DSC06110-X
Zeynel Özbalçık

KİMSE YOK MU?

Sabaha karşı büyük bir sarsıntı ile uyandı. Yatağı bir gemi gibi sallanıyor, duvarlardan çatırtılar geliyordu. Rüya mı gerçek mi anlayamadı.  Pencere camları bir bomba gibi patladığında, iliklerine kadar yayılan korku ile ellerini yüzüne kapattı. Derinlerden gelen “Deprem oluyor!” diye bir feryat duyduğunda anlayabildi deprem olduğunu. Yataktan fırladı. Dar bir kafeste kalmış gibiydi. Kapıyı açmak istedi ancak dengesini kaybetti ve yere düştü. İşte o an kıyamet koptu, dünya başına yıkıldı. Gürültü, toz, duman, bağrışmalar ve karanlık.

Gözlerini açtığında rüyadan uyanmış, her şey bitmişti. Kalkıp lavaboya gidecek, elini yüzünü yıkayacak, elbiselerini giyip işe gidecekti. Kalkmak istedi. Kıpırdayamadı. Yüzü koyun yatıyordu. Ayakları yoktu. Kollarını hafifçe oynattı. Parmaklarını açtı, kapattı. Kafasını yukarı aşağı oynattı. Sanki üzerinde tonlarca ağırlık vardı. Etrafa bakındı. Karanlıktı. Gözlerini bir daha kapattı ve açtı. Yine karanlık ve karanlıktı. Uzaklardan birisi “Yardım edin!” diye bağırıyordu.
Üşüdüğünü hisseti. Toparlanmaya çalıştı. Olmadı. Sadece kolları ve kafası hareket edebiliyordu. Seslenmek istedi. Sesi çıkmadı. Boğazını temizledi. Bağırdı. “Kimse yok mu?” diye cılız bir ses çıktı. Sessizlik ve karanlık…
Ne kadar zaman geçti kestiremedi. Sabah oldu mu? Bilemiyordu. Üzerindeki ağır yükten kurtulmalıydı. Önce ağzının içine ve gözlerine dolan tozu temizledi. Sonra beton parçalarını ve tuğla kırıklarını iterek doğrulmaya çalıştı. Yatağının başucundaki komodin ile odanın köşesindeki kiriş arasında sıkıştığını anladı. Komodin ve kiriş arasında kalan boşluk sayesinde ezilmekten kurtulmuştu.
Bir süre çabaladıktan sonra sırt üstü dönebildi. Nefesini topladı. Biraz daha uğraştıktan sonra sırtını yaslayıp hissetmediği ayaklarını uzatabilecek duruma geldiğinde yorgun düştü. Derin bir nefes aldı. Kafasını yukarı kaldırdı. İğne deliği kadar bir boşluktan ince bir ışık sızdığını fark etti.” İşte umut ışığı” dedi.” Demek ki sabah oldu. İşte o zaman “Birazdan gelip beni kurtarırlar.” diye düşündü. Var gücüyle bağırdı.” Buradayım!” “Kimse yok mu?” Kocaman bir sessizlikten başka kimse yoktu.
Bir süre bekledikten sonra elleri ile vücudunu yokladı. Sağ ayağını kıpırdattı, yavaş yavaş hissedebiliyordu. Sol ayağını kıpırdatmak istedi, derin bir acı duydu. “Galiba sol ayak kırıldı,” dedi kendi kendine. Hiç değilse yüz üstü uzanmaktan kurtulmuştu. Kafasını kaldırdı. Beton ve demir yığınları arasından sızan ışığa baktı. Kimse yok mu?” diye seslendi. Yine sessizlik.
Oturduğu yerde ellerini birbirine sürttü. Sonra omuzlarını, göğsünü, karnını ovdu. Biraz ısındığını hissetti. Pijamalarının düğmelerini kapattı, Kollarını göğsüne kavuşturdu ve iyice büzüldü. Gözlerini ışığa dikip beklemeye başladı.
Biraz sonra telefonu çalmaya başladı. Sesi duyuyor ama nerde olduğunu kestiremiyordu. Yakınlarda bir yerde olmalı, diye düşündü. Yakında olsa bile yapabileceği bir şey yoktu. Sıkıştığı yerden kıpırdayamıyordu. Annemler arıyordur veya Yasemin arıyordur, diye düşündü.
Nişanlandıkları gün geldi aklına. Hiç ayrılmayalım, diye söz vermişlerdi birbirlerine. Yasemin yaşıyor muydu? Işığa baktı. Yasemin’in gülümseyen yüzünde açan gamzeleri belirdi. Bu yaz düğün yapacaklardı. Taksitler bitecek, borçlar biraz hafifleyecekti. Düğün salonu bile hazırdı. Kapora verip sözleşme imzalamışlardı. Bu evi hem işyerine yakın hem de depreme dayanıklı diye tutmuşlardı. Günlerce, haftalarca mağazaları gezip eşyaları almışlar, evi düğüne hazırlamışlardı. Her şey hazır olunca bekâr evinden, yeni evine taşınmıştı. Yasemin birkaç sokak ilerde ailesi birlikte kalıyordu. Şimdi eşyaları, umutları hayalleriyle yalnızlığın ve karanlığın içindeydi.
Telefonu tekrar çalmaya başladı. Sesin geldiği yere doğru ellerini parmaklarını gezdirdi. Ellerine beton, demir ve tuğla kırıklarından başka bir şey gelmedi. Telefonun sesi kesildi. Sessizlik ve karanlık… Sadece kafasının üstünden sızan ince bir ışık huzmesi. Vücudunu hareket ettirmeye çalıştı. Işığa doğru seslendi. “Buradayım.” Etrafı dinledi. Çıt çıkmıyordu.
“Sabretmeliyim,” dedi kendi kendine. “Nasıl olsa beni bulurlar, Yardım ekipleri gelmiştir,” diye düşündü.
Üşüdüğünü hissetti. Titredi, tekrar kollarını göğsüne kavuşturdu gözlerini ışığa dikip beklemeye başladı.
Yasemin ile aynı iş yerinde çalışıyorlardı. Bir sabah masasının önünden geçerken ayağı takılıp çayı masaya dökmüştü. Önce kızarıp bozarmış, sonra iki çay alıp tekrar gelmişti. O günden sonra arkadaş olmuşlardı.
“Babamla annem yola çıkmıştır bile, yardım getirirler,” diye düşündü. Gözlerini kapattı. Bir süre sonra kasıklarını yakan ince bir sızı ile gözlerini açtı.  Üzerine kaçırmak üzereydi.  Sağlam olan sağ bacağının üzerine hafifçe yana döndü, pijamasını indirdi, olabildiğince uzağa doğru çişini yaptı. Rahatlamıştı. Suçlu gibi tekrar eski tarafına döndü. Gözlerini kaldırıp ışığa baktı. Başka binalar da yıkılmış mıdır? Yaseminlerin ev yıkılmamıştır, Yasemin kurtulmuştur.” dedi kendi kendine.
“Kimse yok mu? Diye bağırdı ışığa doğru. Yukardan sızan ışık iyice zayıflamıştı. Biraz sonra tamamen kayboldu. Eline geçirdiği tuğla parçası ile beton yığınına vurmaya başladı. Bir süre sonra yoruldu. Ağzı ve dudakları kurumuştu. Etrafı dinlemeye devam etti. Soğuk, karanlık ve sessizlik. Kırık bacağı zonkladıkça, kaşları çatılıyor, vücudu kasılıyordu.
Bir ara uykuya dalar gibi oldu. Uçsuz bucaksız bir ovada kar fırtınasına tutulmuştu. Çırılçıplaktı.  Her yer bembeyazdı, Gözleri kamaşıyor, olduğu yerde dönüp duruyordu.
Titreyerek uyandı. Kafasını kaldırdı. Yukardan sızan ışığı gördü. Buradayım diye, seslendi. Sesi çatallaşmıştı. Birazdan telefon çalmaya başladı. “Benden umudu kesmemişler,” diye düşündü.
Nasıl bir şey olmuştu? Her yer yıkılmış mıydı? Ailesi gelmiş miydi?  Bütün bu sorular beyninde dönüp duruyordu. Tuğla parçasını eline alıp betona vurmaya başladı. Ara sıra vurmayı bırakıp etrafı dinliyordu. Artık telefon da çalmıyordu. Burası bana mezar olacak,  diye düşündü. Enkazın üstünde yaşam, altında ölüm. Hiç aklımıza getirmediğimiz ölüm bir nefes alışı kadar yanımızdaymış meğer, dedi.
“Şimdi insanlar televizyonlarının başında arama kurtarma çalışmalarını izleyip sağ kurtulanlar için seviniyorlardır. Kurtulamayanlar için ise “kaybettiklerimiz” sayısına bir kişi daha ekliyorlardır,” diye aklından geçirdi. “Enkazdan sızan ışığın geldiği yerde sevdiklerim bekliyor,” diye düşündü. Sanki yıllar olmuştu onları görmeyeli.
Canı sıcak bir çay istedi. Önce bardağı sıkıca tutup ellerini ısıtmak ardından hızlı hızlı yudumlamak ne güzel olurdu. Beni burada böyle bırakmazlar, burada olduğumu biliyorlar, dedi içinden. Etrafı dinledi. Ses yoktu. Kafasının üstünden sızan ışık gittikçe azalıyordu. Kendisini yorgun ve bitkin hissetti. Gözlerini kapattı.
Belirli belirsiz gölgeler oynaştı. Mahalledeki boş arsada çocuklarla top oynuyorlardı. Hava kararmıştı ama onlar yine de çok az görebildikleri topun peşinde koşuyorlardı. Annesinin sesini duydu “Artık eve gel!” diye sesleniyordu.  Birden top kayboldu. Bütün çocuklar evlerine dağıldı. Arsanın ortasında bir başına kala kaldı. Ne yürüyebiliyor ne koşabiliyordu. Seslenmek istedi. Boğazından anlamsız hırıltılar çıktı. Her yer sessizliğe ve karanlığa gömüldü.
Kaç gün, kaç gece geçti bilmiyordu. Yoksa hep aynı yerde aynı zamanda mıydı? Neden kimse yoktu? Belki de bir kâbusun içinde debelenip duruyordu. Artık uyanma vakti gelmişti. Kalkıp işe gidecekti. Asansörde karşı komşunun okula giden kızı Zeynep ile karşılaşacaktı. Otobüs durağında yarı uykulu işçilerle otobüse binecekti. İşyerindeki kantinden iki simit ve iki çay alıp Yasemini bekleyecekti.  O gelince bahar gelecek, çiçekler açacak ardından yaz gelecek ve düğünleri olacaktı.
Gözlerini açtı, kafasını kaldırdı. Zayıf da olsa ışık sızmaya başlamıştı. Bütün gücüyle ışığa doğru bağırdı. Kimse yok mu? Bekledi. Etrafı dinledi. Kimse yoktu. Bu sessizlik, bu karanlık öldürecek beni. Tepemden sızan ışık da olmasa her şeyden umudu keseceğim. Bu ışık benim umudum. Yasemin ile birlikte gittikleri türkü kafede dinledikleri şiir geldi aklına.
“Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdesin
Su olsan kimse içmez
Yol olsan kimse geçmez
Elin adamı ne anlar senden?
……………………………
……………………………
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
Şu dünyanın ıssızlığı
Tanrı kimsenin başına vermesin
Böyle bir yalnızlığı.”
Yalnızlık, karanlık ve çaresizlik…”
Beni böyle bırakmazlar. Belki başkalarını kurtarıyorlar. Bana ancak sıra gelmiştir, diye düşündü. Sonra ışığa doğru kafasını kaldırıp “Buradayım!” diye bağırdı.
Etrafı dinlemeye başladı. Sanki uzaklardan makine homurtuları, gacır gacur sesler ve takırtılar geliyordu. Nefesini tuttu. Tekrar dinledi evet yanılmıyordu. Günlerdir beklediği sesleri nihayet duyabiliyordu. Elindeki tuğla parçasını sımsıkı tutup bütün gücü ile betona vurmaya başladı. Hırsla vurduğu tuğla parçası parçalanarak dağıldı. Eline batan minik parçalardan kan sızmaya başladı. Bu arada diğer eline geçirdiği beton parçasını vurmaya devam etti. “Buradayım” diye bağırmaktan sesi kısılmıştı. Zaman ilerledikçe bağrışmalar ve gürültüler çoğaldı. Yukarıda birileri vardı. Telsiz ve telefon sesleri gelmeye başladı. Tepesindeki ışık yavaş yavaş büyüdü ve ışığın geldiği yerden balyoz, kazma ve kürek sesleri duydu. Biraz sonra kocaman bir delik açıldı. Açılan delikten tok bir ses “Kimse yok mu?” diye bağırdı. Heyecandan ve soğuktan titriyordu. Elleriyle, yüzüne gözüne dökülen tozları sildi. “Buradayım!” diye bağırdı. Yukardan “Yaşıyor, mucize bu!” cümlesini duydu.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

1 thoughts on “KİMSE YOK MU? / Zeynel Özbalçık

  1. Derin dedi ki:

    Kaleminize sağlık.Her anını her cümlesini iliklerime kadar hissettim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir