varlık ver
Deniz Köker

AŞKALE'DE KURTLAR VE BEN

Sana mektup yazmama izin verilmiyor sevgilim. Nar çiçeği dudaklarını nasıl özledim. Gözlerini utanıp kucağına indirmeni, küçük kelebekler gibi eteğinde dinlenen ellerini… Çok özledim, çok.

Seninle içimden konuşuyorum bütün gün. Sana her şeyi anlatmaya çalışıyorum, yüz yüze olsak anlatmak bile istemeyeceğim şeyleri. Anlatmazsam buradan sağ ya da aklımı oynatmadan çıkamayacağım çünkü. Sen nasılsın, oralar sakin mi bizden sonra? Çok perişan etmiyorsundur kendini inşallah. Bedbaht olduğunu biliyorum, dayan. Sen orada, ben burada dayanalım. Döndüğümde, seni bıraktığım gibi taptaze bir bahar dalı gibi bulmak umudu beni yaşatan. Kışın acımasızca vurmadığı bir bahar dalı.
Bahar dedim de senin o yakası dantelli, çiçekli entarin geldi gözümün önüne. Hani geçen paskalyada giydiğin. Otuz beş numara ayacıklarındaki rugan potinlerinle sanki karşımdasın. Ecnebi filmlerinden gördüğün modellerden birini yaptırdığın mimoza kokulu saçların omuzlarında. Aya Yorgi’ye tırmanmaya üşenip, sahilde el ele yürüyüşümüzü yaşıyorum yeniden. Yalancıktan kızdın, tepeye tırmanmayalım dediğim için. O küskün dudak büküşün. Sürekli baştan, hiç durmadan izlediğim bir film gibi.
Biliyorsun felsefe severim. Burada zavallı bedenimin her hücresiyle çalışırken, kafamın içine kimsenin hükmedemeyeceğine inanarak devam edebiliyorum. Dışarıya karşı tüm  komutlara itaat eden bir kukla gibi davranıyor, içimden hayata, insana, umuda dair felsefe yapıyorum. İnsanın anlam arayışı hiç bitmiyor. Yani bitmese iyi olur kınalı kuzum. Sana kavuşacağım gün için yaşıyorum.
Buranın soğuğu soğuk hani. İstanbul’da bildiğin soğuklar gibi değil. Aşkale soğuğu diye bir şey var.  Diri kalmak kolay burada. İliklerine kadar ayazı hissediyorsun. Gün doğmadan uyandırıyorlar bizi, bir kâse çorba ve bir somun kuru ekmek alıyoruz sıraya girip. Geçen gün, sırada münakaşa çıktı. O kadar açız ki, cemiyet hayatımızda yapmayacağımız şeyler yapıyor, hayvani tepkiler verebiliyoruz. O bir kâse, cıldır cıldır çorbayla akşama kadar taş, toprakla çalışıyoruz. Kazma kürek sallamaktan kol kaslarım epey güçlendi. Artık erkeğin, Herkül’ü kıskandırır bir cazibeye sahip. İnanmadın değil mi? Haklısın. Kaslarım güçlendi ama gıdasızlıktan kaburgalarımız hayli sayılır hale geldi. Neyse ki kar kalktı artık. Parmak uçlarımızı uyuşturan o hoyrat zemheri aylarını atlattık. Bu da bir şey. Güzel bir haber hatta, geçen sabah güneş çıktı. Yüzümüze, sırtımıza, omuzlarımıza sarıldı sımsıcak. Dayanın, arkanızdayım der gibi geldi bana. Bir yerleri kazıp duruyoruz, bazısının amacı var mı onu bile anlamıyoruz. Demiryolu için gittiğimizde, en azından ne yaptığımızı idrak ediyoruz. Anlamsız çukurlar kazdıran başımızdaki adamlar, inanılmaz kin dolu bize. Burada azınlık değil, çoğunluğuz. Güçsüz, yılgın bir çoğunluk. Geçen gün, Yorgo düştü kaldı, hadi dayan diyoruz, yok kalkamıyor bir türlü. Eee, nereden baksan altmışlarını geçti. Hemen zebanimiz geldi, başladı Yorgo’nun tepesinden kinayeye.
“Ne oldu beyim, patron olup, altındaki işçileri it gibi çalıştırmaya benzemiyormuş değil mi? Yediniz içtiniz sefasını sürdünüz ülkenin, vergisini de ödeyecektiniz.”
Yorgo’nun öyle it gibi çalıştıracak işçileri yoktu ki diyeceksin. Yoktu, haklısın. Bir tane çırağı vardı, manifatura dükkanında, bırak onu acımadan çalıştırmak, ondan daha fazla çalışırdı.
Kurtlar uluyor geceleri. İçi ürperiyor insanın. Dışarıda olmadığımıza seviniyoruz içerideki mahpusluğumuzda. Karyolalarımızın demirleri zangırdıyor bazen kendi sıtma gibi titreyişimizden. Dile getirilemeyen bir kural var aramızda. Dertlenmek, efkarlanmak, ağlamak, sızlanmak yok. Çıkana kadar kendimizi dik tutmalıyız. Dışarıdan vuran ışık, gece üzerimize vurduğunda anlıyoruz, hepimizin gözleri açık geç saatlere kadar. Uyku tutmuyor, tutamıyoruz uzun uzun uykuyu avuçlarımızda. Gün ağarmadan yitip gidiyor. Dünün yorgunluğu, yarının endişelerine ekleniyor. O kurtlar… O kurtlar yok mu…
Seninle mektup yazar gibi dertleşmek ne iyi geliyor bilsen. Kafamda yazdıklarımı ilk fırsatta kâğıda dökmek istiyorum güzel gözlüm. Keşke senin ne düşündüğünü bilebilsem. Seni avutabilsem. Öldüm mü, kaldım mı ne merak ediyorsundur. Seni yalnız bıraktığım için öyle üzülüyorum ki, ama nereden bulurdum onca parayı. Vergi değil bu resmen, yargısız infaz. Burada en küçük mutluluğa dört elle sarılıyoruz. Yavru bir kedimiz var artık. Nerden düştüyse buralara. Anası terk etmiş galiba. Yorgo dedi ki, o da bizdense, Varlık Vergisi’ne takılmıştır.  Nasıl güldük. Böyle anlar çok değerli. Güldüğümüz, gülebilen bir varlık olduğumuzu hatırladığımız. Roza koyduk adını küçük hanımın. Pek besleyecek malzememiz yok ama galiba hanımefendi idare binasından besleniyor. Buraların kebapları, yemekleri pek meşhur. Geçen gün beni, bir malzeme almak için yolladılar, komutan tam da yemek yiyormuş. Oval tabağın içinde mis kokulu meşhur cağ kebabı, yanında üzeri sumaklı kırmızı soğan. Nasıl iştahlı yiyor. Bıyıklarının kenarından yağlar akıyor.
Gül yüzlüm, söz ver şu bela bitince, gidip Pera’da güzel bir yemek yiyelim. Güzel bir roze eşliğinde. Şiirler oku bana özlediğim. İncir çekirdeğini doldurmayacak haberler ver mecmualardan. Gittiğin sergileri anlat, kaçırdığım doğum günlerini. Bak kurtlar uluyor yine sinsi sinsi. Bugünler de biter değil mi, ne bitmemiş ki bu cihanda? Biter bu da, biter.

 

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir