DÜŞÜNCELER
Benden başka binen olmadı otobüse. Sabahın bu saatinde tek kişilik koltuk da boş üstelik, ballısın kızım. Şanslı günümdeyim. Yoksa ayakta nasıl okuyacaktım ki?
Otobüste kitap okuyanlara da hamileler ve yaşlılar gibi koltuk ayırsalar ya.
Sesli konuşmuş olmalıyım, arka koltuktaki kızlarla göz göze geldik, gülümsedik. Kızlardan biri yanındakine “Ne oldu sana verdiğim kitap bitti mi?” dedi ben koltuğuma yerleşirken. Kitabımı görmüş olmalı. “Yok ya ne bitmesi! Kızım aşklı meşkli şeyler seviyorum ben, içimi gıcık gıcık etmeli. Toplumsal mesaj bana mı kaldı?”
“Gıcık gıcık!” dedi vallahi öteki…
Gözümün önüne yağlı güreşçiler geliyor sıra sıra; kispetli, kafa kol birbirine geçmiş. Cazgır ha bire bağırıyor. Her yer yağ, vıcık vıcık…
‘Atla kızım şu otobüsten bir durak evvel, spor olsun, temiz hava da alırsın.’ Kaç sayfa okudum zaten, üç mü? Okuduğum yeri bazen iki kere okuyorum; tartmak, kıyaslamak, düşünmek lâzım. Ne muhteşem gün üçü için de Düşünceler içinde.
Pascal ‘Hayattaki en önemli şey meslek seçimidir. Onu da tesadüfler tayin eder,’ diyor okuduğum son sayfada. Beni gün içinde otobüs vapur arasında defalarca dolaştıran o tesadüf işte, doğru. Başka ne olabilir ki? Vapuru kaçırmazsam iyi. Niye indim otobüsten, bu kadar yol tuğla kalınlığında kitapla yürünür mü?
Son anda halatı çekerlerken atladım vapura. Bir tuhaflık var. Her yer boş bugün. Ne olmuş ki?
Yine oturdum, yatmak istiyorum halbuki! Ben bir librokübikülaristim. Liber ‘kitap’ demek o elimde, cubiculum ‘oda’ demek ama odasız tek bir şezlonga da razıyım.
Kapatın şu televizyonu Allah aşkına! Bangır bangır kim ne diyor, niye diyor, kime diyor belli değil! Adam bin altı yüzlerde demiş işte, ‘İcat edilmiş bütün eğlenceli işler arasında en korkulması gerekeni tiyatrodur,’ diye. Al sana tiyatro en âlâsından.
“Abilerim ablalarım. Şu elimde görmüş olduğunuz alet yüzyılın icadı olup limonuuu******limonnnn????…”
Sıkılıp buradan da atlayacak hâlin yok ya. Çık kızım rüzgâr yüzüne yüzüne vursun. Çırpınan dalgalardan gelen su üzerinde bir iyot kokusu bıraksın. Şiir mi okusaydım bu sefer? Elli bilemedin altmış sayfa, biterdi giderdi hemen.
O kız izmariti denize mi attı? ‘Şişşşt abla izmaritini denize düşürdün,’ desem mi? Pascal, ‘İnsanların bütün mutsuzluğu bir tek şeyden kaynaklanır. Bir odada sessiz sakin kalmayı becerememelerinden. Geçinip gidecek kadar serveti olan insan, keyifle evde kalmayı bilse denizlere açılmaz, kuşatmalara gitmezdi. Üzerinde kafa yorulduğunda görülür ki hiçbir şey bu mutsuzluğu teselli etmez,’ demişti halbuki. Kuşatsam mı şimdi bunu? Yedirsem o izmariti. Aslında bir balığın karnından Hazreti Yunus çıkıp gelmeli şimdi, ‘Kızım yakışıyor mu özene bezene boyadığın tırnaklarına, sarı saçlarına, o allı pullu kıyafetine,’ demeli sakin sakin.
İzmaritini denize atan o kız, kitapları da bitirmez yarım bırakır kesin. Yarım kalmış tüm kitapları okusam ruhlarını rahatlar mı yazarlarının? Tuğlalar gibi dizsek yerlere hepsini, ekvatoru kaç kez dolanır o garipler? Kitaba sahip olma duygusu, karnı aç aslanın, bir geyiğin peşinden koşarak pençe atması, sonra kan revan içinde geri bırakırken ‘Yok be anacım çok da aç değilim sanki,’ demesi gibi. Düşünsene gece rüyana giriyor Pascal, elinde icadı, hesap makinesi, tak tak bir hesap etse ‘Elli sayfa mı okudun, dalga mı geçiyorsun kaardeşiiimmm, senelerce yazdım ben,’ dese. ‘Abim zaten kendi dilinde okuyamıyorum, çeviri dersen; eh işte acı bana,’ mı diyeceğim? Bin sayfalık Monte Kristo Kontu’nu okuduğumda da aynı bitirememe korkusunu yaşamıştım. Dumas başında fötr şapka, elinde baston ile gelecek, vuracak kafama ve kibarca ‘Altı yüzde kaldın canım ha gayret,’ diyecek neredeyse. Bitecek belki ama tüm büyük yazarlarda olduğu gibi bir azar, bir atar! Pascal da az değil hani, altı yüz sayfa yazmış.
Geçmişi kınalı bu kızın belli, ilk vukuatı değil bu. Bugünün sloganı: Denize sadece balık olan izmarit yakışır. İzmaritini mavi sulara savuran kızımıza o yüzden Poseidon’u uygun gördüm. Deryanın hâkimi, üç uçlu mızrağın sahibi Poseidon ‘ÇOK YAŞA’… Bir ricam olacak zatıâlinizden, şu hanımın saçlarından tridentiniz ile tutup sallayarak bir ders verir misiniz? Sizden başkası korkutamaz bu kızı. ‘Vayyy sen misin evimizi ocağımızı kirleten?’ dese bitti zaten, yeter o korku. Canım Poseidon beni duyup tridentini kaldırınca araya girdim, ‘Lütfen söyler misiniz, kitapları da bitirsin.’
Televizyon izlemediğim için haberim olmamış tatilden. Bayrammış. Gene ne bayramı? Olsun, bu da güzel yalnız bir gün geçirip yazacağım, çizeceğim, okuyacağım. Ohhhh…
Koca günü devirdim akşam da vapura yetiştim. Bugün asıl ödülüm bu olsa gerek zira senelerdir yakalayamam son vapuru.
Şu an olmak istediğim yer burası değil fakat: Tek katlı, ufak bahçeli, mahalle arasındaki evimin önünde, kapının eşiğine oturmuş, ayağımda terlik çetik, elimde çekirdek, bir kap yemeğini ocağa koymuş eşimi bekliyor olabilirdim, tüm düşüncelerden, kaygılardan uzak. Vapurun üst kısmında küpeşteye yapıştım, gökyüzündeki tek yıldıza bakıyorum.
Ne biçim bir dünya, galaksi, evren! 1453’ te yanan yıldızın ışığını görüyorum, yeni ulaştı bana. Birazdan o da söner. Hiç sevmem her şeye geç kalan insanları. Her şeye geç kalıyoruz. Fatih de sevmezdi eminim. Düşünsene, Fatih Sultan Mehmet topların çizimlerini yapıyor, Macar döküm ustası ve mühendisler, ‘Efendim Şahi biraz gecikecek. Uykumuz geldi, yatıverdik,’ diyorlar.
“Tiz vurun kelleleriniii!”
Pascal ile birlikte güldük duruma. Hayat işte!
Bir an önce eve gitmek istiyorum. Ama yıldız o kadar parlak, öylesine güzel ki orada takılı kalıp kurmacanın içine dalıyorum.
Çöz beni Pascal!
*Blaise Pascal’ın Düşünceler adlı kitabından esinle yazılmıştır.
Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabşilirsiniz.
Kalemine sağlık Elif Hanım
Teşekkür ederim nazik mesajınız için.
Tebrikler, oldukça iyi, en azından bana göre. 🙂
Çalışmalarınızın devamını heyecanla bekliyoruz
Mesajınız için teşekkür ederim.