Kırkyama Kapak Foto1 (1)
Zerrin Saral

DEMET EKER’İN HİKAYELERİ; “KIRKYAMA”

Demet Eker’in ilk öykü kitabı Kırkyama üzerinden, yazma eylemini ve edebiyatın güncel konularını konuştuk.

 

“İçimde anlatılmayı bekleyen hikâyeler varmış.”
Demet Eker’in Kırkyama adlı öykü kitabı, Epona Yayınevi’nden bir ilk kitap olarak şubat ayında okurla buluştu. Pek çok dergide yayımlanan öykülerinden adına aşina olduğumuz bir yazar Demet Eker. Söyleşimiz Kırkyama üzerinden; öykü, yazma eylemi ve edebiyatın güncel konuları ekseninde olacak.
Kaleminizi dergilerde sıkça yayımlanan öykülerinizden tanıyoruz. Kırkyama çiçeği burnunda bir ilk kitap. Söyleşimize yazmaya nasıl başladığınızı sorarak başlamak istiyorum.
Mesleğim nedeniyle yazmaya her zaman yakındım. Uzun yıllardır şiir ve denemeler yazıyordum zaten. Ancak öyküyü hiç denememiştim. Öyküyle yakınlığım çok iyi bir okur olmanın ötesinde değildi. Bir arkadaşım vasıtasıyla Tepebaşı Belediyesi’nin düzenlediği öykü atölyesine katıldım ve o atölyede sevgili Nilüfer Altunkaya ile tanıştım. Çalışmalarda yavaş yavaş yazmaya başladık. Hiç unutmuyorum, Kurban adlı bir öykü yazdım. Öyküyü okuduğumuzda Altunkaya’nın gözündeki ışıltıyı görünce, farkında olmadan aradığım bir hazineyi bulmuş oldum. Öykü yazmak tam bana göreydi.
Kırkyama’nın ortaya çıkmasında sizi harekete geçiren,  daha doğrusu yazma sürecini başlatan duygu neydi?
 İçimde anlatılmayı bekleyen hikâyeler varmış, diyebilirim. Duygu olarak da o hikâyelerin kendilerini ortaya çıkarmak için beklemelerinden kaynaklanan bir heyecan. O heyecanı bulunca bırakmak haksızlık olurdu sanırım.
Kırkyama tema bütünlüğünü sağlayan öykülerden oluşuyor. Bir konsept kitap olarak düşünebilir miyiz yoksa bu yazma sürecinde doğaçlama mı ortaya çıktı?
 Öykülerimde önceden planlanmış bir kurgu olmadı. Yıllarca biriktirdiğim deneyimin, kendimi yetiştirdiğim alanların dışavurumu gibi ortaya çıktılar. Zihnimde dönen hikâyeler öykü olarak kendilerini yazdırdılar. Kırkyama da bu bütünlüğü görmenizi sağlayan kişi sevgili editörüm Onurhan Ersoy’dur. Onun yönlendirmesi sonucunda kitaptaki öyküler bir araya geldi.
Çocukluktan aktarılan söylemler, maniler, deyişler, söylenceler ve kavramlarla karşılaşıyoruz öykülerinizde; Tafana, Kakamuk, Enkebit, Karakorşak gibi. Tafana adlı öykünüzde “Tarhanaya sarımsak koy, iğneyi çekerken hassas ol da yazma bozulmasın, masurayı düzgün sar, çiçekleri güneş doğmadan sula, adetliyken turşuya dokunma” diyorsunuz mesela.
 Bunun dışında; yazmalar, iğne oyaları, çarşaflar mistik bir atmosferle karşılıyor bizi. Teyzem Nergis Açtı adlı öykünüzde geçtiği gibi, hayata “biz buradayız” demenin başka bir hali belki de. Bunu çok kıymetli buluyorum. Bir taraftan sosyolojik açıdan alt sınıfın, kente göçmüş işçi sınıfının uğraşı zor ve emek isteyen el işlerinin el sanatına dönüşümü. Göz ardı edilen bir sanatın, el sanatlarının doğuşu ve modern dünyada yerini pek çok alanda alması.  Geçmişte el işi bir zorunluluktan doğarken, şimdi senin öykülerinde can buluyorlar.  Tıpkı “Kırkyama” tanımı gibi.
 Ne güzel özetlediniz. Tam olarak içimden geçenler bunlar. Hayatlarımız, türlü biçimde ya da tonda ortaya çıkmış birer “an”dan oluşmuyor mu? Biz farkına varamasak da bizleri yönlendiriyor, etkiliyor ve bir gün beklemediğimiz bir anda “Evet, ben bunların toplamıyım” dedirtiyor. Geniş bir ailemin olmasının etkileri benim yazma davranışıma yansıdı. Hep hikâyeler anlatan anneanne ve babaanne, masallar anlatan teyzeler, amca ve dayılar; hepsi de gerçek birer öykü karakteri olmaya aday. Beraber geçirilen bayramlar. Çoğu kimsenin filmlerde izlediği Ege köy ve kasabalarında geçen bir çocukluk. Şanslıydım kulağıma üflenenler açısından. Biriktirmişim farkına varmadan. Duyduğum maniler, tekerlemeler dağarcığımda yer etmiş, ilgi alanım da olmuş mesleğimin yanında. Yüzyıllık Yalnızlık ve Sevgili Arsız Ölüm, hep yakın durduğum ve beni heyecanlandıran romanlardı. Neden heyecanlandığımı yazdıkça anladım.
Öykülerinizde kasaba ya da masalsı bir köy ve ev bilinç altısı var. Evle birlikte tabii aile de. Aile ekseninde çocuk sesleri, dede, nine, anne, teyze, kadın ana, sinematografik bir takım izler bırakarak hoş bir geleneksellikle ve çağrışımlarla okura yaklaşıyor. Ev sizin için ne ifade ediyor? Bu soruyu, öykü gerçeği ve yaşamsal gerçeklikle baktığınızda nasıl değerlendirirsiniz?
Masallar ve fantastik evren hep ilgimi çekti. Bir tür gerçeklerden kaçış alanı mıdır, bilmiyorum ama hepimiz gerçekleri yeterli görmediğimiz ya da onlardan kaçtığımız için kurguya sığınmıyor muyuz?
İşte bu kaçışın aktarım alanı da bende öykü olarak tezahür etti. Ev benim için öncelikle çocukluk demek. Aile olabildiğimiz, kalabalık olduğumuz yer. Sonrasında yavaş yavaş azalıyor ve yalnızlaşıyoruz. Öykülerimin zeminindeki temel ya da beslendiğim kaynak bu olabilir. Fakat her öyküm kendi gerçekliğini de var etti yazarken.
 Çocuklukta, ilk gençlikte “suskunlukla bekleyişin” bir arada olduğu öyküler bunlar. Çocukluğun, ilk gençliğin bilinç ve kendilik dökümü; bir bellek odasının arşivine benzettim, neler söylemek istersiniz?
Evet, dayanak ve kaynak olarak bilinç dökümü olabilirler. Deneyimlerin, çeşitli kültür ögelerinin kurmacayla aktarımı için olanak sağlayan kaynaklar bunlar. Biraz ben varım, biraz benimle büyüyenler, biraz da hiç tanımadıklarım.
 Kitabınızda ağırlık kazanan genel odak noktası aile ve aile ilişkileri. Aile sizin için ne ifade ediyor?
Aile çok kıymetli ama daha önce de değindiğim gibi çocukluğa götüren bir aile anlayışı bu. Birbirini sevmeyen ve anlamayan insanların aynı çatı altında bir araya gelmesiyle ortaya çıkan samimiyetsiz kurumdan bahsetmiyorum.
Peki yazarken dil sizin için başat bir nokta mıdır? Yoksa esas olan bir hikâye anlatmak mıdır?
Benim için önemli olan hikâye aktarımını sağlayan dili kurabilmek. Her öykü aynı dille yazılmamalı. Dilin doğru ve aktarım açısından yeterli kullanılmasını önemsiyorum kısacası. Bana ait bir dil tavrı oluşturabilmek için çabalıyorum.
Bu soruyu sormayı seviyorum; yazarın yazdığı ile okurun okuduğu aynı metin midir sizce? Metni tamamladıktan sonraki macerayla ilgili misiniz?
Çok güzel bir soru ve hep düşünmüşümdür bunu. Ben yazdım, evet, peki okura ne kadarı geçti? Muhakkak aynı metin olmuyor okunanla yazarın yazdığı. Her okur kendince tamamlıyor metni. Benim okumalarım için de böyle olduğuna eminim. Bizden çıktıktan sonra o öyküler okurun oluyor. Onlarda metin nasıl devam ediyor, öğrenmeyi çok isterim.
Daha fazla söyleşi okumak için lütfen buraya tıklayın.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/kirkyama/608382.html

Related Posts

1 thoughts on “DEMET EKER’İN HİKAYELERİ; “KIRKYAMA” / Zerrin Saral

  1. Adalet Temürtürkan dedi ki:

    Bu öyküler okumam gerekiyor, dedim
    Soru cevaplar okuma isteği uyandırdı.
    Elinize sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir