eratilmis.com-8mart6
Sülbiye Yıldırım

8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ VE MEDYA

Bugün 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadın hareketleri açısından çok önemli olan bugünün tarihçesi hakkında doğru bilinen yanlışlara vurgu yaparak söze girmek isterim. 1857 yılında Amerika’daki tekstil grevinde çıkan yangınla başlatılan kadınlar günü tarihi öyküsünün doğru olmadığı konusunda görüşler var. Amerika yangın tarihinde yapılan araştırmalarda, sözü edilen tarihte fabrika yangınına rastlanmamış. Aksine öyküsü anlatılan yangının, 1911 yılında Triangle Gömlek fabrikasında çıktığına dair kayıtlar var.

Diğer doğru bilinen bir yanlış da, 8 Mart gününün Emekçi Kadınlar Günü olarak adlandırılmasının Rus Devrimiyle ilişkili olması. 8 Mart, 1917 Rusya’sında çarlığa karşı başlatılan grev ve yürüyüşlerin başlangıç tarihidir. Açlık ve yoksulluklarını protesto için greve giden işçilere yapılan saldırılar, çok sayıda kadın işçinin katledilmesiyle bastırılmaya çalışılsa da başarılı olunamamıştır. Bu eylemler önce Şubat Devriminin, arkasından 1917 Ekim Devriminin başlatıcısı olmuştur.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk olarak, 1910 yılında Kopenhag’da yapılan Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda alınan kararların doğrultusunda, 1921 yılında kutlanmaya başlamıştır. 8 Martı Türkiye’de kutlamak amacıyla iki komünist kadın Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova girişimde bulundular ve kadın birimi oluşturdular. 1975’e dek pasif biçimde kutlanan 8 Mart, bu tarihte kurulan İlerici Kadınlar Derneği’nin etkisiyle, sonraki yıllarda geniş katılımlı ve etkin kutlanmaya başlandı.
Bugüne geldiğimizde 8 Mart artık toplumun her kesiminde yer bulan, kabul gören ama amacından da sapmış bir gün olarak kutlanmaktadır.
Kapitalizmin her şeyi metaya çevirmeyi beceren zihniyeti günü anlamından çıkararak tüketim vasıtası haline getirmiştir. Dünya Emekçi Kadınlar Günü, günler öncesinden başlayan alışveriş reklamlarıyla, tüketim çılgınlığını da içerir hale geldi. Televizyonlarda ve diğer dijital alanlarda boy gösteren reklamlarıyla seçkin markalar, mart ayına adım atar atmaz, kadına alınacak hediyeler konusunda öneriler sunmaya başladılar.
Tam da burada, hazır reklamlardan söz etmişken, son yıllarda artan kadına şiddet olaylarına, şiddeti besleyen kaynaklardan en önemlisine, medyaya dikkatimizi toplayalım.
Elbette şiddeti besleyen en önemli etmenlerin başında işsizlik ve yoksulluk gelir. Her ikisi de son yıllarda sayısı çok artan kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin yanında, ister dışarıda çalışan ister evde çalışan olsun, kadını yaralayan, hatta hayattan koparan en önemli sorunlarımızdan. Kız çocukları arasında okullaşma oranının çok düşmesi ve buna bağlı olarak evlendirilme yaşının da küçülmesi dillendirebileceğimiz çok önemli bir başka sorunumuz. Artık bilimsellikten, sorgulamaktan, edebiyat ve felsefeden, güzel sanatlardan uzaklaştırılarak dinselleştirilen eğitim sistemimizden söz etmeye saatler yetmez. Bu sorunlar geleceğimizi kararttığı gibi kadın, erkek yurttaşlık haklarımızın ne kadar gerisine düştüğümüzün göstergesidir.
Bu yıl da genelde emek sömürüsü, özelde kadın emeği sömürüsü, işçi, kadın işçi, sosyal eşitlik, hak hukuk, adalet, laiklik gibi yaşamsal kavramların kıyısından bile geçmeden, kimimiz eğlenerek, kimimiz protesto ederek, kimimiz hediyelere boğularak bir 8 Mart’ı daha geçip gideceğiz. Ama biz geçip gitmeyelim, bu karanlık tablodan sorumlu olanlara bakalım.
İnternetin günlük hayatımıza girmesiyle birlikte artık hepimiz medyatik kişileriz. Bloglar, Facebook, İnstagram, Linkedin, MySpace, Whatsapp, Google Meet, Zoom gibi sosyal ağlar, YouTube, Vimeo, Dailymotion, TikTok gibi video paylaşım ağları, bankalar ve onlar vasıtasıyla alışveriş yaptığımız internet siteleri, sosyal haber ağları, oyun paylaşım siteleri, fotoğraf paylaşım siteleri ve üyeliklerle takip edebileceğimiz daha birçok ortak sosyal ağlarla hepimiz iyi medya kullanıcısıyız. Saymakla bitiremediğimiz, neredeyse her gün bir yenisinin ötekine eklendiği medya alanları, akıllı telefonlarımız ve bilgisayarlarımız aracılığıyla hepimizin parmaklarının ucunda. Hatta bütün şiddetiyle medya, yaşamımızın tam orta yerinde.
Şiddet sözcüğüyle medya sözcüğünü birlikte kullanmak hiç de yanlış değil. Çünkü şiddet öğrenilen bir şeydir ve medya kullanılan dilden, yayınladığı görüntülere kadar her an karşı karşıya kaldığımız şiddetin yaratıcısı olmanın yanında, sürdürücüsü ve öğreticisidir.
Çocukluk ve gençlik döneminde şiddetin var olduğu bir ortamda büyüyen, ya da maruz kalan bireyin şiddete eğilimli artar, en küçük olumsuzlukta şiddet uygulamayı kendinde hak görür, uygulayıcısı haline gelir. Yani bugün her yerde şiddet var, diye yakınıyorsak, bunun nedenlerinden biri, medya ortamında sürekli karşı karşıya kaldığımız şiddettir. Çünkü uzun zamanlarını geçirdikleri görsel medya, daha çok da televizyonlardaki dizi, film ve haber programları, sosyal ağlar yardımıyla insanların kişilikleri ve davranışları şekillenmektedir. Bu programlar şiddetin yaygınlaşması ve olağanlaşmasını desteklemektedir. Bunun için sabahtan akşama dek televizyonda yayınlanan gündüz kuşağı programlarına bakmak yeterli. Tam anlamıyla şiddet uygulayıcısı işkencecidir her bir program.
Birbirine bağıran, hakaret eden çiftler, onları kışkırtan kadın sunucular, telefonlarla ya da görüntülü ağlarla olaya dâhil olan akrabalar, komşular ve elbette stüdyodaki seyirciler. Hepsi birden, insana yakışmayan durumlara yol açan söylem ve tavırlarla izleyiciyi ve yaşadığı alanı neredeyse savaş alanına çeviren bu kişiler, izleyicinin kültürel kodlarını yıkıma uğratır. Bunlar yetmezmiş gibi hemen ardından akşam haberleri şiddet uygulayıcısı olarak görevi devralır.
Naklen verilen savaşlar, hayvanların ya da insanların kanlı, yaralı görüntülerinin defalarca yayınlanması, kavga eden, birbirine silah çeken adamların, küfür eden kadınların, gasp yapanların, okullarda saç saça kavgalara tutuşanların, bıçaklı düelloların işbaşında görüntüleri bulunup buluşturulup defalarca izlettirilir.
Televizyonunuzu açtığınız andan itibaren fiziksel ve psikolojik şiddet gün boyu üzerinize boca edilir. Yeryüzünde hiç güzel şeyler olmuyormuş izlenimini beyninize işler. Dünyanın şiddet dolu güvenilmez bir yer olduğunu düşündürür, şiddeti önlemek için şiddete başvurmak gerektiği konusunda bizi ikna eder. Bu görüntüler sonunda siz de pasif şiddet uygulayıcısı olarak sahnede yerinizi alırsınız. Ekranda gün boyu izleyip sinirlendiğiniz kaotik ortamı dağıtmak için, Süperman gibi aralarına dalıp hepsini haklamak istersiniz.
Televizyon ve cep telefonlarıyla günün her saatinde ve her yerde kolayca üzerimize boca edilen bu şiddet eylemleri hepimize şiddeti öğretmekle kalmıyor, onu olağan bir şeymiş gibi algılamamızı sağlıyor. Daha da kötüsü bizi duyarsızlaştırıyor. Savaş görüntüleri karşısında kahkaha atabiliyor, veriliş tarzları sonucunda olağanlaştırdığımız afetleri, yıkımları izlerken sofralarımızda yemek yiyebiliyoruz. Medyanın umursamazca, rahatça yaptığı bu yıkıcılıkta elbette iktidarın egemen ideolojisinin desteği olduğunu da akılda tutalım.
Yüzlerinizin asıldığını, hep mi kötü örnekler, hiç mi iyi bir şey yok dediğinizi duyar gibiyim ama ne yazık ki durum pek iç açıcı değil. Üstelik beterin de beteri var, rıza inşası yoluyla uygulanan psikolojik şiddet vasıtası olan reklamları konuşalım isterseniz.
Görsel medya sayesinde kapitalizmin isteği doğrultusunda oluşturulan reklamlar bu şiddetin en büyük uygulayıcısıdır. Çünkü kişinin kendi dilini elinden alır, yerine kapitalizmin istek dilini oturtur. Yiyecek, giyecek, konuttan, yutulacak vitaminden, gidilecek tatilden tutun da, ideal vücut biçimi saplantısı  gibi zorlamalarını kadına ve erkeğe dayatır. Bu dayatmayı kişinin sanki kendi isteğiymişçesine kabullenmesini sağlayan, reklamların o kısa, vurucu ve anlık şok görüntü dilidir. Bu dil sinsi, korkunç bir şiddettir ve şiddetin en yumuşak ama en etkili ve kalıcı yöntemidir. Filmler, diziler, sunucular yoluyla dayatılır ve pekiştirilir.
Bu sayede bireyler ihtiyaç duyduğu şeyle istediği şeyi karıştırmaktadır. Oysa insanların hayatta temel şeylere ihtiyaçları vardır; karnını doyuracak kadar yiyecek, gün boyunca idare edecek giysi, kalacak sıcak ve güvenli bir yer, en önemlisi de arkadaşlar ve seven bir aile. Ama reklâm dünyası ve tükettiğimiz medya, insanları, mutlu olmak için pahalı şeylerin gerektiğine inandırır. Kredi çekip tatile gitmeli, nişanı sarayda, düğünü plajda yapmalı, evi havuzlu sitede almalısınız. Arabanızı da bu senin modeliyle değiştirmeyi unutmamalısınız. Bunları yapabilecek paranız mı yok, o zaman yazık size, bizimle değilsiniz!
Kapitalizm medyayı kullanarak yaşamımızı da bir tüketim maddesi haline getirir ve bunu medya aracılığıyla o kadar hızlı ve kolay yapar ki şaşırmaktan bile vazgeçer, her şeyi kabullenirsiniz.
Çünkü kullandığınız medya araçlarıyla sanal dünyada gezinirken karşınıza çıkan reklamlar çekinmeden eksiğinizi yüzüne vurur ve siz, telefonum, bilgisayarım beyni mi okuyor diye şüpheye düşersiniz. Para yaşamınızın orta yerine gelir oturur, bir yolunu bulur tüketirsiniz de tüketirsiniz!
Reklam, en çok kadın bedeni kullanılarak yapılır. Çoğunda ki bunlar otomobil, yiyecek içecek reklamlarıdır, kadının cinselliği ön plana çıkarılır. Yani kadın bedeni meta olarak herkese sunulur. Bir kısım reklamlarda da kadına yüklenen işler ve kadının toplumdaki yeri deterjanlar, temizlik ürünleri, mutfak ürünleri vasıtasıyla ev içi olarak sınırlandırılır ve bu sınırlandırma sürekli vurgulanarak milyonlarca kadının görünmeyen günlük işleri meşrulaştırılır. Sorumluluk alanı evle sınırlanan kadının üretim alanı kısıtlanır. Kadın emeği yok sayılır. Bir kısmında da kadın yönetici, öğretmen, avukat gibi “saygın” (ne demekse…) mesleklerle özdeşleştirilir. Temizliğe giden kadın, kadın işçi göremezsiniz ya da göremeyeceğiniz kadar azdır. Böylelikle sınıfsal farklılıkların da üstü örtülür.
Bu durum kadının toplumsal yaşama erkekle birlikte ve eşit olarak katılımını engelleyen, en önemlisi de birey olmasına olanak tanımayan bir durumdur. Böyle yaparak sadece kadının değil, toplumun tüm kesimlerinin gelişimine yönelik büyük bir şiddet uygular medya.
Başka bir örnek Türkiye’de yeni tüketim biçimlerine özenen kitlelerin, kendi doğrularından, gerçeklerinden uzaklaşıp televizyonun sunduğu Survivor, Gelin-Kaynana, Yemekteyiz programları gibi sanal gerçekliğe yönlendirilmeleridir. Bu sanal gerçekliğin sonunda oluşan tüketim kültürü insanları toplumsal olarak bütünleştirir ve birbirine uyumlu hâle getirir gibi görünür. Çünkü bu programlarda katılımcılar gruplar halindedir ve ekran başında onları tanıyan eş, dost ve akrabadan oluşan bir kalabalık vardır. Bu destek grubu ve seyirci kalabalığı program bitiminde, patlayan sabun köpüğü gibi hemen dağılır ve birbirine yabancılaşır. Bu programlar da içeriği ve yarattığı gerçek dışı dünyalar nedeniyle, tam anlamıyla psikolojik şiddettir. Seyreden ya da içinde olan bireylerin kişiliklerine yönelik saldırıdır. Bu saldırılarda en çok yara alan da bedeni bir tüketim nesnesi olarak kullanılan kadınlar ve çocuklardır.
Medyanın şiddetin yaygınlaştırılması ve olağanlaştırılması üzerindeki etkisi üzerine daha birçok şey söylenebilir.
Bütün bunlardan yola çıkarak şu tespiti yapmamız mümkündür; egemen ideolojinin kullandığı bir güç olarak şiddetin tamamen ortadan kaldırılması çok güç olsa da bilimsel araştırmalar göstermiştir ki üretilen sosyal, ekonomik ve kültürel politikalarla şiddetin önlenebilir niteliğini beslemek, insanların bilinçlenmesini sağlayarak vatandaşlarını psikolojik ve sosyal yönden güçlü bireylere dönüştürmekle yükümlü sosyal devlete ihtiyacımız var.
Bunu talep hakkımızı hatırlatarak, emeklerinin karşılığını almak, hayatın her alanında söz sahibi olmak uğruna can veren kadınlara, onların bıraktığı yerden bayrağı devralarak, kadının insan hakları için emek veren ve mücadeleyi bugün de sürdüren nice aydın, emekçi kadınlara selam olsun.
8 Mart Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun.

Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir