ay
Şebnem Gürler Oakman

KARABASAN

 

Merzuka mı? Amma da tuhaf isimmiş! Kurşun dökecekmiş sana kızım, yandın sen. Oh canıma değsin, siz daha beni oyunlara almayın. Ayten’i kurşunlayacaklar, duyduk duymayın demeyin.

Neler diyor bu çocuk, erkek kardeşlerin ablaların oyununda işi ne?  Şuna bakın, nasıl da seviniyor kurşun dökme işine… Benimse yüreğim daralıyor, merak ve endişe içinde kavruluyorum. Kadınlar meclisinde karar çoktan verildi, Merzuka Teyze derdime derman olacak.

Onun dökeceği kurşunla nazarlar, kötü güçler defedilecek, bu yeni yetmenin üstüne çöken karanlık dağılıverecek… Annemle babaannem çoğu zaman birbirlerine karşı soğuk savaşlar verirken bu konuda nasıl da ittifak kurdular anlayamadım. Ne kurşunmuş be!
Kaç sefer yaşayıp kendi kendime baş etmeye çalıştığım o gece sıkıntısını geçen gün önce anneme anlattım. Bir tuhaflık olduğunu sezmişti, üstüme gelip anlattırdı. Annelerin en büyük kabiliyeti bu galiba, evlatlarındaki tuhaflıkları sezmek. Anlattım da ne mi oldu, haber hızla yayıldı. Annem babaanneme, babaannem yengelerime… Karalar basmış, duydunuz mu kızlar, Ayten kararmış! Kadınların hayatın zorluklarına dayanma gücünün paylaşmaktan geldiğini öğrendim bu sayede, illa birbirlerine anlatacaklar, beraber gülüp beraber ağlayacaklar.
Horozlu saat çalar çalmaz kalkıveren ben, nasıl da kalkamaz olmuştum sabahları… Gözümden uyku akıyordu. Yine kitap mı okuyordum yoksa geç saatlere kadar? Bir süre kem küm ettikten sonra baklayı ağzımdan çıkarıvermiştim. Göğsümün üstüne adeta kocaman bir hayvan oturuyor, soluğumu kesiyordu, bütün gücümü toplayıp bağırmaya çalışıyordum ama ağzımdan hiç ses çıkmıyordu. Dehşet içinde sağa sola koşmak istiyordum oysa bacaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki yerimden kımıldayamıyordum. Bir süre uyku ile uyanıklık arasında debelenip sonunda kendimi yatakta sessiz çığlıklar atarken buluyordum. Rüyanın bittiğini anlamam biraz zaman alıyordu. Neden sonra gerçek hayata döndüğümde içimde başka türlü bir korku uç veriyordu, uykuya dalmamalıydım. Tekrar gelecekti!
Beni kaşlarını kaldırarak dinleyen annemin sorgulama faslına geçmesi çok sürmemişti. Ona anlatmadığım bir şey var mıydı, okulda birisi bir şey mi demişti yoksa, iten kakan filan olmasın. Maazallah daha fenasını zaten insan düşünmek bile istemezdi… Her zamanki gibi cevaplarımı beklemeden saptamalara geçti. Yemiyordum adam gibi. Cılız bedenin derdi daha çok olurdu, mücadele etmenin yolu kendine bakmaktan geçerdi. Bir de neydi bu kadar çok okuma, hele polisiye kitaplar, kitap okumak iyiydi ama her şeyin bir dengesi olmalıydı. Bir süre söylendikten sonra kendi gerekçelerinden tatmin olmamış olsa gerek, kafasını iki yana sallayıp uzaklara daldı. Bu karabasan nereden peydah olmuştu bana, anlayamıyordu. Sonunda, yanımdan ayrılırken düşünceli bir halde ‘Ne yapabiliriz, bir düşüneyim’, diye mırıldandı. Ha bir daha olursa onu uyandırmalıydım, neden uyandırmamıştım ki bunca gün zaten?
Düşündü mü bilmiyorum ama meseleyi ivedilikle kadınlar meclisine taşıdı. Bir sonraki gün babaannem ve yengelerim çağrıldı, annem babaannemle yalnız kalma fırsatı kolladı. Mutfağın açık kapısından gözetliyordum onları; bir yandan yaprak sarmasına harç hazırlıyorlar bir yandan annem babaanneme eğilmiş sırrımı ifşa ediyordu. Kulak kabarttığımda zorlukla seçtim o mühim kelimeyi, ‘Karabasan’.
Basmış kıza işte, sen anlatırdın ya, rahmetliye de olurmuş, kaderi benzemesin. Aklım başımdan gitti. Bildiğim bir sıkıntısı da yok ama içli kız bilirsin, söylemiyor da olabilir.  Ne yapsak acaba?
Babaannem yanıma geldiğinde gözünün ucunda bir damla yaş belirmişti. Genç yaşta kaybettiği adaşım Ayten halamdan ne zaman söz edilse iç geçirir, uzaklara dalar, gözünün ucuna o damla yerleşir, akmadan beklerdi. Demek karabasanımız da ortaktı hiç görmediğim kadersiz halamla!
Annem az haşlanmış diri yaprakları ve harcı oturma odasının masasına getirdi, artık kadınların çalışma saatiydi. Annem, babaannem, yengelerim yaprakları çevik hareketlerle açıyor, hazırladıkları harcı ortalarına yerleştirip hızla sarıyor, aile boyu dev tencereye sıkı nizam diziyorlardı. Beni bir sandalyeye oturtmuş sarma törenini seyrettiriyorlardı.
Oysa benim aklım fikrim karabasandaydı. Onu gözümde bir canavar olarak canlandırıyordum, halamı yiyip yutmuş, sıra bana gelmişti. Ailedeki en korumasız kişiyi hedeflemiş, yok edene kadar uğraşacaktı. Bana karalar basarken ailenin kadınları hiçbir şey yokmuş gibi yaprak sarıyordu. Nasıl da rahattılar!
Sonra canavar beni birkaç gece rahat bıraktı. Hayatın olağan akışı içinde aklımdan çıkıp gitmişti, ta ki annem ne yapacağımızı bildirene kadar. Merzuka Teyze’ye gidecektik. Bu illetten kurtulmanın bir tek yolu vardı; kurşun döktürmek.  İşin piri de Merzuka Teyze’ydi.  Korkacak bir şey yoktu, Allah’ın izniyle kurtulacaktım bu musibetten.
Şimdi salonda oturmuş, erkek kardeşimin alay dolu laflarını sineye çekerek annemle babaannemi bekliyorum. Merzuka Teyze’ye gideceğiz birazdan. Saat geldi, çattı.
Kurşun nasıl dökülüyor diye soramıyorum, anneme ve babaanneme teslim olmam gerekiyor. Bildiğim tek kurşun filmlerde silahlara konan. Onu nereme dökecekler, bilmiyorum.
Ev, eski bir apartmanın, en üst katında. Merdivenleri döne döne çıkıyoruz. Kapıyı bir genç kız açıyor. Kızı mı gelini mi, yardımcısı mı belirsiz… Konuşmadan evin loş salonuna buyur ediyor bizi. Kocaman kanepeye annem, babaannem, ben kurbanlık koyunlar gibi yan yana diziliyoruz. Üçümüzün de bacakları bitişik, hafif sağa eğik; hanım hanımcık denen oturma düzenindeyiz. Kalbim yerinden sökülecek gibi hızla atıyor. Anneme bakıyorum, yerdeki eski halıyı inceliyor.  Babaannem durup durup elbisesinin eteklerini çekiştiriyor, bacakları görünse Merzuka çıkıp kızacak diye mi?
Koridordaki odalardan birisine girip -tahminimce- Merzuka Teyze’ye durumu soran kız bize dönüp biraz beklememiz gerektiğini bildiriyor. Bir şeye ihtiyacımız var mı, bir şey içer miyiz diye sormuyor Koridorda kayboluyor.  Koridor ayin mekanına açılan bir dehliz gibi uzanıyor.
Bir doktor muayenehanesini andırıyor burası. Gerçi o zamana dek gittiğim bekleme salonları bembeyaz, aydınlık, burası koyu renk, ağır mobilyalarla döşenmiş, kasvetli bir salon. Karşı duvar boyunca raflara sıralanmış siyah ciltli onlarca kitap, kahverengiye çalan kapalı perdeler, tepeleri ahşap oymalı koltuklar… Köşedeki minderde yatan iri kedi pas parlak gözleriyle bakıyor bana. Ürküyorum. Kedileri severim ama buradaki her şey garip, adeta beni biraz sonraki ayine hazırlamak için tasarlanmış.
Salonda korkutucu bir sessizlik hâkim, çıt çıkmıyor. Duvarlarda saat yok, ne kadar zaman geçtiğini kestirmem zor.  Endişelerim an be an artıyor. Annem sakin görünmeye çabalıyor ama ben onun da endişeli olduğunu seziyorum.
Bir süre sonra gizemli kız karanlıkların içinden çıkıp geliyor, nereye gitti nereden geliyor bu kız, koridorun başında durup sesleniyorMerzuka Hanım Teyze Ayten için hazır”.
Kız önde biz arkada, loş koridorda yürüyüp sağdan ikinci odaya giriyoruz. Kadın odanın ortasındaki iki sandalyeden birinde oturmuş, diğer sandalyenin yanında, yerde bir leğen ve siyah bir örtü var. Leğenin yanında bir torba içinde anlayamadığım bazı nesneler, bir kepçe ve bir bıçak.  Az ötede bakır bir kap ve küçük tüp.
O ana kadar gördüğüm en yaşlı insan bu Merzuka Teyze. Babaannem ve onun gün arkadaşlarından, sokakta gürültü eden çocuklara bağıran Aliye Teyze’den, bütün gün kahvede oturan bastonlu Hakkı Dede’den bile yaşlı. Yüzündeki derin çizgilerden oluşan tuhaf harita: Ufacık iki çukur gibi kalmış gözleri, incecik bir hat halinde yüzünü yanlamasına kesen beyaza çalan dudakları, koyu yeşil bol elbisesi içinde kaybolmuş bedenine tezat upuzun ince boynu kanımı donduruyor. Kaçıp gitmek istesem de elimi sımsıkı tutmuş annemden kurtulamayacağımı biliyorum.
Ah Merzuka Hanım, İclal Hanım’dan duyduk biz sizi. Evladımız pek bir sıkıntıda, karabasan işte, nasıl baş etsin bizim bahtsız yavrucak, küçük daha, aman diyeyim, derdimize bir çare.
Babaannemin yakınmalarına kayıtsız kalıyor kadın, kafası ile sandalyeyi işaret ediyor bana. Oturuyorum. Kız annemle babaanneme odadan çıkmalarını söylüyor, kalabalıkta çalışamazmış hanım teyze.
Kadın ve ben odadayız şimdi. Kalbimin gümbürtüsünü duyuyorum, titreyen ellerimle sandalyenin kenarlarını tutmaya çalışıyorum.
“Korkma evladım, birazdan bütün dertlerin bitecek. Kendini bana teslim et. Kötülüğü, şeytanı kovacağız inşallah!”
Sonra kısık bir sesle anlamadığım dualar okumaya başlıyor, incecik dudakları kıpır kıpır oynuyor.  Yerdeki siyah örtüyü ağır ağır, törensel bir eda ile alıp başıma örtüyor. Artık hiçbir şey göremiyorum. Kadının dua sesleri derinden gelmeye başlıyor. Küçük tüpün parlama sesi, üstüne konan kabın tıkırtısı, içine bir şey mi atıldı? Bir şey eriyor, garip bir koku yayılıyor odaya.
Kadının leğeni yerden aldığını duyuyorum. Dua sesleri yükseliyor. Bir anda leğenin üzerine atılan bir cisim ve yükselen ses ve koku, cosssss….
Sonra yaşadıklarımın ağırlığına dayanamayarak kendimden geçiyorum. Gözümü açtığımda bekleme salonundaki kanepede yatıyorum, başımın altına bir yastık konmuş. Annemle babaannemin kaygılı bakışları ile karşılaşıyorum. Bizi içeri alan kız bir bardak su ve kolonya ile bekliyor yanlarında. Yüzünde olağan bir durumla karşılaşmış, hazırlıklı insanlara özgü bir ifade, hatta biraz da sıkılmış, toparlanın da gidin der gibi…
Babaannem saçlarımı okşuyor, annem kızın elinden aldığı suyu bana içirmeye çalışıyor.  Kafamı çevirip suyu reddediyorum. Merakla soruyorum.
Karabasan gitti mi?”
Kimse cevap vermiyor. Annem zorla suyu içirmeye çalışıyor. Babaannem şakaklarımı, bileklerimi kolonya ile ovuyor. Kız yine koridorda kayboluyor. Karşı köşede bekleyen birileri olduğunu fark ediyorum, hamile bir kadın ve yaşlıca bir teyze.  Hamile kadınla göz göze geliyoruz, ondaki korkuyu hissediyorum Gözlerimi kaçırıyorum. Yanındaki yaşlı teyze huzursuzca bakınıyor, bana ne olduğunu merak ediyor, soramıyor.
Ayin mekânından çıkıp merdiveni döne döne iniyoruz.   Günışığına çıkınca biraz iyi hissediyorum kendimi. Annem elimi tutmuş, babaannem bir adım gerimizden geliyor.
Benim gibi kadını da bu işler soktular ya, pes yani. Küçük yere gelin gelirsen olacağı budur, ne işimiz var bizim kurşuncuda filan. Basiretim bağlandı yoksa asla izin vermem böyle taşra usulü işlere, çocuğun aklını başından aldık.  Allah’ım sen akıl fikir ihsan et hepimize!
Annem kendine kendine söylenerek yürüyor.  Babaannemin suratı asıldıkça asılıyor. Ben yürüdükçe açılıyorum, yürüdükçe ve Merzuka Teyze’den uzaklaştıkça.
Günler geçiyor. Karabasan kayboluyor, bir daha geri gelmiyor. Babaannem anneme laf dokunduruyor.
“İclalciğim’in bir bildiği vardı da söyledi, boş konuşmaz. Korktu etti ama bir nefes aldı Aytencik.  O kadar insan boşuna taşınmıyor bu Merzuka’ya.”
Yengelerim onay dolu bakışlarla babaannemin yanında yer alıyor. Annem konuşmadan hissettiriyor hoşnutsuzluğunu.
Kadın dayanışmasının bir süreliğine zedelendiğini görüyorum. Olsun, onlar bir yolunu bulurlar nasılsa.  Yeni bir derde bakar o iş, diyorum
Ben iyiyim. Karabasanım öyle veya böyle geçti ya, gerisi bir şekilde hallolur. Sonra Ayten halamı düşünüyorum. Kafamı kaldırıp göz kırpıyorum, her nerede ise beni görüyor, biliyorum.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir