatında. Yasayı dahi umursamayan sürekli bir tekinsizlik halidir onunki. Çaldığı araçla bile bir mülkiyet bağı kurmaz. Sahip olmak için mücadele etmez, zimmetine geçirmez. Sahip olma dürtüsüyle değil de bir ritüeli gerçekleştirir gibidir onun çalması. Anarşist bir eylem de değildir ve onun bu çatışmasızlık halinin muktediri sersemletmesi son derece olağandır.
Bu film oyuncu-seyirci ayrımını net yapabileceğimiz bir yapım değildir. Mahsun da etrafında olup biteni tıpkı izleyici gibi anlamaya çalışır ve yönetmen karakteri, duygularımızı ajite etmeden, ustaca kullanarak onun seyirlik bir malzeme olmasının önüne geçer. Bir yanda milli maç coşkusu, Mehter Marşı’nın yankılanan sesi, diğer yanda karakterlerin doyurulmamış arzuları; şahsi arzularımızın yerine ikame edilen milli arzuların güzel bir imgelemi mahiyetinde sunulur.
Gönüllü oyuncular; Ahmet Uğurlu, Ayşen Aydemir, Fuat Onan ve Tuncel Kurtiz’in performansları, Baba Zula ve Yansımalar’a ait film müzikleri kendi döneminde epey ses getirdi. Hatta Tabutta Rövaşata’nın müzikleri Baba Zula’nın müzik piyasasına girdiği ilk çalışmalarıydı. Filmin sonunda “Bu film bütünüyle gerçektir. Çünkü onu biz uydurduk.” yazar. Gerçek yaşamdan alınmış senaryosu, görkemli İstanbul şehrinde bir zamanlar kimliksiz bir adamın yaşamış olduğuna Mahsun karakteri üzerinden inandırır bizi. Toplumcu gerçekçiliğin, komünal anlayışın genel geçerliğine ayna tuttuğu o yılların konusu, göze sokulan parmak misali hep aynı açmazda dönüp dururken bireyselliğin esnek dokusunun hissedildiği bir yapımla izleyici karşısına çıkmak sinemayı yeni bir dil ile tanımlamaktı. Derviş Zaim bunu sağlam bir senaryo, Ahmet Uğurlu ve Tuncel Kurtiz gibi usta oyuncularla alnının akıyla başardı. O, Türk sinemasında modern dilin imkânlarını yeni yönelimlere ekleyen bir yönetmen olarak, derdini metaforik bir perdeden incelikle aktarmayı seçti. İlk filminden son filmine kadar, gerek psikolojik derinlik gerekse ontolojik kaygı anlamında farklı arayışların izini sürdü ve dikkate değer yapımlara imzasını attı.
  “Soğuk olan hava değil Mahsun! İnsanlar soğuk! Hayat çok soğuk.“
Kaydı tutularak oluşturulan tarih belleğinde, muktedir olanın parçasına bitişmeyen bireyin macerasıdır Mahsun’unki. Görünmeyenlerin hikâyesi, gözden uzak tutulanların cesetleriyle yükselen görklü bir iktidarın yükseltisine gömülecektir şüphesiz. Soğuktan ölen Sarı’nın hisarı gören bir tepeye gömülmesi gibi tarihsel olanın belleğinde eriyip gidecektir. Her kimlik bir tabut, bir sıkışmışlıktır. Tanımlamak sınırlamaktır. Verili ya da edinilmiş-seçilmiş kimlikler birer boyun eğiştir. Tabuta gönüllü girdikten sonra ise rövaşata artık mümkün değildir.
 

Diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

1 thoughts on “KİMLİK PARADİGMALARI BAKIMINDAN TABUTTA RÖVAŞATA/ Deniz KARA

  1. Umut Kaygisiz dedi ki:

    Tam bir Deniz Kara yorumu. Özenle hazırlanmış, her detayı ilgi uyandıran bir yazı.
    Doyamadım. Kutlarım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir