Özge Doğar

DİRENEN RENKLİ ÇİÇEKLER

“Ne güneş ceplere sığar ne de deniz banka cüzdanlarına…

Yumruğun kadardır yüreğin, gökyüzü işte  oraya sığar”

Yazar Özge Doğar sekizinci kitabıyla ilk kez öykülerini okurlarla buluşturdu: Renkli Çiçeklerim Var. 

Çiçekleriyle birlikte hayallerini de bizlere uzatan Pembe karakteri üzerinden kurgulanan on üç öyküyle  fark edemediğimiz, geçip gittiğimiz, önemsemeyip uğraşmadığımız kişiler, durumlar, olayları tekrar  düşünmemiz, gözden geçirmemiz sağlanıyor.  
“Benim adım Pembe, siz bana Çiçekçi Kadın dediniz, adımı sormaya bile gerek duymadınız,” cümlesiyle  başlıyor kitap. Kuvvetli bir vurguyla söylenen isimlerle başlamak istiyorum söyleşimize. 
Resmi tarihin altında kişiliksizleşen, yok olan, kimseler onun farkında olmadan bu hayattan geçip  giden, adından başka hiç bir şeyi olmayan, bu yüzden sürekli “Benim adım Zebercet” diyen karakter ile ortak dertleri var mı Pembe’nin?  
Bir hayalet gibi insanların arasında olup da görünmeme, duyulmama, varken yokmuşlar gibi algılanma  ve bunun sonucu olarak da bu insanları ötekileştirerek günün sonunda suçlu durumuna düşürmek.  Pembe inatla iyilikten güzellikten yana tavır alıyor. Onun bireysel eylemi iyi olmak. Çünkü Pembe hep  kötülük görmüş, kötülüklerden kaçmış iyiliğe sığınmış. Yöntem olarak bunu seçmeyebilirdi, belki de aşk  ehlileştirdi onu. 
Sistem gün geçtikçe hepimizi yalnızlaştırdı hatta bunu moda haline getirdi. Hepimiz gündelik hayatın  sorunlarında ezilirken diğer taraftan kibir yakamızı bırakmadı. Önünden geçip gittiğimiz çiçekçi kadın  ve diğer geçip gittiğimiz görmediğimiz insanlar ve insanlık bizim. Birbirimize yabancılaştıkça kaybolduk  ve artık kilitlenme zamanı. Kaybolmamak için çiçekler uzatıyor Pembe, insanlara. Biz de önce bir  merhabayı esirgememeliyiz çevremizden, belki de sokağımızdaki çiçek satan kadından. 
Pembe çiçekleri aracılığıyla ruhen tutunmak, başkalarının bireysel tarihlerine mi eklenmek istiyor? 
Kendi yüreğini uzatıyor Pembe. Çünkü biliyor ki hepimiz kişisel tarihimizde yara aldık. Bunu toplumsal  tarihten getirdiğimizi bilmese de sıkıntılarımızda bir ortaklık var, bunu hissediyor. Bu yüzden “Renkli  Çiçeklerim Var,” diyor; “Senin acına çare olamam ama belki yüzünde bir gülümseme yaratabilirim,”  diyor. Pembe hayallere dalarken insanların hayatlarında görünür kılınmak istiyor. İnsanın tarihi, bir  varoluş hikâyesidir. “Varım,” diyor o da böylece.
Moby Dick’in ilk cümlesine de yer vermek istiyorum: “İshmael deyin bana”. İshmael ve Kaptan Ahab  ile aynı gemide mi Pembe? 
Bu gemide kadınlara da yer var, evet. Pembe, tüm varoluş hikâyelerinde var çünkü yok sayılmış bir  geçmişten geliyor. Sofrada bir tabak eksilsin diye küçük yaşta evlendirilmiş, çalışmaktan terleyen sırtını  büyümek diye düşünmüş, prenses olacağım derken külkedisi olmuş. Pembe, aynı zamanda milyonlarca  kadının, duyulmayan sesi ve bir eylemde ezilen çiçeklerin kokusu. O bir kadın, kimseyle didişmiyor  savaşmıyor sadece mücadele ediyor neyle mücadele ettiğini bilmeden. 
Kendi hayat hikâyesini anlattığı ilk öykü (Sanırsın, Prenses Olmuş Pembe!) ve Bugünde Bir Şey Var  öyküleri hariç ufak değişikliklerle aynı cümle yer alıyor ilk paragrafta: “Renkli, duygulu, güzel kokulu  çiçeklerim var; sarı, mor, yeşil, kırmızı… Senin nazik ellerine ne de güzel yakışırlar. Bir demet çiçek  almak ister misin vazona?” İlkinde çiçekçi olma hikayesi anlatıldığından olmaması doğal. Diğerinde  yer almamasının bağlamsal bir sebebi var mı? 
Kadınların bu sistemde sorunları var ve sanki bu sorunlar yokmuş da kadınlar sanki dert  uyduruyorlarmış gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Kadınlar varlar, insanca yaşama haklarıyla varlar.  Kadınlar yoksa hayatta yok, renkli çiçekler de yok, çiçekçi kadın da yok, varsa da bir gölge olarak var.  Benim öykülerimde kadınlar eşitlikten özgürlükten yana ve bu konuda taviz vermek gibi bir dertleri de  yok. Kadın elinin değmediği dünya nezaketten dostluktan güzellikten uzaktır. Bugünde bir şey var,  öyküsü erkek şiddetini ve eril dünyanın yarattığı tarumarı anlatıyor, çiçeklerin güzelliğini göremeyen  eril dünyayı.  
Önceki soruda geçen cümlede detaylarda yer alan farklılıkları da merak ediyorum. Bu giriş cümlesinin  yer aldığı tüm öykülerde bahsedilen çiçekler renkli iken üçüncü öyküde (Yalancı Yeni Dünya) renksiz.  Çiçek adı ve el betimlemelerinde de farklılıklar içeren bir kaç öykü var. Vurgulamak istediğiniz neydi?  
Her öykünün kadın ekseninde bir derdi var, karakterlerine göre çiçekler ve vurgular yaptım. Aslında  bunu Çiçekçi Pembe yaptı, çünkü pembe çiçeklerini paylaşmak istiyor, bunun için de karakterlerine  uygun sözcükler seçmeli. Yalancı Yeni Dünya öyküsü, birbirini sevmeyen insanlığın yeni dönemde  ilaçlara sığınabileceğinden bahseden bir distopya. Birbirini sevmeyen insanlar, evlilik adı altında ilişki  sürdürmeye çalışıyorlar ve bu kutsal bir birliktelikmiş gibi süsleniyor. Sevginin olmadığı yerde kutsallık  yalan ve renksizdir. İnsanlar birbirlerinden kaçıp ilaçlara sığınıyorlar ve gün gelecek belki de  yemeklerimizi bile haplar ve kapsüllerle yapacağız. Topraktan yeşeren sebzelerin ve meyvelerin belki  de sadece adı kalacak. Verimli topraklarımızın yavaş yavaş yok olduğu bir ortamda bu belki de bir  gelecek kaygısı benim için.
Prezantabl Eleman öyküsünden önce yer alan “Ne güneş ceplere sığar ne de deniz banka  cüzdanlarına… Yumruğun kadardır yüreğin, gökyüzü işte oraya sığar,” cümlesiyle başka bir bölüm  başlıyor. Ondan sonraki öykülerdeki karakterler de iş hayatından. Onların hikâyelerini ayıran yol bizi  nereye çıkarıyor? 
O yol tüm çalışanların işçi olduğuna çıkarıyor. Beyaz yakalının aslında modern zamanda madende  çalışan bir işçiden farklı olmadığını gösteriyor. Paranın egemen olduğu düzende emeğin ve sevginin  dünyası kazansın ve pembenin bizlere uzattığı renkli çiçekler yaşasınlar, istedim. Hepimizin kalbi iki  yumruğumuz kadar ve bedenimizdeki bu yaşamsal organ sevgiyle, sadece emekle atar.  
Merve Haklı Mıydı? öyküsünde geçen “Şimdi her taraf toz. Bu toz bulutu zihnimizi kaplıyor, kalbimizi  ele geçiriyordu. Zihnimiz düşünemiyor, kalbimiz sevemiyordu bu toz yüzünden. Ama yapacak bir şey  yoktu, modern hayat bunu gerektiriyordu,” cümlesi oldukça etkileyici. Düşünmemizi engelleyen  hatta her şeyi kolay unutmamıza neden olan bu toz bulutunu ortadan kaldırmak, içimizde uyuyan  Gömülü Dev’i farketmemizi sağlamak için çiçeklerini uzatan Pembe modern zamanlarda bir nevi  şövalyelik mi yapıyor? 
Bu toz bulutunu ortadan kaldırmak isteyen her birey, birer şövalye. Bazen kirli bir dünyayla savaşırız  bazen yel değirmenleriyle bazen çarkın dişlileri arasında kalırız. Mühim olan kendimiz ve insanlık için  güzel bir dünya yaratabileceğimize olan inançtır. Bunlar gerçekçi olmayan romantik sözler filan değil,  tarihin ta kendisidir. Pembe de kendi dünyasının şövalyesidir, elbette.  
Romanının sinema uyarlamasında Zebercet’i canlandıran Macit Koper bir yazısında şöyle demiş: 
“Anayurt Oteli’ni okuyup bitirenler Zebercet’tir. Başlayıp orasında burasında bırakanlar da Zebercet’tir.  Hiç okumayanlar, Zebercet olduklarını bilmiyorlar daha…”  
Belki Pembe de bunu bilmeden uzatıyor çiçeklerini hepimize, hayalleriyle birlikte. Umutların yeniden  doğabileceğini, yeşerebileceğini unutmayalım diye.

 

*Bu yazı daha önce 26 Hazizan 2024 tarihinde Evrensel Gazetesinde yayımlanmıştır.

 

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir