BİR SİGARA İÇSEM GEÇECEK
Boğazımdan yükselen hırıltıyla uyandım. Ağzımın içi kupkuru. Yutkunmak istiyorum, boğuluyorum.
“İyi misin?” diyor.
“İyiyim.”
Ellerimle yakamı çekiştiriyorum. Nafile. Ne kadar açsam olmuyor. Ferahlayamıyorum. Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmıyor. Önündeki duvara çarpıp geri geliyor. Daralıyorum.
Yatağın içine oturuyorum. Konsolun üstündeki su şişesine uzanıyorum. Saat 03.00, gecenin bir yarısı.
“İyi misin?”
Sesi uykulu.
“İyiyim.”
Ağız alışkanlığı işte. Değilim aslında, gittiğinden beri iyi değilim. Her gece aynı saatte uyanmak, bu huzursuzluk hali gece ritüelim oldu. Anksiyeteymiş adı. Panik atak sanmıştım oysa. Pıhtı denen şey şah damarıma attığında yine böyle yalnızdım, yine bu saatlerdi. Gittiğinden beri her akşam pıhtı atıyorum. Genelde kalbime, bazı geceler ciğerlerime. Bu gece sıra ciğerimde.
Saat 03.03
Aldığım nefes hala yetmiyor. Bir iki öksürük. İçime derin nefesler çekiyorum. Genişlemesi gereken ciğerlerim daha çok daralıyor. Yattığı yerde kıpırdanıyor. Hep sol tarafına dönük yatar. Bu gece sağa dönmüş. Yüzü yüzümde.
“Pencereye çıkıp biraz hava alsan” diyor bu sefer.
“Onu da denedim. İşe yaramıyor.”
Keşke o kadar kolay olsa pencereyi açsam, bir derin nefes alsam ve sen yüreğimden uçup gitsen. Solumdan hırıltılı bir nefes yükseliyor. Uykuya dalıyorsun. Dediklerimi duymadan. Yüzümde acı bir gülümseme.
Keyfinin yerinde olmasına bozuluyorum. İstiyorum ki sen de benim çektiğim acıyı hisset. Böyle düşündüğümü söylesem “Sen benim ne çektiğimi biliyor musun?” diyeceksin. Bilmiyorum. Herkes kendi çektiğini bilir. Ama giden sen olduğuna göre çeken benim diye düşünüyorum. Basit bir matematik.
Saat 03.06
İyice bunaldım. Göğsümden yukarı ateş gibi bir sıcaklık yükseliyor. Menopoz. Bir bu eksikti. Sen gidince daha da şiddetlendi. Duyan geldi, diyeceğim. Ağız dolusu güleceksin. Bana çok gülersin zaten. Şimdi de gülüyor musun, diye düşünüyorum. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp fırlatıyorum. Spor sutyeniyle kalıyorum. Siyah olanı giymiştim. Hani şu sırtı çapraz olanı. Yakışıyor sana diyordun ya.
Elim apış arama kayıyor. Islak bir hoşluk yayılıyor içime, bu işte iyice ustalaştım. Ateş bastıkça alevleniyorum.
Caddeden bir motor geçiyor. Hay aksi, tekleyen egzozun çıkardığı gürültü dikkatimi dağıttı. Köpekler havlıyor. Arkasından koşup mıntıkalarına geri dönüyorlar. Sayıları her geçen gün artıyor. Belediye keşke şu kısırlaştırma işini sıkı tutsa. En doğal haklarını ellerinden almak gibi ama yazık pek perişanlar.
Sana ne kızım köpeklerden sen kendi derdine yan. Doğurabilseydin gecenin bir yarısı seni uyandıranın adı anksiyete olmazdı. Oğlan ya da kız. Belki ikisi birden. Korkulu bir rüya görürlerdi ya da yataklarını ıslatırlardı da ona bile kızamazdın.
“Bu gece sen bak” derdim “Ben çok yorgunum”. Sen de nazlanmadan bakardın.
Saat 3.09
Caddeden bu sefer kamyonet geçiyor. Köpekler çoğaldılar sanki sesleri geceye yankılanıyor. Dolunay var. Şavkı denize uzanıyor. Nefesim hala kötü. Üstüne bir de bu ateş. Ne demişti terapist.
“Önce üç objeye sonra üç sese odaklan. Hepsinin adını sesli söyle.”
Önce üç obje.
Frida’nın resmi. Başında çiçeklerle rengârenk, yüzünde o yaralı kadın ifadesi.
İkincisi kitaplık. Ne çok kitap var. Onlarca hayat üst üste.
Üçüncüsü perde. Siyah mı siyah ne karanlığa ne de ışığa geçit vermeyen cinsten.
Gecenin bu vaktinde sesimi yabancılıyorum. Tuhaf oluyor. Herkes mışıl mışıl uyurken ben mırıl mırıl tek başına… Kedi de ortalarda yok. Yanıma gelince iyi hissediyorum.
Sıra üç seste.
Köpekler havlıyor,
Gürültüsü göğü yaran bir uçak denk geçiyor.
Üçüncü yok… Gece sessizlikten kırılıyor.
“Ne konuşuyorsun canım ya mırıl mırıl?” diyor sesi bezgin.
Son zamanlarda hep bezgin. Önce o yumuşacık sesi gitti, sonra yavaş yavaş kendisi.
Üçüncüyü bulamasam da işe yarıyor. Anksiyete geçiyor.
Derin bir nefes alıp yatağa uzandım. Gözlerim inatla açılıyor. Kaç tavan var, tavanda kaç delik. Koyunlar çitten atlasın ben de sayayımı oynuyorum. Koyunlar atlarken çite takılıp düşüyorlar. Kıkırdıyorum. Bıraksam kahkahayla güleceğim. Uykum iyice kaçtı. Yine düşünceler üşüşüyor. Ne kadar uğraşsam nafile. Aklımda hep aynı soru. Nasıl gidebildin? Onca sevgi nereye gitti. Puffff diye değil tabii, sinsi kader ağlarını ördü de diyebiliriz. Örsün bakalım.
Saat 03.12
Bir sigara içsem hemen geçecekti oysa. O zaman uykum da ayılmazdı.
“Doktor ne dedi sana sigara içmek yok. Ölmek mi istiyorsun?”
Doktor başka şeyler de dedi. Mesela üzülmeyeceksin, kafana bir şey takmayacaksın. Allah muhafaza inme falan gelir kim bakar o zaman gibi şeyler. Bak herkes kendi keyfinde. Adam bir yıl olmadan yeni sevgili yapmış sen böyle yattığın yerde öylece bakakalırsın. Of içim daraldı.
“Giderken beni üzdüğünü, anksiyeteden bunalıma bunalımdan bilmem neye sokacağını düşünmedin de sigaranın beni öldüreceğini mi düşünüyorsun?”
Cevap yok. Yatağa sindi, uyuyor numarası yapıyor.
Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Parmaklarıma değen serinlik içimi ürpertiyor.
Terliklere bakınıyorum. Onlar da yok. Aklımda sigara. Bir iki nefes çeksem iki dakikada hayat normale döner. Ne kadar dönerse artık.
Kalktım. Koltuğun kolunda duran şalı omuzlarıma atıyorum. Geceleri serin. Üzerine bir de üşütmemi istemezsin. Gerçi vücudum ateş gibi, olsun. Usulca odadan çıkarken yattığın tarafa bakıyorum. Alışkanlık işte. Orada olsaydın “Nereye?” derdin.
Beni soktuğun cehennemin dibine…
Mutfağa geçtim. Kurulmuş bebek gibiyim. Çekmeceyi açıyorum. Paketten bir dal sigara çekiyorum. Balkonda içince kokmaz diyorum. Eskiden kalma bir alışkanlıkla.
Saat 03.15
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.