gültekin emre
Gültekin Emre

HULKİ DER Kİ

sen güz olsan da çekirdeğisin aşkın

Hulki Aktunç

 

Hulki’nin neler dediğini, neler yazdığını bir bir yazmaya, söylemeye kalksam var ya, var ya ne defterlere ne kitaplara ne kasetlere sığar! Öyle çok ki onunla sohbetlerimizin sayfaları; hangi defteri açsam neler neler çıkar ortaya! Ondan bana kalanları, bende kalanları, mektuplarını yazdım. Opus (2012) ise bir başka ortaklığımızdı, dünyaya bakışımızda, şiirlerimizde de; heyecanlar silsilesiydi dalga dalga. Şiir şiiri doğurdu, Opus oldu. Ama, Hulki  göremedi bu kitabı, kutlayamadık rakıyla.  Yunus Nadi Ödülü’nü de aldı, onu da göremedi elbette. Onu da kutlayamadık. İçimdeki burukluk, acı, özlem… öylece duruyor hiçbir yere gitmeden.

Hulki der ki:

bana düşlerimi geri ver desem

ne kalır hayatta ikimizden başka

Hulki “Aforistika ya da Özeldeyişler” der ki:

“Kalp hastasını bilirsiniz / Yürek hastasını bilir misiniz?” dili öylesine zengindir, sözcüklerin içinden bakar, yeni anlamlar yakalar. Öyle ya “Sakatatçıların / kap sattığını / duyan var mı?” diye sorar. Sakatatçılar hep “yürek” satarlar, “kalp” değil. Kalbi kim alıp satar?

“Bin Bir Gece” ye gönderme: “Ahhh… Şu gecelerin bin ikincisi nerede?!” Neden Bin Bir Gece denmiştir, biliniyor, ama neden bir gece daha masal anlatılmamış? Bunu gel de bil şimdi! Bin İkinci Gece” olsaydı, hangi masal hayatımıza girerdi? Bunu da gel de bil şimdi!

“Öykü, bitti artık,” diye yazan öykücüye / biten sizin öykünüz olmasın,” der. Ama bir yanıt alamaz. Hangi öykü bitmiştir ki?. Öykücünün kendi öyküsü biter ama, günlük yaşamda, hayatta, yakın çevrede, dünyada ne çok öykü yazılmayı bekliyordur oysa.

Öyle ya “Kendi öyküsünü yaşayamaz olan, / başkasının öyküsünü hiç yaşayamaz” da der. Bir de şöyle düşünmeli: “kendi öyküsünü yazamaz olan da / başkalarının öyküsünü yazamaz” da diyor. Gel de buna şaşma! Onun için her öykü acaba öykü müdür? Gel de sorma!

Şunu da gel de yanıtla diyorum kendime: “Öykü suluboya da roman yağlıboya mı?” Öyle öyküler var ki yağlıboya, öyle romanlar var ki suluboya, hatta karakalem, hatta… ne hattası?.. hatta ikisinin ortası ya da “anlatı”…

İşte bir aforizma yok yok, “Aforistika” daha: ya da “Özdeyiş”. “Kısa öykü şiir ile kardeş”. Bunu ben de çok tutarım; şiirlerdeki öyküleri nasıl görmem! Gör beni, ne olur gör beni, derler çünkü onlar. Görünsün isterler. Oysa şiir öykü anlatmaz denir, öyle bilinir, ama öyle değildir, ne öyküler anlatılır görebilene, anlayabilene.

Bir de şu var, yine çarpıcı ve haklılık payı çok yüksek: “Kıpkısa öykü aforizma ile” kankadır elbette. Bunun kanıtlanmasını Kafka’ya bırakalım der, Hulki. Peki, öyle yapalım.

İşte gele gele geldik mi “Hikâye ile öykü arasındaki fark”a. Bunu kim, nasıl açıklayabilir. Ama, Hulki, bu zor problemi şöyle çözer: “İstanbul ile Taşkent / arasındaki fark gibi gelir / bana bazen” der ve işin içinden sıyrılır. Sıyrılır ama, bu kez de, bizi bir düşünce alır bu farkı anlayabilmemiz için. İstanbul nere, Taşkent nere? Gel de çık işin içinden!

Nâzım Hikmet’in isteği üzerine “mutluluğun resmini” yapmaya çalışan, belki de yapan Abidin Dino, acaba “Mutsuzluğun resmini” de yapmış mıydı? Bilen var mı? Ben duymadım da.

“Mutluluk” deyinde Hulki’nin şu yorumuna bilmem katılır mısınız? “Mutluluk, gövdedeki / tensel-tinsel / düğmelerin / çözülmesidir” Akla neler neler getiriyor bu yorum, düşünce. Ama hangisi doğru, bilmem. Herkes ne düşünür düğmelerin çözümüyle, bilmem. Benim aklıma geleni de düşünen olur mu, bilmem.

İşte bilmediğim, bilince çok şaşırdığım bir bilgi daha Hulki’den. O, cinliği ve sözcük, sözlük derinliğiyle herkesi şaşırtan şu bilgiden de ancak o bizi haberdar edebilir, bilmediklerimize bir bilgi daha katabilirdi: Bu bilgi hiç de sıradan değil, onun için de çok çok çok şaşırtıcı: “Dün ya var da,” der bir çocuk, “bugün ya neden yok?” diye sorar: Yanıtı mı? Dedim ya, çok şaşırtıcı: “Dünya sözcüğünün / Arapça denaet’ten, / ‘alçaklık’tan geldiğini / bilir” miymişiz? Bilenler vardır mutlaka, ama ben bilmiyordum.  Onun için de bir şeylere bozulan, ağzını bozup  “alçak dünya” falan diye ortalığı birbirine katar birilerine her an, her yerde rastlamıyor muyuz? Dünya, diye diye sarıldığımız kavramın kökenini hiç de tertemiz değilmiş!

Hulki der ki:

hayat mı denetliyor bizi ölüm mü

bırak ikisi birbiriyle hesaplaşsın

Kökeni tertemiz olmayan o sözcüğü gel de kullanma her an, her yerde! “Ah yaralı bellek” diyor Hulki, başka bir hayat istemez sana” diyor. Var olan hayati yaşanıp giden hayat neyimize yetmez? Artık o “Nar zamanı” uyanmayacak, bana mektup yazamayacak, zaten kaç yıldır da haber yok ondan, yazmıyor, yazamıyor bana. “karanlık bir yürek” onu sarıp sarmalıyor çok ötelerde.

Hulki der ki:

yalnız rüzgâr anlatsın öykümüzü

fırtınalar boranlar ikimize kalsın

İstanbul’dan Ayvalık’a giderken yorgun argın ve hasta, şoförün aynasından gördüklerini çizer, ortaya “Ayvalık Yollarında, Sürücü Aynalarında”daki resimler çıkar. Aynadan hızla, değişerek geçip giden görüntüleri boya kalemleriyle , gördüğü gibi, düşleriyle birleştirerek çizer: “Sürücü aynaları içinde bir yerlere doğru” gidiyordur. “Şoför aynalarında”ki “bir ülke”dir gördüğü, görebildiği, çizdikleri. “Ayvalık gözlem ve izlenimleri, doğa meşklerine dönüşüyor… Sürücü aynalarındaki görüntüler  ise portrelere, durakta bekleyen bir adamın halk otobüslerinin camlarında gördüklerine. İnce ve kırılgan düşler ile acı ve katı görünen yüzler…”

Hulki der ki:

Söz kuytusunda bekler

Sönmemiş dizeler

Ey Hulki:

Bu da benden:

Silinmemiş görüntüler de

 

Dosyanın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir