Şıh Cimşit’in Düş Hesapları: Unutuşun Yollarında Dolaşmak
Öykücülüğümüzün en önemli isimlerinden biri olan Hulki Aktunç’un, Kalbin Çorak Toprağı ya da Şıh Cimşit’in Düş Hesapları öyküsünü yorumlamak-yorumlamaya çalışmak- bir rüyayı yorumlamaktan farksız olacak benim için, zira öyküyü ilk okuduğumda bir düş görmüş ve bu düşten zamansızca uyanmışım hissine kapıldım. Hulki Aktunç’un öykü evreninde zaman zaman bana ürkütücü gelen, düşsel bir çaresizlik olduğunu düşünmüşümdür hep.
Bağırılmayan, göze sokulmayan, süssüz cümlelerin arasında gizlenmiş bir çaresizlik… Bu duyguyu bana en çok yaşatan öykülerden. Öykünün bende bıraktıklarına değinerek yaptığım bu bireysel değerlendirmenin ardından, biraz da öyküdeki katmanları aralamak isterim. Ama öncelikle, öykünün ana karakteri olan Şıh Cimşit’in kendini nasıl tanımladığına bir bakalım.
“Evirsem de çevirsem de kurtulamayacağım şey, düşçü olmam. Neye bağlanırsa bağlansın. Tekinsizlik, büyülenmişlik, perililik, ifritle iş birliği, kösnü, incubus, succubus kaçaklık, korkaklık, sığıntı karmaşası.”
Bu ifadenin başta verilmesi, öykünün katmanlı yapısının anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Zira öykünün en çok üzerinde durulması gereken özelliği, anlam doğurganlığı. Bölünme, parçalanma, hesaplaşma ve sıkışmışlık ana izleklerinin yanında, nice izleğin de yer bulduğu öykünün girişindeki şu diyaloğa bakacak olursak, bu özelliğin ilk sinyalini almış oluruz:
“İfrit: Bu gece de aldanmaya ne buyrulur sultanım?
Cimşit: Burası irem midir dünya mı? Ona bağlıdır.”
Tek başına bir öykü olarak kabul edilebilecek bu diyalog, daha en başından okura giz dolu bir bahçenin kapısını aralıyor. Kapıdan geçer geçmez karşılaştığımız ilk cümleler ise şöyle:
“’Düşleyen herifler, tekinsiz heriflerdir.’
Nerede okumuştu?”
Bu giriş, öykünün atmosferini beklenenden de çabuk kurup okuru vakit kaybetmeksizin atmosferin içine çekiyor. Aldanmak, maddi dünyadan kaçış, hayali kurulan bir başka dünya… Bu yoğun kavramların son derece yalın bir dille sunulması, hızla düşünsel boyuta savrulan okurun yükünü hafifletir nitelikte. Zaman geçişleri keskin olmamakla birlikte anlatıma dinamizm kazandırmaktan geri kalmıyor. Belli bir tempoda, usulca ilerleyen ve en önemli sıçrayışını sona saklayan (parçalanma izleği) öyküde tanrı anlatıcının ben anlatıcı ile özdeşleşmesi de okurun öyküyle arasındaki mesafeyi azaltan, önemli bir özellik.
Yazar, karakterini meslek, yaş, dış görünüş vb. pek çok tanımlamadan sıyırarak perdenin ardında tutmayı tercih ederken ona melankolik bir birey imajı yüklemiş. Tüm zamanlara, tüm mekânlara uzanabilen, ustaca işlenmiş bir karakter olan Şıh Cimşit’den kısaca bahsedecek olursak; İngiltere’den dönmüş ve mutsuz biri. Mutsuzluğunun başlıca sebepleri, doğduğu yörede artık ölene dek yaşayacak olması ve adını sevmemesi. Öykünün başlarında bize her tür zorunluluğun bir tür mutsuzlukla eşlendiğini söylüyor ve böylelikle yeni sorgularla öyküyü bir parça daha genişletiyor.
Açılış sahnesinde onu, “düşleyen erkekler tekinsizdir” cümlesine yaptığı İngilizce çeviriyi ve bu çeviri bağlamında erkeklikle düş kurma ilişkisini sorgularken görüyoruz. Buradan elde ettiğimiz ipuçları, Şıh Cimşit’in çevirmen ya da yazar olabileceği, bunlar değilse bile okuyan, sorgulayan, donanımlı biri olduğu. Bu ipuçlarını cebimize koyup ilerlediğimizde, Şıh Cimşit’in geçmişine de kısa bir ziyarette bulunuyoruz. Hulki Aktunç karakterini yine sade ve yerinde değinmelerle ete kemiğe büründürürken düşlerle olan bağlantı da yavaş yavaş kurulmaya başlıyor. Şıh Cimşit’in düşlerle, düşlerininse unutuşla olan bağlantısı. Anlıyoruz ki geçmişine dair hiçbir şeyi unutamayan ama bir lanet gibi üzerine çöken bu unutamayışı türlü içsel oyunlarla def etmeye çalışan biri var karşımızda. İşte İfrit de tam bu noktada da çıkıyor karşımıza.
“İfrit diye andığı, ara sıra öpülür sevilir sığınılır, derken lanetlenir kaçınılır ve kovulurdu.”
“Çocukluğundan beri ona hem aldanmış ve öfkelenmiş, hem sevdalanmıştı.”
“Ama ifrit adıyla anılan, o gün bu gün, kovulduğunda bile başköşeye gizlenen ve bekleyendi.”
Bu satırlar, İfrit’in neyi temsil ettiğine dair soruları beraberinde getiriyor. Masalların korkunç cini İfrit. Şıh Cimşit’in tutunduğu, tutundukça onu daha da dibe batıran İfrit. Umulanla elde edilen arasındaki uçurum. Tüm sırları açığa döken bir ayna. Geçmişe götüren, unutuşun yollarına hapseden, kaçış yollarına evrilen İfrit… Okur ona pek âlâ bu misyonları ve tanımlamaları yükleyebilir. Özellikle, unutma kavramına ayrılan satırların ardından, karakterin daha çocukluk yıllarında beliren ve o gün bugündür yanından ayrılmayan İfrit’in yer yer geçmiş, yer yer arayış, ilkel benlik ya da karakterin kendisi olduğuna dair varsayımlar üretmemek elde değil. Tabii ki her okur bunu kendince yorumlayacak, öyküye kendine dair anlamlar katacaktır. Öykünün bu yoruma açık, bilinçli kurulmuş belirsizliği, başta bahsettiğim gibi anlamı çoğaltması açısından önem kazanıyor. Hayatı değiştirme çabası, sıkışmışlık, kendine yeni bir evren yaratmak, sınırlar, etrafımıza ördüğümüz duvarlar, bu duvarlar arasındaki çırpınışlarımız, cinsel tabular, bastırılmış arzular, tam düşlerimize hâkim olduğumuza inandığımız anda onların kontrolünü yeniden kaybetmemiz, hatta kontrol ettiğimizi zannederken ne denli yanıldığımız… İfrit’in de dediği gibi, en özgür düşlerimizi etrafımızdaki duvarlara kurban veriyoruz belki de:
“Şıh Cimşit: Hani istediğim düşleri görecektim?
İfrit: Bunlar istediklerinizin ta kendisi bey.”
Öyküdeki sembolizme gelecek olursak, en başta İfrit’in adını anmamız gerekir elbet. Bunun yanı sıra şu cümleler de konuya başka bir örnek teşkil edecektir:
“…yorgun ve mutlu uyanılan 13 büyük düşten sonra ikinci dönem düşleri kısaldıkça kısalmıştı.”
“İkinci 13 düşü, erinçsizlikle dolu üçüncü on üç izledi.”
Şıh Cimşit on üç günlük periyodlarla rüya görmektedir. Bu rüyalar uğursuz olduğuna inanılan “13” sayısıyla ilişkilendirilerek, düşlerin uğrattığı hayal kırıklığına ve Şıh Cimşit’in giderek kaçan rahatına yapılan vurgu derinleşmiştir. Bununla beraber, on üç sayısıyla sembolize edilen ortak algı, toplumsal inanç gibi kavramlar, Şıh Cimşit’in dışarıyla, sınırlarla, geçmişi ve bugün yaşadığı hayatla verdiği içsel savaşa dair örtük birer anlatım niteliği kazanmakta. Öyküde yer bulan bir diğer sembol de Sukkubus. Yani rüyalarda ortaya çıkan ve genellikle cinsel yollarla erkekleri baştan çıkarmak için kadın şeklini alan, folklorik, doğaüstü bir varlık. Şıh Cimşit’in yer yer sezdirilen cinsel bastırılmışlığı bu sembol ve Londra’da kalan sevgilisi Franceska ile su yüzüne çıkıyor. Hulki Aktunç, efsanelerin ve efsaneleşmiş inançların izlerini serpiştirdiği öyküsünde yine kendisine has kıvrak dil oyunlarına başvurarak Şıh Cimşit’in Franceska ile yaptığı diyalogları gerçekle düş arasında bir yerde konumlandırmış. İki sevgiliyi dinlerken bu diyalogların varlığından, hatta Francesca’nın varlığından dahi şüpheye düşüyoruz.
Son olarak, kendimden bir yorum daha katacak olursam, büyük usta Hulki Aktunç’un dilsel bir derinlikle, soyut olanı somut, somut olanıysa soyut düzleme taşıyan bu öyküsünün katmanları arasında yolculuk yapmanın içsel bir yolculukla eş değer olduğunu düşünüyor, öyküyü okuyacaklara iyi yolculuklar diliyorum.
Dosyanın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.I