KAPAK (2)
Sevda Müjgan Yüksel

HALİM KULAKSIZ’LA SÖYLEŞİ: ‘BİR TUTKUDUR FOTOĞRAF’

Fotoğrafa lise yıllarında (1958) başlayan Halim Kulaksız, 1969 yılında REFO Color’u kurar ve kendi ifadesiyle hayatı fotoğrafın FO”larıyla geçer: MEFO, REFO, DİFO.  New York Institute of Photography’yi bitiren sanatçı, ilk kişisel sergisini 1971 yılında Ankara’da Görüntüler adıyla açar.

Fotoğraf sanatında 50 yılı arkasında bırakan sanatçıyla “fotoğraf” diye söze girdik ve yine “fotoğraf” diyerek bitirdik.

 

Sanata gönül veren insanların karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri sanırım sanatçı kimlikleriyle ekmeklerini kazanma derdi arasında kalmalarıdır. Sizin bu konudaki tavrınız nasıl oldu?
 Ben hayatım boyunca fotoğrafın sanat yönüne sırt çevirmedim. Fotoğraf ruhunuza işlediyse farklı bir şey yapamazsınız zaten. Türkiye’deki ilk renkli fotoğraf sergisini 1971’de, Ankara’da Zafer Çarşısı’nda Görüntüler adıyla ben ortaya koydum. Sergimi Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı sayın Talat Halman açmıştı. Siluetler Şehri İstanbul adlı kitabıma da 40 yıl sonra önsöz yazmasını yine ondan rica ettim. Beni kırmadı.

 

1950’li yıllardan beri fotoğrafın içinde olduğunuza göre ülkemizde fotoğrafın serüvenine tanıklık eden kişilerden de birisiniz. Nasıl bir serüven bu?                  
Türkiye’de fotoğrafçılık modadan sonra en hızlı gelişen meslektir. En çok istismar edilen meslek de fotoğrafçılıktır. Bu iş babadan oğula, ustadan çırağa geçerek ilerledi o ilk yıllarda. Usta, çırağına kırk hünerinin otuz dokuzunu öğretir birini kendisine saklarmış. Bu öyle bir saklanmış ki bilinçsiz bir fotoğrafçılık almış başını yürümüş.
Fotoğraf sanatında başarıyı, fotoğrafı duvara astırmayı başarırsak sağlardık. Ben her zaman bunu söyledim. Fotoğraf iki durumda duvara asılır. Ya bakan insanın duygusal dünyasına seslenmeyi başarır ya da bu alanda öyle bir isimsindir ki her türlü fotoğrafın para eder. İç bünyesel problemlerimiz fotoğraflanarak fotoğraf sanatına hizmet edilmez. Burnu akan, yüzünde sinekler dolaşan, yalın ayak çocukları çektiğimizde bunu belge olarak bu yoksulluğa çare olsun diye bir yerlere sunacaksak ben de çekerim. Mendilimizi çıkaralım, o çocukların burunlarını silelim, yüzlerine konan sinekleri kovalayalım ve öyle bir fotoğraf çekelim ki ne istediğimizi anlatalım. Fotoğraf işte o zaman fotoğraf olur.
Masama 5-6 film koyup bana “Anadolu’ya gideceğim. Fotoğraf çekeceğim. Dönüşte de bir sergi açacağım. Neler önerirsiniz?” diye soranlar oldu. Türkiye’de bir dönem böyle bir fotoğrafçılık aldı yürüdü. Fotoğrafın Türkiye’de bu yolla başarıya ulaşması mümkün değildi. Bu zihniyetle belgesel fotoğrafı ayırmak gerekir. Onların yaptıkları belge fotoğrafçılığıydı. Bir fotoğrafın ruhu ve atmosferi olması lazım ki sanat olabilsin. Fotoğraf, ruhunu çeken kişinin birikimleriyle kazanır.
Sonra ne oldu? Dünya hızla değişti. İletişim araçları çoğaldı. Türkiye’de fotoğraf okulları açılmaya başladı. Böylece fotoğraf sanatı da elbette büyük bir gelişme içine girdi. 2000 yılından sonra dünyada fotoğraf satışlarının adedi resmin önüne geçti. Bizim sanat camiamız yıllarca fotoğrafı küçümsedi. Rengi kayboluyor denildi. Siz bir resmi de kötü koşullarda saklarsanız resim de bozulur. Meşhur ressamların çatı katlarında unutulan resimlerinin ne kadar bozulduğu ortada.

 

Peki ya teknoloji? Günümüzde fotoğraf üretiminin neredeyse tamamen dijitalleşmesine nasıl bakıyorsunuz?
 Bu gelişim içinde ben dijital fotoğrafın teknolojik gelişimini tamamlamadan çıkışını yanlış buluyorum. Olmamış bir teknolojiden para kazanılıyor. Fotoğrafın inandırıcılığı bitti. Photoshop’u fotoğrafa yardımcı olarak kullanırsanız, tamam. Biz fotoğrafçı olarak görürdük, adam tarlada çalışıyor ama istediğimiz yerde değil. Sen gel şurada dur demek mümkün değildi. Şimdi diyoruz. Dijital ortam bize bunu sağladı. Oradan alıp buraya koyuyoruz. Yalan söylemiyoruz, adam buradaydı, vardı. Adamı oradan alıp buraya koymakla ben gerçeği inkâr etmiyorum. Photoshop’la fotoğraf üretmeye kalkarsak o fotoğraf olmaz. Nedir? Adı henüz konulmadı.
 
Üretilen her ürün yarınlara kalmıyor. Oysa sanat kendisini burada gösteriyor, yarınlara kalmakta. Sizce de öyle değil mi?                                          
 Modası geçen bir sanat ürettiğiniz zaman onun sonu çöptür. Fotoğrafın başarılı olması… Şöyle söyleyeyim; mesela ben bir portre çektiğim zaman kişinin karşısına geçip pat diye basmam deklanşöre. Neden? Şinasi Barutçu’nun çok güzel bir sözü vardır:
Fotoğraf o kadar ulvidir ki makineyi yönelttiğiniz anda karşınızda ister bir padişah isterse bir çocuk olsun hemen kendisine çekidüzen verir. O, fotoğraf değildir.”
Ben belgesel olarak üç buçuk, dört yıl Çingeneleri çalıştım. Mahalleye gidiyorum, elimde makineyi gören hemen ne yapıyorsa ondan farklı bir durum alıyor. Hatıra fotoğraf isteniyorsa çekip vereyim. Onlara önce bunu anlatmak gerekiyor. Anlatıyorum. Onlar kendi doğallıkları içinde çekmek gerekiyor. Bu, çok önemli. Belki on karede bir kare istediğim gibi oluyor. Portre çekerken de… İnsanın yüzü kişiliğinin, gözü düşüncelerinin aynasıdır. Yüzün yapısını değiştirmemiz olanaksız olduğuna göre o zaman nereye gideceğiz? Düşünceye. Kişiyi ‘’fotoğraf çektiriyorum’’ havasından kurtaracağız. Onu kendi dünyasına döndürmeyi başardığımız anda portremiz başarılı bir çalışma oluyor. Fotoğraf sizin doğayla, insanlarla ilişkinizi, onlara bakış açınızı değiştirir. Size dünyaya, insana bakmayı öğretir.
 
Fotoğraf yarışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 70’li yıllarda çok yarışma yoktu Türkiye’de. Kültür Bakanlığının bir yarışması olmuştu, orada ikincilik almıştım. İlk ödülüm. O, çok bilinen bir yarışma değildi, asıl önemli ödülüm 1973’te geldi. Yine Kültür Bakanlığının “Türkiye’miz” konulu bir yarışmasıydı. O jüride Şakir Eczacıbaşı da vardı. 10 slâytla katıldım. Bir birincilik, üç mansiyon aldım. Onu başka yarışmalar, ödüller izledi.  Arkasından yarışmalarda jüri üyeliği yaptım. Ödül alırken ödül veren durumuna geldik. Benim yarışmalarla ilgili hiçbir hırsım olmadı. Bana göre yarışmalar ödüllendirme yeri değildir. Jüri, o gün orada ne varsa onu değerlendirir. Bunun daha iyisi var mı diye araştırmaz. Dolayısıyla şu ödülü aldım da çok önemli bir konuma geldim olmaz. Yarışmalar insanı fotoğraf çekmeye teşvik eder. Katılmak önemlidir ancak derece almak değildir. Benim için derece almak ustalık göstergesi değildir. Bu yüzden ödülleri çok önemseyerek şurada bunu, orada onu kazandım demem.

 

50. sanat yılınızı Siluetler Şehri İstanbul albümüyle kutladınız. Geriye dönüp baktığımızda fotoğraf anlayışınızı “Dünyada her şey güzeldir, onun güzel olduğu anı yakalamak fotoğraf sanatının işidir” diye özetleyebilir miyiz?                   
Doğru, ben güzellikleri yansıtmak istedim. Dünyanın hemen her tarafını gördüm. O çok ileri ülkelerde ne çirkinliklerle, ne sorunlarla karşılaştım. İç problem ararsanız her yerde çok. Ama benim düsturum bu değil. Bir ağaç, ağaçtır. Öyle bir zamanda çekersin ki dallı budaklı, pek sıradan bir görüntüdür. Oysa aynı ağacı farklı bir ışıkta ilah gibi de gösterebilirsiniz.
Ben insanı fotoğraflarımda genellikle tabiatın bir parçası olarak kullanırım. İnsana tabiatın bir parçası olarak hayatiyet veririm. Yaşamın içinde karamsarlıklar, kötümserlikler yok mu? Var. Bugün bunları tarihe taşımakla bir başarı elde edilebileceğini düşünmüyorum. İnsan onu zaten yaşıyor. Güzel anı bulmak, daha önemli. Herkes resim yapamıyor ama fotoğraf çekebildiğini sanıyor. Bir robotun da eline bir makine verin Taksim’den Tünel’e pek çok fotoğraf çeker. Öyleyse aradan sıyrılmanın yolunu bulmak gerekiyor. Kişiliğinizi, birikimleriniz doğrultusunda fotoğrafınıza yansıtabiliyorsanız başarılı oluyorsunuz. Picasso’nun bir resmini gördüğünüzde daha öncesinde hiç görmediğiniz bir resim de olsa hemen bu Picasso’dur diyorsunuz. Fotoğrafta da böyledir bu. Sanatçı olarak kimliğinizin ortaya çıkması lazım.

 

Fotoğraflarınızın ulaştığı insanlar açısından bakıldığında neler söylenebilir?      
Bir fotoğrafa bakılıp geçiliyorsa değeri sıfırdır. Önünde durulup bir şeyler aranıyorsa o fotoğraf başarılıdır. Benim anlatmak istediğimi anlayıp anlamaması önemli değildir. Önemli olan onun fotoğrafla ilgilenmesidir. Ben kimsenin bir şey anlaması için fotoğraf çekmiyorum yani röportaj yapmıyorum. Fotoğrafçılık, röportaj yapmak değildir. Ben bir yapıt ortaya koymuşum. Buna iyi diyen de kötü diyen de olur, beni ilgilendirmez bu. Bunu iyi diye kabul edin diye bir iddiada da bulunmuyorum. Ben sunarım. Anlayan anlar, anlamayan anlamaya çalışır. Halk anlasın diye düşünerek sanat yapmaya kalkarsanız sanat ilerleyemez. Türkiye’de fotoğrafın ilerleyememesinin nedenlerinden biri de budur. Sanatı halk için yaparsanız toplumu da ileri götüremezsiniz. Halkı sanatı anlamaya zorlarsınız toplum gelişir.

 

Halkı sanatı anlamamakla mı suçluyorsunuz?                                             
 Ben sistemi suçluyorum. Halkın ne günahı var? Siz halka bir şey vermiyorsanız… Olay ilkokulda başlıyor. Yurtdışına gidiyorsunuz, şu kadarcık çocuklar müzelerdeler, öğretmenleri başında. Çocuklar sanatla iç içe büyüyorlar. Senin daha öğretmenin gitmemiş müzeye. Bugün Türkiye’de eğitmen olamayacak insanlar profesör olmuş. Böyle bir düzende sanatçılar ne yapabilir ki?
Sözü –tabii siz de izin verirseniz- fotoğraf fedakârlık istiyor ve siz de sağlığınız elverdiği sürece bu fedakârlıkta bulunacak, yolunuza devam edeceksiniz, diye bağlayabilir miyiz?                                             
 Evet, fotoğraf zamandan, paradan hatta sağlıktan fedakârlık ister; fedakârlıkların sonunda ortaya konur. Bir yere fotoğraf çekmeye gittiğinizde orada doğru ışık sabahın beşinde oluyorsa sabahın beşinde orada olacaksın. Uyuyayım, fotoğrafı sonra çekerim olmaz. Zaman zaman kovulmak, sopa yemek bile söz konusu olabilir. Hepsini göze alacaksınız. Picasso ben resim yapayım da çok para kazanayım diye mi düşündü? Bu bir tutku, bu bir aşktır. Yaptığınız iş size haz vermiyorsa kıymeti yoktur. Bugüne kadar fotoğrafla ilgili çok şey yaptım. İş hayatım çok yoğun geçtiğinden dolayı yeterince sergi açmak için zaman bulamadım. Tek eksiğim bu oldu. Onu da telafi edeceğim. Fotoğraflarımı daha çok paylaşacağım. Hayatım fotoğrafın “fo”larıyla geçti: MEFO, REFO, DİFO. Evet, devam edeceğim. Sağlığım elverdiği sürece.

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir