Acıbadem’de Var Bir Yılan

Her insan gibi Faruk da başlangıçların sonları etkilediğini düşünmüştü. Sonların başlangıçları daha fazla etkilediğini anlaması yaklaşık birkaç sene önce olmuştu. İnsan aldanır. Yaşadıklarının hengâmesi bile aldatır onu. Yaşadığı yalnızlıkların hikâyesi aldatır. Boşluğa armağan ettiği gözyaşları saptırır fikirlerini. İnsan yaşamayadursun birkaç şeyi, hemen atar üzerine hafıza ağını. Tozlu, paslanmış bir tenekedir artık hikâyesi. Anlatacağım gerçeküstü gözüken sevimsiz hikâye, aldanış ve silinişlerin temsilidir.

Sabaha karşı evlerin içine dolan mavili kırmızılı ışık kümeleri onu uyandırmasaydı, Faruk mağarayı ilk gören mahalleli olamayacaktı. Hasanpaşa’da, Ermeni Mezarlığı’nın karşısında bir mağara. Bir gece önce böyle bir şey yoktu.

Hırkasının fermuarını âdem elmasına kadar çekerken balkona çıktı. Güneş koca koca binalardan sıyrılmaya başlarken, polislerin ve itfaiyecilerin yan yana durup baktığı şeyi merak etti. Terk edilmiş, betonların arasından demirlerin fırladığı kırık dökük bir yapı. Baktıkları yönde başka bir şey yoktu. Birkaç dakika içinde mahalle sakinlerinden birkaçı, hayretle izleme pozisyonu almaya başladı. Belli belirsiz şaşkınlık ifadeleri duydu Faruk.

“Suphanallah!” dediğini duydu takkesini eksik etmeyen ihtiyarın.

Birkaç genç telefonlarını gövdelerinden yukarı sabitlemişlerdi. Kafalarıyla beraber telefonları da dönüyordu

“Koskoca harabe, bir anda nasıl kayboldu ya.”

Merakına yenik düştü. O da şaşkınlıkla önündeki şeye bakanlardandı artık. Gerçekten bir mağara vardı önünde. Sanki harabe yerin binlerce kilometre altına saklanmıştı. Geride bıraktığı şeyse kırmızılaşmış toprağın geniş ağzıydı. Yakınlaşmaya cesaret edemeyenler, bir itfaiyecinin fenerle deliğin kocaman ağzını aydınlatmasını izliyordu. Kalabalık iyice artmıştı. Elindeki mikrofonu sallayarak hızlı hızlı yürüyen bir spiker konuşmaya başladı:

Kadıköy’e bağlı Hasanpaşa Mahallesi’ndeyiz. Birkaç saat önce burada akıllara durgunluk verecek bir olay yaşandı. Uzun zaman önce üniversite olarak kullanılan koca bina bir anda yok oldu. Yetkililerden edindiğimiz bilgilere göre kaybolan binanın yerinde yüzlerce metrelik bir mağara oluştu. Gerekli incelemeler için uzmanlara haber verildiği açıklandı. Biz de burada gelişmeleri takip edip sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Faruk terk edilmiş binanın bir zamanlar üniversite olduğunu spikerden duymuştu. Yaklaşık bir senedir burada oturuyordu. Şaşırmıştı. Ara sıra kendini hatırlatıyordu rüzgâr. Üşüdü. Avuçlarıyla omzunu okşadı. Güneş en büyük cezasını ve en büyük hediyesini yavaş yavaş bahşediyordu. Gökyüzünün kıyı şeritlerinde turuncu bir karartı vardı. Yine de mağaranın kasvetli ağzından başka bir şey göremiyorlardı. Faruk sıkılmaya başladı. Derken bir hareketlilik yaşandı. El fenerleri ve çantalarıyla bir grup mağaraya doğru yürümeye başladı. Bakanlık, jeologlardan ve mühendislerden oluşan bir grup göndermişti.

Şahit oldukları olaya anlam veremiyorlardı. Etraflarına bakıyorlar, birbirleriyle konuşuyorlardı. Gün adım adım ilerlerken telefonları ile video ve fotoğraf çekenler artıyordu. Kimsenin bu mağaranın ne olduğunu, yarığın nereye kadar gittiğini düşündüğü yoktu. Sadece binanın nereye gittiğini düşünüyorlardı.

Bakanlık tarafından gönderilen gruptan biri polislerle konuştu. Az sonra polisler, korkak adımlarla mağaraya yaklaşıp kafalarını uzatan kalabalığı uzaklaştırdı. Jeologlar ve mühendisler kırmızıya çalan çamurları ezerek ilerlediler. Sonsuza kadar gidecekmiş gibi gözüken inişe ulaştılar. Siyah takım elbiseleriyle karanlığa karışıyorlardı. Son görülen şey, enselerinin altından fırlamış beyaz gömlek yakalarıydı.

Artık öğle saatleriydi. İnsan kalabalığı birkaç sokağa taşmıştı. Birçok gazeteci gelmiş, her yerde omuzlarında kamerayla gezen insanlar vardı. Mağaranın hemen kenarında beş tane ambulans vardı.  Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü olay yerinde ilk resmî açıklamayı yaptı. Faruk da diğer insanlar gibi binanın kayboluşunu ya da mağarayı değil, mağaraya giren bilim insanlarını düşünüyordu.

Olayların üzerinden sekiz gün geçmişti. Ancak kimse bilim insanlarına ne olduğunu bilmiyordu. İki hafta sonra onları görevlendiren yetkili açığa alındı. Merakları söndürmek için bir günah keçisi gerekiyordu çünkü.

Bir gün, mağaranın derinliklerinden gün ışığına doğru süzülen yılanlar gözüktü. Hepsi bembeyazdı, kıvrılarak, kasılarak toprağı çizerlerken kırmızı pulları parlıyordu. Yılanlar birkaç gün arayla gözükmeye devam etti. Bilim insanların neden geri dönmediği sorusunun cevabı belli olmaya başlamıştı.

“Ne garip,” dedi Faruk. “Bir zamanlar üniversite olan bir bina, yerini kocaman mağaraya bırakıyor.” Büyükçe bir nefes aldı, birkaç parça hâlindeki bulutlar baktı. “Ve o mağara, bilim insanlarını yutuyor,” dedi.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir