KÖMÜRLÜK
Aysel Karaca için…
Annemin tüm uyarılarına kulak tıkayıp sıvaları yer yer dökülmüş, ıslak duvarlarıyla rutubet kokan bu loş ve izbe yeri mesken edinmiştim. Elimdeki fenerin sarı ışığında bir köşeye sinmiş, iki büklüm şekilde kitap okumak vazgeçilmezim olmuştu.
Daha dün kömürlükten aldığım bir kitabı eve getirmek gafletinde bulunmuş, annemin sonu hiç gelmeyen öğütlerinden nasibimi almıştım. Kitaptaki rutubet kokusunu, ava giden bir avcı gibi fark etmiş olacak ki kızgınlığı artıkça arttı.
“Yine mi indin sen kömürlüğe? Başkalarının eşyalarına dokunmak, hele hele alıp eve kadar gelmek de neyin nesi?”
Bana çıkışırken sesindeki öfke odayı doldurmuştu. Kendimi suçlu hissetsem de içimdeki kitap okuma aşkını, merak ve heyecanımı yenemeyeceğimi biliyordum.
Üst komşumuz Fazilet Teyze’nin ölümünün ardından, çocuklarının kapıcı Cafer Efendi’ye torba torba taşıttığı kitapların, onların gözünde bir değeri olmadığını ve annelerinin hatırasına sahip çıkmadıklarını görmek, kömürlüğe inip kitap okuma merakımı daha da artırmıştı. Kime ne zararı vardı ki? Belki de yıllarca hiç kimse görmeden çürüyüp gideceklerdi. Simi mi dökülürdü kitapların? Ama güzel anneme bunu anlatabilmeme imkân yoktu. Annem babama göre daha uzun boylu, endamı yerinde biriydi. Zaman zaman “Afife ben senin boyuna posuna vurulup aldım. Selvi boylu karım benim” dedikçe annem kurum kurum kurumlanırdı. Ama kara gözlerindeki alttan bakışı görünce o bile sesini keserdi. Bu durumda ben nasıl karşı gelebilirdim? En iyisi bunu ona hissettirmemekti. Annemi kızdırmak hiçbirimizin işime gelmezdi.
Okuldan geldiğim o gün annemin alışveriş için dışarı çıkmasından yararlanıp önlüğümü ve çantamı bir kenara atıverdim. Kömürlüğün duvarlarına değerse örümcek ağlarından nasibini alacak olan örgülü saçlarımı hızlıca çözüp arkama topladım. Merdivenlerden inip kömürlüğün demir kapısını zorlayarak ileri ittim. El fenerimi yakıp Fazilet Teyzelerin eşyalarının da bulunduğu tarafa yönelirken her zamanki gibi kalbim heyecandan küt küt atıyordu. Saklı gizli bir şeyler yapmak insana biraz korku biraz da heyecan veriyordu. Buranın rutubetli havası ve kekremsi kokusu bile hoşuma gider olmuştu. Meraksa işin cabasıydı. Yüzlerce kitabın arasından çekip aldığım kırmızı ciltli roman o kadar sürükleyici ve güzeldi ki geri bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onu ve dikkatimi çeken birkaç kitabı alıp çıktım.
Ellerimi yıkayıp üstüme başıma çekidüzen verdim. Ne de olsa söz vermiştim kömürlüğe inmemek konusunda. Getirdiğim kitapları bir yere saklamam gerekiyordu. Geçen günkü gaflete düşmemeliydim. Odamda duran, eski eşyalarımızı koyduğumuz, annemin gençliğinden kalan ahşap sandığın en altına koyup giysilerle kamufle ettim. Şimdilik güvendelerdi ya da ben öyle zannediyordum, ta ki annem okul dönüşü beni kararlılıkla yanına çağırıncaya kadar.
“Ne senin kömürlüğe inmekten ne de benim sana söylenmekten vazgeçeceğim var Leyla.”
“Ne oldu anne?”
“Ne mi oldu? Ahşap kursuna giden teyzene odadaki sandığı vereyim dedim. Bil bakalım içinden ne çıktı?”
Kızaran yüzümü yere eğdim, nasıl inkâr edebilirdim.
“Tabii ki sürpriz olmadı.”
Yine o kararan, alttan bakışlarıyla süzüyordu beni. Gerilen sırtını dikleştirdi. Omuzlarını kaldırdı.
“Tamam korkma, kızmaktan vazgeçtim. Fazilet Teyze’nin kızıyla konuştum. Durumu anlattım.”
Nasıl yani dercesine telaşla kaldırdım başımı.
“Ne zamana kadar gizli gizli okuyacaktın onları? En güzeli işi kökten çözmekti.”
Açılmış gözlerle bakmayı sürdürdüm, bu kadarı da fazlaydı. Annem beni ihbar etmişti.
“Aslında onların öylesine kömürlüğe koydukları kitapları on üç yaşındaki bir kızın keşfetmesine ve gizli saklı okumasına şaşırdılar. Hatta biraz da mahcup oldular. Kitapların bir kısmını okumak için alacaklarını, kalan kısmı da senin istediğin zaman, gönül rahatlığıyla okuyabileceğini söylediler.”
Annemin gözlerine minnetle baktım. Zafer kazanmış gibi hissettim. Açılmış kollarımla sımsıkı sarıldım.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.