SAMSUNG CAMERA PICTURES
Filiz Sever

MEMLEKET NERE?

Ülkemizde tanıştığınız  hemen herkes size, neredeyse adınızdan önce, o çok önemli soruyu sormadan edemez, “Nerelisin?”, “Memleket neresi?” Hepimiz rastlamışızdır bu tür diyaloglara…Nedense; doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi her sohbetin başında bu klasik soruyu sorar, “Memleket nere?”

Bu muhabbet ile başlayan konuşmalarda illâki ortak bir eş-dost aranır. Diyelim ki, yeni tanışan iki kişi de tesadüf Sivaslı çıktı. Ardından “Sivas’ın neresinden?” sorusuyla birlikte Suşehri, Kangal, Zara vs. başlanır şehirler sayılmaya. Biri Kangallı iken diğeri Ulaş Şenyurt köyden çıktı. Hemen o köyden isimler verilir. Mutlaka ortak bir tanıdık bulunacak… Tutun ki, o da bulundu. Sonuç ne oldu? Ben hep şunu düşünmüşümdür. Acaba, insanların memleketlerine olan özlemi bu kalabalık ve büyük metropollerde daha çok mu artıyor, ya da İstanbul’da yalnızlık duygusu ön plana mı çıkıyor?
Bir de tipinize bakarak bulmaya çalışanlar olur memleketinizi… İstanbul doğumlu olmama rağmen (hem anne hem de baba tarafından Rumeli göçmeni) çoğu zaman Karadenizliye benzetilirim hatta şehir ismi verilerek Sinoplu musunuz diye soranlara da çok rastlamışımdır.
Keza, yaz aylarında gittiğim Ege ve Akdeniz sahillerinde de yabancı turiste benzetiliyorum. Yani, kendi ülkemde hatta doğduğum kentte bile turist muamelesi görmeyi çok fazla yaşadığım için bu duruma artık alıştığımı söyleyebilirim. Çünkü sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da benzer durumlarla çok karşılaştım. Yıllar önce İngiltere gezimde, beni, İtalyan’a benzeten yaşlı İngiliz’in ısrarlı sözleri aklıma geldikçe hep gülerim.
Tramvaya Binmenin Yolları
Haziran ayının ortaları, ama sıcaklık temmuz-ağustos aylarında hissedilir derecede çok yüksek. Üzerimde kapri pantolon ve bir tişört, başımda da güneşten korunmak amaçlı siperli bir spor şapka var.
Eminönü’nde vapurdan indim. Mısır Çarşısı’nın yanından Mahmutpaşa’ya doğru yürüyerek çıktım. Ve Kapalıçarşı’ya Mahmutpaşa kapısından girdim. Açıkçası bu sıcaklarda en iyi gezilecek mekân çarşının içi diyebilirim. Tarihi Bedesteni de keyifle dolaştıktan sonra, sıra geldi Beyazıt kapısından tramvaya binmeye… Ama ne mümkün. Hepsi tıklım tıklım dolu geliyor. Tam üç tane kaçırdım. Önümden geçerek tramvaya binenleri gözlemledim bu sırada. Tramvay durağa yaklaştığı esnada arka vagonların olduğu yöne doğru yürüyor ve bir kapıyı gözlerine kestiriyorlar. Ve hemen kapının tam önünde durarak açılmasını bekliyorlar.
Nihayet dördüncü tramvay yaklaştığında, aynı sıralamayı takip ederek kapının açılmasını beklemeye başladım. Tramvay kapısı açıldığı anda tam yanımda adamın biri belirdi ve bana bakarak hemen yanındaki arkadaşına şunu söyledi:
“Bunlar da tramvaya nasıl binildiğini öğrenmişler, vay anasına be!..”
Beni yabancı turiste benzettiğini hemen anladım. Ne de olsa yıllardır turist sanıldığım için artık şaşırmıyorum. Ama bu kez, onu şaşırtmak istedim ve dedim ki;
“İnsan, üç tane tramvayı kaçırınca nasıl binileceğini öğreniyor.”
Ağzımdan Türkçe dökülen bu sözler karşısında allak bullak olan adama gülmemek için kendimi zor tuttum. Ne söyleyeceğini bilemeyen ve adeta şok geçiren adamcağız, acı bir gülümseme ile yetindi.
“Her gördüğünü turist sanma!” sözünü hatırlatmış olmanın hafifliği vardı üstümde. Ve eminim ki, daha kaba bir söz etmediğine sevindiği gibi, bundan sonra ise çok daha temkinli davranacaktır.
Kariye Müzesi’nde Bir Gün
Yaz aylarını iyice hissettiren güzel bir ilkbahar sabahı, küçük bir grup ile ve Türk rehber eşliğinde Kariye Müzesini geziyoruz. Profesyonel rehberimiz müzenin içinde tarihçesini, duvarlardaki freskleri tek tek anlatırken, bir kitap okumuş kadar bilgi sahibi olduğumu çok net hatırlıyorum. Ve bu kadar önemli bir müzeye neden daha önce gelmediğime hayıflandım doğrusu.
Tipik bir Bizans yapısı olan Grek Ortodoks kilisenin dış cephesi oldukça sade görünümlüyken iç cephesi çok süslüydü. Rehberimiz anlatımlarıyla “Dinler Tarihi”dersi vermiş gibi oldu. Orta çağ İstanbul’undan günümüze kadar gelen yapı, bugün artık cami olarak hizmet vermektedir.
Müze çıkışında hediyelik eşya satan dükkândan bir adam çıkarak, önce Fransızca ardından İngilizce konuşarak, dükkânın içine davet etmeye başladı. Ben de kibarca gülümseyerek, her zamanki alışkanlıkla -ülkemde yabancı sanılmak bana biraz zor gelse de- Türk’üm diye söze girdim, daha fazla kendilerini yormamaları için “İyi işler” dileyerek mağazanın vitrinine bakmaya başladım. Mahcup olan dükkân sahibi yanıma yaklaştı ve aramızda şöyle bir diyalog geçti;
“Hanımefendi özür dilerim, sizi Fransız sandım.
“Fransız, İngiliz, İtalyan…hep böyle zannedilmeye alıştım artık. Bu bir şey değil, iki kardeş Bodrum’da beş gün kaldığımız otelde bizi İngiliz sandılar. Tam otelden ayrılacağımız son gün Türk olduğumuzu fark ettiler.”
Böyle diyerek biraz güldürdüm ve rahatlattım dükkân sahibini… O da söze şöyle devam etti:
“Yurtdışında rahat rahat dolaşırsınız, sizin için güzel bir avantaj. Ne mutlu size…”
“Hiç böyle düşünmemiştim ama doğru söylüyorsunuz.”
Evet, bu sohbetin bir kısmına tanık olan rehberimiz de “Adam haklı, tam bir Fransız vatandaşı gibisin” demez mi!..
İtalya’da Broşür Verdiler
Milano’ya ilk ayak bastığımda farklı bir yerden giriş yaptık. Şehir merkezine yaklaşınca, göbekte iğne ve iplik heykelleri bulunuyor. Daha Milano’ya adım atar atmaz modayla ilişkisi olduğunu bize bariz hissettiriyor.
Evet, iğne ve iplik heykelleri bu şehrin sembolleridir. İki önemli moda gerecini geçtikten sonra, kentin şatosunu görüyoruz. Bugün içinde müze olan Sforzesco Şatosu… O kadar heybetli bir yapı ki; bir bütün olarak kadraja almam mümkün olamıyor. Bu arada, tam bu şatonun önünde otobüsten inip, kentin içlerine doğru yürümeye başlıyoruz.
Milano’nun caddelerinde canlı renklere sahip tramvaylar işliyor. Ve birbirinden hoş mağazaların olduğu geniş caddelerinden birine girip, şehrin meydanına ilerliyoruz. Bu arada, insanlar gruplar halinde yürüyorlar, meydanda miting var! Rehberimiz, bizleri kaybetmemek için elinde turuncu bir bayrak tutarak önden yürüyor, biz de arkadan onu takip ediyoruz.

 

Ve mahşeri bir kalabalıkta meydanın ortasına varıyoruz. İnsanlar, Andrea Bocelli şarkısı eşliğinde toplanarak, AB karşıtı gösteri yapıyorlar, biz de onlarla kaynaşmış oluyoruz. Ve beni İtalyan sanıp, bir el broşürü ile kalem bile veriyorlar. Tabii, hemen hemen her ülkede o ülkenin vatandaşına benzetilmeye o kadar alışkınım ki; adamın beni İtalyan sanıp, elime bunları tutuşturmasını çok normal karşılıyor ve İtalyanca “Grazie” deyip, teşekkür ediyorum.
 
 Sofya’daki Mağazada İndirim Yaptılar
Bulgaristan’ın başkenti Sofya’daki tarihi ve kültürel yerleri gezdikten sonra, Sofya’nın en meşhur caddesi Vitoşa Bulvarı’ndaki mağazalara bakıyorum. Trafiğe kapalı olan bu caddedeki mağazalardan birine girdim ve kıyafet beğeniyorum.
Mağaza görevlisi yanıma yaklaşarak kabinlerin arka tarafta olduğunu ve yardıma ihtiyacımın olup olmadığını sordu. Mağaza ürünlerinin hangi ülkeden geldiğini öğrenmek istedim. Sorularımı cevapladıktan sonra “Siz, Avrupa’nın hangi ülkesindensiniz” dediğinde “Bilin bakalım, hangi ülke?” diye sordum. Tek tek saymaya başladı ülkeleri ve Balkan ülkelerinden olduğuma karar verdi. Ben de bu fırsatı kaçırmadım ve Makedonya deyiverdim. Beni hemen kasadaki satış görevlisi ile tanıştırdı, çünkü o da Makedon imiş. Bir zamanlar dedelerimin yaşadığı topraktan olan Makedon kızcağızla tanışmaktan çok mutlu oldum. O da beni tanıdığına sevindi. Ve satın aldığım ürünlerde bana ekstra indirim yaptı.
Kısacası, her nereli olursak olalım, hepimiz bir ülkenin vatandaşıyız. Önemli olan insanları anlayabilmek ve anlaşabilecek kapasiteye sahip olabilmektir. Bu nedenle, bana “Nerelisin?” diye soranlara, “Dünya vatandaşıyım” diyorum. Bu sözü sadece söylemekle kalmıyor, aynı zamanda hayat görüşü olarak benimsemiş bulunuyorum.
Dünyadaki insanları kucaklayacak kapasitedeyim. Çünkü dünya vatandaşıyım ve tüm insanların bir renk armonisi olduğunun bilincindeyim.

Diğer gezi yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir