a. Nilay
Ayşe Nilay Özkan

YÜKSEK RAFTAKİ EDEBİYAT

 Üç aydır Hulki Aktunç’u yazmaya çalışıyorum. Kaç öyküsünü ya da kendisi hakkında kaç sayfa okuduğumun hesabını tutamadım. İntihale meyilli olsam İbrahim Yıldırım’ın Varlık dergisi Şubat 2004 sayısındaki “Meraklı Okurun Öykü ‘Zaman’ları” başlıklı incelemesinin ilk iki paragrafını aynı şekilde buraya aktarırdım, çünkü şimdi hissettiğim şey eksiksiz olarak, taa o zaman yazılmış. Ben de Yıldırım’ın düştüğü tuzağa düşüp onun hakkında yazmanın kolay olacağını sanmıştım. Benim metnim de bir türlü çözülmemiş, dağılmış, giderek başka yerlere kaymıştı.

Başlangıçta Hulki Aktunç öykücülüğünde erotizm konusunu işlemeye karar vermiştim. Okudukça, düşündükçe bunu değil üç sayfalık bir incelemede, bir tezde bile tam olarak dile getiremeyeceğimi anladım. Haydi dedim, konuyu biraz daha daraltayım: “Hulki Aktunç öykücülüğünde erotizm metaforu olarak meyveler.” Hulki Aktunç’un bir röportajında yaptığı erotizm ve pornografi karşılaştırmasıyla konuyu açmak mantıklıydı. Boş sayfaya on- yirmi kelime de olsa yazabilmiştim. Sonunda başlamıştım ve bu bitirmenin yarısıydı. Bir nebze iyi hissettirmişti. Taslak metnim:
“Küfürle argo adasındaki fark neyse, pornoyla erotizm arasındaki fark da aynı şey. Erotizm estetik olan, kendiliğinden var olan bir şey, bir amaçla üretilmez. Herhangi bir vesikalık fotoğrafta bile onu görebilirsiniz, çünkü istenilerek yapılan bir şey değil. Pornografi amaçla ve küfürle yapılır. Erotizm pornografiyi asla içermez. Daha incedir, daha şifrelidir, daha zariftir, daha hoştur ve edebiyata da erotizm yakışır.”
Kendime güvenim az da olsa gelmişti. Şifreleri çözmede doğru yolda olabilirdim. Özenli, incelikli ve titiz Aktunç yazımındaki sırlarla dolu çekmecelerden birinin ufak anahtarı bende olabilirdi. Bir Yer Göstericinin Hayatı ve İçimin Kuşları öykülerinde bulduğum ortak kelime, o sulu, tatlı, kurusu da ayrı lezzetli olan meyve beni Aktunç’u anlama yolunda farklı bir boyuta taşıyabilir miydi acaba?
İncirdi, evet incir. Üzerinde düşünmeye başladığımda, çekirdeklerinden daha fazla tohum atabileceğini hiç fark etmemiştim. Öykülerden ilgili kısımları tekrar okumakla başladım:
‘Üçten yediye öteye, yediden dokuzdan öteye, sarı kara albasmış yeşil kanatlar. Yükün bu mu? diye soruyorlar. Olmamış incirin sütü. Bebe yumruğu kadar ham ayva. İstersen kılı kılına vaktinde git. Birkaç şeye gecikmiş olursun mutlaka.’ (Toplu Öyküler 1, YKY, İçimin Kuşları, sayfa 170)
Teninde, mermer kokusu vardı. Direten taşların, o taşlarda göveren incirlerin kokusu vardı. (Bir Yer Göstericinin Hayatı, YKY, Bir Yer Göstericinin Hayatı, sayfa 83)
Bir şeyler seziyordum ama tam olarak anladığımı söyleyemeyecektim. O sırada kendisinin sözleri yardımıma koştu. Küfür ve argo, demişti, erotizm ve porno gibi…Aklıma 1998’de ilk baskısı yayımlanan Büyük Argo Sözlüğü geldi, Öncelikle oradan baktım incirin anlamına:
İNCİR i. (fars. Encir, “kıç”tan) Dişilik organı, vajina, ferç.
(Ender olarak) Anus, makat, ferç.
Öğrendikçe daha da fazla merak ediyordum. Büyük Argo Sözlüğü’ndeki tanımlamalardan fazlasını arıyordum. Usuma oturmayan, içime sinmeyen bir şeyler vardı. Yazmaya ara verdim.
Günler geçiyordu. Sevgili arkadaşım Zerrin Saral’a teslim için söz verdiğim tarih yaklaşmaktaydı. Yazım tabii bitmemişti. Hulki Aktunç’a saygısızlık yapmak istemiyordum. Onun dikkatine, özenine ve titizliğine yaklaşamayacak bile olsam çabalamalıydım ve bunun için zamana ihtiyacım vardı. Daha öncesinde değil, tam son gün gönderebilecektim.
Konuyla ilgili bir şey düşünmüyor gibi hissettiğim anlarda bile beynimin ardında öykülerdeki incir dönüp duruyordu. Bir sabah, kutsal kitaplardan inciri araştırmalıyım, diye uyandım. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri ABD profesörü Halil İbrahim Bulut’un “Bir Kur’an Meyvesi Olarak İncir ve Türk Kültüründe İncir Yorumları” başlıklı makalesiyle karşılaştım:
 Kur’an’da zikredilen meyveler; hurma, incir, zeytin, üzüm, nar, kiraz ve muzdur1. Bu meyveler farklı bağlamlarda da olsa pek çok defa zikredilmiştir. Ancak incir (tîn), Kur’an’da bir surenin2 adı olup, sadece bir âyette kasem (yemin/and) ile anılmaktadır. Burada Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İncir ve zeytine, Sina dağına ve bu emin beldeye yemin olsun ki; biz insanı en mükemmel sûrette yarattık. Sonra da onu aşağı derekeye düşürdük. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâfat vardır.”.*
İncirin adıyla ve o ada yemin edilen bir surenin olması merakımı daha da kamçıladı. Suredeki incir ve zeytin farklı uzmanlar tarafından iki şekilde yorumlandığını öğrendim. Birincisinde meyvelerin kendi anlamlarıyla kullanıldığı kabul edilmiş, ikincisinde ise bu meyvelerin yetiştiği ve tarihte çeşitli peygamberlerin yaşadığı coğrafi bölgeler olarak tefsir edilmiş. Kutsal kitaplarda da farklı mânâlar edinmiş olan incirin Hulki Aktunç metinlerinde tek bir anlamla kullanılmasını beklemek onu hiç anlamamış olmak demekti. İlgi ve merak duyduğu geniş konu tayfında kutsal kitapları es geçmiş olamazdı.
Araştırdıkça İncil’de de Matta, 7/16, 21/19-21, 24/32; Markos, 11/13, 20-21; Luka 6/44, 13/6-7; 19/4; Yuhanna 1/48-50 gibi kısımlarda incirden bahsedilmiş olduğunu öğrendim. Kitab-ı Mukaddes’te ise Adem ve Havva’nın cennetten kovuluşları hakkında genel kanıyı yok eden bölümde incirden şu şekilde bahsediliyordu: “..Bahçenin ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz, fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvesi hakkında Allah: Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki ölmeyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz, çünkü Allah bilir ki ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bilerek O’nun gibi olacaksınız. Kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi ve gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı. Onun meyvesinden aldı ve yedi, kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, kendilerinin çıplak olduklarını bildiler ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar…”3 Elma değil, incir meyvesi Adem ile Havva’ya yasaklanmıştır Kitab-I Mukaddes’e göre…
Gerek yasaklı meyve oluşu gerek etimolojik kökeni sebebiyle, özellikle Ege’de halk incir kelimesinin kullanımını ayıp bulmuş ve yerine “yemiş” kelimesini kullanmaktadır. Konuyla ilgili yazılı kaynak bulamasam da doksan yaşındaki annemin anlattıklarına göre Bursa’da yoldan yüksekçe olan bir parka “incir sarkıtan” denilmiştir. Bunun sebebi yoldan parka bakıldığında parktaki kadınların eteklerinin altının görülmesidir. Parktaki kadınlar “incirlerini sarkıtmaktadırlar.”
Aktunç’un vefatından sonra yayımlanan Varlık Ağustos 2011 sayısında Nalan Barbarosoğlu’nu onu “Bazı insanlar kocaman bir göz olarak doğarlar. Gördüğünü daha da görmek isteyen, gördüğüyle yetinemeyen, kıpır kıpır gözlerle bakarlar dünyaya… Gördüğüne anlamı da kendi verir bu gözler” diyerek anlatmıştı. Hulki Aktunç’un kocaman gözleri mutlaka çocukken de meraklı ve ilgili olmalıydı.
Hulki Aktunç sekiz dokuz yaşlarındayken bir akrabalarının kütüphanesinde bazı kitapların gizlendiğini fark eder. İlk baskısı 2002 yılında yayımlanan Erolotogya? Kitabının 43. Sayfasında o günü şöyle anlatır: “En üstteki rafta, nedense ters konmuş, sırtı duvara dönük bir cilt var. Boyum yetmiyor, bir sandalyeye çıkıp o kitabı alıyorum. Kapağında şöyle yazıyor: Evlilik ve Aşkın Mahremiyetleri/ Aşkın Fizyolojisi……Heyecanla, elim titreyerek açıyorum kitabı: Kapaktan itibaren gelin ve damat fotoğrafları var. İlk sayfalarda şu yazı: Evlilik ve bu saadetten yapraklar!………………….Birkaç sayfaya baktım bakmadım, bir tıkırtı duyuluyor. Büyüklerden birisi (bir hanım) geliyor. Elime bir fiske atıyor: “Seni seni! Bırak elinden onu bakayım! Aşağıdaki masal kitapları neyinize yetmiyor?”
Yıllar sonra yüksek raflarda saklanan mahrem konuların yer aldığı metinleri ve argo sözlüğünü kendisi yazacaktır. Bu metinler tabii ki Dr. Cemal Zeki Önal’ın Evlilik ve Aşkın Mahremiyetleri/ Aşkın Fizyolojisi isimli kitabındaki gibi değil, Hulki Aktunç’un kurduğu incelikli, yoğun metaforlarla dolu katmanlı diliyle oluşmuş eserlerdir.
Bu arada diyeceksiniz ki öykülerdeki incire ne oldu?  Hala düşünüyorum yukarıda bahsettiğim iki ayrı öyküde bir tek kelimeye yüklediğim ve an be an çoğalan onlarca derin mânâyı. İçimin Kuşları’ndaki olmamış incirin sütü, öykünün devamıyla birlikte argo anlamından kayıyor belki… Bir Yer Gösterici’nin Hayatı’nda ise incir, kökleri derinlere ulaşıp yapıları yıkan, bu sebeple özellikle harabe yakınlarında görülen incir ağaçlarının göğermesine benzetilmiş olabilir mi? Ya da tam tersi anlamda Madam Krista’nın mihrabı yerinde dekoltesinin taze incir kokusu mu vardır? Hulki Aktunç’un kafamı karıştırmasına izin veriyorum, göz kırpıp beni çağırdığı oyununa dahil oluyorum. Oyunu, benimle onun arasında. Hiç kusura bakmayın süzüp içime sindirdiklerimi sizden saklıyorum. Ben de sizin oyununuza karışmıyorum. Yok mu diyorsunuz, zor mu geliyor oynamak? E o zaman tamam okumayın Hulki Aktunç’u, aşağıdaki masal kitapları neyinize yetmiyor?
 

 

 

1 Davut Aydüz, Kur’an-ı Kerim’de Besinler ve Şifa, İstanbul 2002, ss.85-104.

2 Tin Sûresi, Kur’an-ı Kerim’in doksan beşinci suresidir

3 Tekvin, 3/1-8.

 

KAYNAKÇA

Hulki AKTUNÇ, Toplu Öyküler 1, YKY, 2003

Hulki AKTUNÇ, Bir Yer Göstericinin Hayatı, YKY, 2021

Hulki AKTUNÇ, Erotologya?, YKY, 2002

İbrahim YILDIRIM, “Meraklı Okurun Öykü ‘Zaman’ları”, Varlık, Şubat 2004

Nalan BARBAROSOĞLU, “Görgülü Gözün Hayatı”, Varlık, Ağustos 2011

https://www.yapikrediyayinlari.com.tr/buyuk-argo-sozlugu-taniklariyla.aspx

 

Dosyanın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir