DELEUZE’ÜN SAKLAMBACI
Kendini Sobeleyen Bir Iraksak Şiir: Ot
Sanat saklar ve dünya üzerinde kendini saklayan tek şeydir. Bu cümle Deleuze ve Guattari’nin Felsefe Nedir kitabında karşımıza çıkar. Karşımıza çıkmasıyla beraber bizi, işaret ettiği düzleme sürükler. Saklanmış bir şeye. Saklananın, kendisini saklayan şeyden sakındığı yere: Git, kırda bir ot bul kendince, bu cümle ise Melih Cevdet Anday’ın ‘Ot’ adlı şiirinden.
Cümlenin saklı olduğu şiiri bir çerçeve olarak düşünmemeyi salık veririm. Nitekim saklanmaktan kasıt, bir duygu ya da algının çizilmiş sınırı içinde yer almak değildir. Şiir cümlesi, kendini bulan algı ya da duygunun içini budar ve onları kuşatmaya başlar. Bu durumda salt bir algı ve duygudan bahsedemeyiz. Ve artık cümle onu yazandan bağımsızdır. Şiir ve şiiri yazan taşmışlar birbirlerine, taştıkları için dışına çıkmışlar her türlü yaşantının. Ve bu artık bir duygulamdır, algılamdır sözgelimi. ‘Felsefe Nedir’e bakalım bu noktada: “Algılamlar algılamalar değildir artık, onları duyanlarda ortaya çıkan bir durumdan bağımsızdırlar; duygulamlar da artık duygular ya da duygulanımlar değildir, onların içinden geçen kişilerin gücünden taşarlar.”
Şiir için, ozanın yazdığıdır demedim; keşfettiğidir dedim. Nitekim şiir bekler bir yerde, avlusuyla. En kâşifini. Kamburu kendine eğilmiş terziyi. Bu, Anday’a nasip olmuştur. Ekleyelim; bu nasiplik, Anday’ın kendi kutsal gayretinin yazgısıdır, çokça ussal. Kulak verdim ozana ve tümceye. Denedim bunu, salt anlakla yetinmedim. Deleuze’ün edebiyatı özden ırak tuttuğu mecraya hürmet ettim. Gittim, bir ot buldum kendimce, kırda. Bir kekik. Dokundum. Kokusunun yabanıllığı ötekini anımsattı bana, başka bir yerde duran başkasını. Başka dediğim bir duygu ya da algı değil, ötemde duran diğeri hiç değil. Bir duygudan kaçarcasına, değmemecisine bir algıya. İnsanın varlığını, kendi yokluğumda gördüm burada. Duygulamların her şeyi bir oluşa taşıdığını. Oluşlar mı? Belki de. Bazen doğa, sanki ot; çokça hayvan, elbette karınca. Kaçış, ki o an güçlü bir hisle seslendi bana içimden. Uzunca beklemiş kadar. Daha çok onu mutlu etmiş gibi kekiğin kokusu. Eğilmek istedi, gitmek istediği yere. Kendimi düşündüm ve içimde bulunduğum yerin esrikliğini. Beni büzüştüren halleri, arzumu elimden çekip alan sıkışmışlığı. Oldum zannettiğim yanılgıyı. Durdum, sonra gitmeye teyellenmiş bir salyangoza ulaştım içimde. Kendi evini sırtında taşıyan değil miydi o? Ah ki yoktu benim bir evim, sırtımda taşıyacağım. Oturup otun kalbini düşündüm, onu ev yaptım kendime. Taşısın diye beni bir vakte. Gördüm ki ulaştığım, geldiğim yol kadarmış. Uzaklaştım oradan. Geriye dönüp baktığımda, bir salyangozun kekiğe doğru yavaşça yürüdüğünü görd…
Yanımdaydı şiirin bir sonraki tümcesi: Başka bir dünyada kökleri,
İyice uzaklaştım oradan. Kekiği orada bırakarak kekiği almıştım yanıma. Elimde değil, değil kalbimde. Anladım nedir duygulam. Başka bir dünyada kökleri, kulak verdim ona. Gelmiş gibi başka bir dünyadan. Geldiği yeri artık bir dünya olmaktan çıkaran. Serpilecektir kökleri başka bir oluşa. İçinde taşıdığı arzunun değmesini ister gibiydi başkasına. Sıkışmışlığından müzdarip. İçinden seslenen bir kaçış hissi. Beklemişti kâşifini, o kambur terziyi. Taşımak için bir oluşa: Med cezir. Konaklamamak bir yerde, belki sadece bir su içimi. Yer edinmek için saklı olanın bahçesinde. Sonra çıkmak oradan. Bu tümcelerin bize anlattıkları salt bir anlatı mıdır şimdi. Elbette hayır, duyumsamalar verdi bize, deneyimleyelim diye yeni alanlar. Bu alanlar ki bağımsız duruyor bizden. Felsefe Nedir’de geçenlerdir: Dünyanın içinde değiliz, dünya ile birlikte bir oluş halindeyiz, onu temaşa ederek oluş halindeyiz. Değebiliyorsak bir otun başka dünyadan gelen sesine demektir ki çok da temelli bir dünyamız yok. Ot, kendince bekler bir insanı. Göçebeliği ona susmak için. Yavaşça uzaklaştı şiirden kekik. Sonra bir salyangozun kendine doğru yavaşça yürüdüğünü görd…
Madem, bir oluştayız ve ben öylece girdim aranıza öylece çekip gitmek istiyorum, burada kesiyorum şiiri. Aslında anımsayacaksınız, hiç de kesmiyorum. Duruyor şiir bir yerde, başka bir oluşu beklemek için belki de. Ben en başa gidiyorum, oraya. Otun saklan(ma)dığı yere:
Sanat saklar ve dünya üzerinde kendini saklayan tek şeydir. Saklanış, şiirin sözcüklerle örülmesi değildir elbet. Değildir ozanın onu bir kâğıda dikmesi. Bir kitabın içinde bekliyor oluşu hiç değildir. Elbette ki bu saydıklarımız duyumun, algılamın içinden geçmeden duyum gerçekleşemez. Ödünçlüktür bu, bir su içimi vakti. Saklanan, naçizane değindiğimiz oluştur, bizi sürüklediği deneyimdir. Algılam ve duyumlardır. “Hak olarak kendini saklayan şey, yalnızca olgusal koşulu kuran malzeme değil, bu koşul yerine getirildiği sürece (tuval, renk ya da taş, toz olup gitmediği sürece), kendi-kendisinde kendini saklayan şey, algılam ya da duygulamdır.”
Salyangoz, işitmiş miydi şiirin sesini?
Sobeeeeeeeeee!
Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.