Bedire Akaray

BİR SAHİLDE TEK BAŞIMA OTURURKEN

 

Bir sahilde tek başıma oturuyorum. Çürük papatya sarısı kumlar, çürük papatya kokan bir beyni taşıyan kafama yapışmış, vücudumun altında minyatür karıncalar misali kımıldanıyor. Evet, hareket ediyorlar gerçekten. Hem biliyorum ben minyatür karıncaların neye benzediğini. Karınca koleksiyoncusuydum bir zamanlar güya. Aslında despot ağustos böceklerinin sadık tetikçisiydim. Bana birçok sırlarını verirlerdi. Ve bilirsiniz, her sır biraz günahtır. Böylece cehennem kavşağındaki kaderine razı bir grafik ışığı olup çıktım. Evet evet, grafik. Cehenneme inip çıkan her litre alevin çetelesini tuttum. İmzalarını titizlikle topladım. Bunun için. Çürük papatya sarısı bir yağmur için, hiç yoktan iyidir dediler. Böyle olacağını zavallı ben nereden bilebilirdi?

Bir sahilde tek başıma oturuyorum. Çürük papatya sarısı kumlar benimle ne yapmaları gerektiğine karar vermeye çalışıyor. Üstümü örtmeleri kâfi mi, yoksa en derine gömülene dek parçalamalılar mı her zerremi? Önce biraz uyuyacağım. Aşağı baktığında ayaklarını göremeyen mavi bir meleğin kıyısındayım. Çürük papatya sarısı kumlarla giyinmiş bir sahilde tek başıma oturuyorum. Ve o melek o kadar güzel ki… bir kere kanatları çok büyük. Sığabilirim o kanatlara ve uçabiliriz birlikte. Biriktirdiğimiz anılardan bir halı dokuruz olmazsa. O, en çok mavi olsun diye tutturur. Ben merak ederim, yağmur bir gün ansızın topraktan gökyüzüne doğru yağmaya başlarsa fikri değişir mi, diye. O yüzden onun maviye boyayışını sessizce izlerim.
Doğruluyorum oturduğum yerden. Dilimin altında, çiğnemeyi uzun süre önce unuttuğum bir sakız buluyorum. Ne tadı kalmış, ne rengi. Yine de burnumda pembe bir koku. Ne çilekten ne şekerden. Ağarmış kan yalnızca. Meleklerin kanı yoktur ki. Versem mi acaba bizimkine kendimkinden biraz. Gerçi benim damarları bulamıyor kimse. Belki kayıptır, belki hiç var olmamıştır. Tıpkı bir melek gibi. Bir sahilde tek başıma oturuyorum. Çürük papatya sarısı kumlara çürümemiş bir rüyamı çiziyorum. Onu daha az önce gördüm. Çürük papatya sarısı kumların altında masmavi bir bulut vardı. Belki de güneşi kanla sıvamayı başardılar ve beyazlar kaçtı bu yüzden. Önüne çıkan ilk sonbaharın cam kenarı koltuklarından birine.
Dünyaya yakın, topraktan uzak bir arafa sıkışmıştı ki sonbahar yağmurları dinmezdi hiç. Sorup dururdum gişedeki memura, ne zaman başlayacak, diye. Ama ne yazık ki gözkapaklarını kaplamış külden kırağılar izin vermezdi yaşadığı kâbuslarda ölmesine. O yüzden cevap veremedi bana, bir canavar görmediğim için ömrümde hiç. Oysaki seslerini çok duyardım. Paspartulu bir çerçeveden mahzun mahzun ağlarlardı altın varaklı kelepçelerime bakıp. Melekleri ise gördüm ama duymadım seslerini hiç. Doğrudur, velev ki ben rüyasında bağıramayacağını öğrenince, her rüyasında bunu sınamaya kalkan alık bir yaratığım. Macera arıyorum ciğerlerime. Sigara molasına çıkmış kâbuslarımdan vakit buldukça rüya görüyorum, soluk borusu kelebek kalıbıyla üretilmiş burjuvanın bu iki kapılı partisinde. Okuduğum her kitap ayrı bir pranga. Cevapları var ama onlarda bilmece. Beynimde nörondan çok düğüm var. Karışıyor duyularım birbirine. Maviyi sayamıyorum ve koklayamıyorum beyazı. Eksik hissediyorum kendimi mütemadiyen. Deniz havası biraz iyi gelir diye bu sahilde tek başıma oturuyorum. Çürük papatya sarısı ağır adımlarla bir sıçrayıp bir yıkanıyor narin gelinciklerin yapraklarından. Kalplerindeki siyah daire bir göz gibi. Hangi aleme açıldığını hangi arı bilir?
Oturuyorum işte tek başıma. Ufkun gerdanındaki en mavi halka hastalıklı bir yeşile çalıyor gökyüzüne unutulmuş mezar süsü verebilir umuduyla. Dikenli teller vardır her gerçek denizin dibinde. İki tarafında kederli melekler bakışıp durur. Süslü mercanlara kimse itiraf etmez kötürüm olduklarını. Zaman yoktur denizde. Üzülmesin diye mercanlar. Onlara sürekli parti için birazdan yola çıkılacağını söylerler. O birazdan ise asla ne bir ne de azdır. Böylece onlar yalnız kalmasın diye partiye kimse gitmez. Denizyıldızları hariç. Yaratıldıklarında alamadıkları kalplerini başkalarınınkini sökerek kazanabileceklerini sanırlar bazıları.  Nihayetinde deniz de güneş gibi sıvanır kanla. Şarkısını söyler, filmini çeker, pastasını keserler. Gece olduğunda uyurlar kimse uyumayın demediği için. Sonra ne mi olur? Ne bileyim. Ben bu sahilde tek başıma oturuyorum. Ne dikenli teller aştım ne de uyudum. Ben bir rüyayım. Çürük sarı ekmek de yesem bir şey olmaz bana. Yağmuru bile mavi sanıyorum ben. Arada bir şu mavi melek bekçilik görevi verir bana. Her ayda sadece bir gece gökten inen yusyuvarlak beyaz bir kavun her nasıl yapıyorsa mavi meleğin devasa kanatlarını aşağı yukarı silkeleyedururken deniz yıldızlarına göz kulak olayım, diye. Mavi melek bu görevi perilere de verebilirdi aslında ama onlar yanıyor demire temas ettiğinde. O yüzden bana kalıyor. Ben topraktanım ya hani, kurşun bile değse delemiyor göğsümü. Yumruğum büyüklüğünde, kasılıp gevşeyen, dört odacıklı, mutasyon geçirmiş bir nara benzeyen o şey sol tarafımda koruyor beni. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama oluyor işte. Mavi melek onun çok kıymetli olduğunu söylüyor her fırsatta. Onun güneşten bile güçlü ve sıcak olduğunu anlatıyor. Büyükmüş de. Hem de bu sahilden bile büyükmüş. Papatyalardan bile narin, gelinciklerden bile ateşliymiş. Hem onun da gözü varmış. Bir yere değil her yere açılırmış. Yetmez bana bu kadar masal ama her yer bezelye tanesi doldu. Prenses uyanmak üzere. Biri ona çayındaki papatyaların çoktan çürüdüğünü söylemeli. İçimden bir ses bu işin de benim sırtıma kalacağını söylüyor. Olsun taşırım. Dikenli tel taşımayacağım ya. Alt tarafı görev. Alt tarafı hayat. Alt tarafı gece. Ama ya onun gözleri? Sürekli düşündüğüme göre hiçbir yere sığmıyor olmalılar. Ben hariç hiçbir yere. Acaba bende mi bir sahilim? Oysa ne papatyaları severim ne de hayatımda bir kere bile gelincik gördüm. Kanatlarım bile yok. Belki biraz maviyimdir ama emin olamıyorum. Kimse bana gerdanımda unutulmuş mezarlarla dolu koyu bir ufuk taşıdığımı da söylemedi. Önemli mi söyleyip söylememeleri? Deniz yıldızlarını koşuşlarını bile göremeyen yaratıklardan ne bekliyorum ki. Galiba öyle. Ha ufuk ha gerdanım. Aralarında çok mesafe olmasa gerek. Rüzgârı hissediyorum zaten. Saçlarıma hiç çekinmeden sarılıyor. Bu demek oluyor ki önceden tanışıyoruz. Her şey harika. Dudaklarımın kırmızıya boyandığını şimdiden hissedebiliyorum. Çünkü yağmurda renk veriyorlar. Kimim, ruhunu dudaklarımda yıkamaya kalktığında dolunayın kızıl tarafını görecek demektir bu. Dolunay iyi çocuktur, ayda sadece bir gece gökten sırtıma düşeyazan yusyuvarlak beyaz kavun kendini gösterdiğinde ortadan kaybolması yok mu bide… O vakitlerde canım sıkılır yalnızlıktan ve denizi silkelerken dökülenleri toplamaya girişirim. Acayip eğlencelidir bu. Biraz tuz, plastik kirpikler, camdan tırnaklar, sandıklı yosunlar, iki bin yıl boyunca iki başlı, yedi kollu ahtapotun midesinde beklemiş hazineler, yeni temizlenmiş güvertelerden düşüvermiş muz kabuğu aromalı kabuslar ve ejderha irislerine hamile istiridyeler… En az 28 en çok 31 dirhem çürük papatya sarısına satılır hepsi. Eşantiyon maviden kime ne bahar gelecek ki…
Bir sahilde tek başıma oturuyorum işte. Çok kelimem ve bir kalbim var, anlaşılmıştır zaten. Verdiğim sözler, dinlediğim sözlerden çok olduğunda kaybediyordum az daha. Ama kurtardım. Sivri taşların üstünde halı gibi yürümek cennetten korkmamakla mümkünmüş. Tabii bir de bezelyeyi sevmekle. Henüz ikindi. Biraz daha uyusun prenses. Gecenin lacivert duvağı yusyuvarlak beyaz kavunu çok özlerken uyandıracağım ki şemsiyeye ihtiyaç duymadan dalabilsin denize. Kasılıp gevşeyen, yumruk büyüklüğünde, dört odacıklı, mutasyon geçirmiş bir nara benzeyen o şeyi gördüğünde de ondan kaçmayıp üstündeki nahif gözlerin açıldığı nice gökleri seyrettiğinde bizim bu mavi irisli, sarı retinalı beyaz kirpikli tanıdık gökteki mütebessim yıldızları en asi denizlerin en mahrem rahminde bile yaşatmayı unutmayan kudrete hayran kalsın. Uzun uzun düşünsün. Ben sahilde sonsuza dek onu bekleyeceğim nasıl olsa. Çürük papatya sarısı kavun kabuklarının üstüne nar mavisi melekler çizerek.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir