UZAKLIĞIN BİTTİĞİ YER
İnsanların çevresiyle olan yakınlığını, uzaklığını ilişkileri belirliyor. İnsan uzaktır, insan insana uzaktır, insan yazgısıyla başbaşadır. Baksanız iki kişi arasına uzaklıklar girmiştir. İki yer arası uzaktır. Sevgi uzaktır, mutluluk uzaktır. Bir şeyler karşıda kalmıştır. Kimi zaman kafasında oluşturduğu uzaklıklar yüzünden yakınını göremez durumdadır.
İşte bu yazıda uzak üstüne birkaç söz, birkaç şiirle dertleşelim istedim. Uzağı yakın durumuna getirebilir miyiz? Bilemem… Her şeyin tek ölçüsü aradaki zamanlar, kilometreler, denizler değildir. Uzağa, uzaklığa bakışları ve ele alışları ile şairlerin ne söylediklerinden sürdürelim yazımızı. Ne de olsa uzak olgusu şiirin ortak duygusudur. Hicri İzgören “Uzak” şiirinde şöyle der:
Herkesin bir yağmuru vardır ve bir rüzgârı
Aşk biraz ıslanmaktır
Al götür beni o uzak yağmurlara
Bu bir kaçış değil, uzaklaşmak hiç değil, uzakta olmaya, aşkla buluşmaya çağrıdır. Aşkın yarattığı, yağmurlu, rüzgârlı havaları yansıtırken asıl o havalara duyduğu özlemi vurgular. Yakınlıktır beklediği. Düşünüşü, yaşayışı arasında beklentileri dile gelir. Aşk içinde yetişmeyen şair var mıdır? Yapıt ve yaratılarını aşkın kaynağından beslenerek işler her şair. Hicri İzgören kendisini götürecek sevgilisine seslenirken, Yaşar Nabi Nayır ona ulaşamayacağını dile getirir:
Uzaktan bir el gibi beni çağırır engin,
Ben bir sandaldayım ki kırılmış küreklerim.
Uzaklığın insanın üzerinde yarattığı olumsuz havayı sezeriz. Uzaklık yalnızlıktır. Hem kim kimden uzaktır? Yaşantısında kim kime uzaktır? Yalnız kalan bir tek şair midir? İki kıyıdan bakılınca ne tür görünümler çıkar ortaya, bir bakın! Kimler küreğinin kırık olduğunu görecektir? Evet, işte tam burada A. Kadir’in şu dizelerini okuyalım bir de:
Sen orada dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım.
Uzaklığı yakınlığı iki yönden ele almış. Şiir ne denli uzağı yakın edebilir ki? Belki edemez ama duygularımı harekete geçirir. Sevgiyle bağları kopmayan iki insanın birbirinden ayrı yaşayışları açısından baktığımızda çok anlam kazanır şiir. İki yanlı görünüm çizmiştir. Gerçek, iki kişi için de gerçektir; elde olmayan uzaklık iki kişi için de uzaklıktır. Şiirdir, aşkı şiir eden. Aşktır, şiiri aşk eden. Acısı ortaktır. Behçet Necatigil duruma daha değişik bakmış. Severek yaşayan insanların sevgiden kopuşunu anlatırken bir yandan yaşadığı o güzel günlerin duygusu depreşiyordur içinde:
Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı
Seni benim tarafa nasıl alabilirim
Uzaksın
Sözcükler yalın ama çarpıcı. Sözcüklerin ağırlığı tek tek kendini bildiriyor. Neden-sonuç ilişkisini tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Bu bir ayrı kalmışlığın şiiridir. Necatigil şiirimizin yalın sesli şairidir. Sözcüklere yüklediği ağırlıkla anlamsal yeni duyarlıklar geliştirmiştir. Akımlar doğrultusunda yürümemiş ama şiirin gelişim çizgisinde kendi başına iz bırakan adımlar atmıştır. Şiire yeni boyutlar kazandıran duyarlığı kendine özgüdür. Sözcükleri kullanma biçimiyle şiirsel düşünce evrenimize yeni bir bakış açısı getirmiştir. Onun şiirinde olduğu gibi Salih Bolat’ın şiirinde de ayrılık uzaklıktır ya da uzaklık ayrılığındır:
Sana ulaşmak kolay değildi
geçmek gerekirdi geceyle ördüğün çiti
Aradaki uzaklığı aşmaya çalışanın geceye boyun eğişi hüzün vericidir. Salih’i kendi varoluşsal değerlendirmelerini şiirine yediren şiirleriyle tanıdım. Tanışıklığımızda şiiri konuştuğumuz kadar şiiri üstüne pek konuşmadık. Yaşadığı olayların, gözlemlediği yaşamın şiir evrenine renk kattığını düşünürüm. Şiiri duyguları kadar düşüncelerini de barındırır. Dil ve anlatımında ustalaştığı gönül işleri kadar dünyaya bakışı da boyutlanır. Bireyci ya da toplumcu gibi bir ayrıma gitmeyi uygun bulamadım. Uzak konusu onun gibi bütün şairleri etkilemiştir. Örneğin, Enis Batur o uzaklara erişmek istemez gibidir:
Söylesem, şarkımı uzaklara götürecek rüzgâr
Yıllar önce esmiştir. Yürüsem, ayaklarım eski,
Köhnemiş bir korkuya kayıtlıdır. Burada durmaya
Yontuldum ben.
Uzaklığa karşı verilecek tek doğru yanıt yakınlık mı olmalı? Sanmıyorum. Ne ne kadar yakınlaşırsa bir o kadar uzaklaşır. Nasıl görünürse görünsün uzaklık uzaklıktır. Sonrasızlıktır. Görünmezliğidir uzaklığın bilinmezliği. Ortadan kaldırdığın, yalnızca geçtiğin bir uzaklıktır. Çünkü sonranın da sonrası var. Orada durup kalırız ama yeni uzaklıklar yaratan umudun ardına düşeriz. Böylece umudu olan yeni uzaklıklar doğar. İçinde kalmayı düşündüğümüz sınırların bir de ötesi var. Burada sınırlar içinde kalmayı yeğlemektir orada ötede duranı kabul etmek. Bitişik ardısıra dizelerle değişik kurgulamaya giden Batur’un şiiri bir serüven anlatır gibidir. Düzyazı tehlikesini bilerek şiire bağlı kalmıştır. Düzyazı patikalarından yürüdüğünü gördüğünüz onun gölgesidir. Peki o patikalar uzak mıdır? Buradan orası görünür mü? Görünürse merak eden oradan buraya bakabilmeli. Öyle bir yer var mı ki durup bakalım? Varsa gören göz bilir. Kimisi içinse ulaşmak istediği o kadar uzak değildir. Örneğin İsmet Özel, uzağı dert etmez, burada iyiyim der gibidir:
Uzak nedir?
Kendinin ücrasında yaşayan benim için
Gidilecek yer ne kadar uzak olabilir?
Şairler uzak dünyaların yalnızıdır. Kimi zaman kendileri yaratır uzaklıkları. Uzaklığı anlamak için, olup biteni değerlendirmek için uzaklaşırlar oradan. Bir ses onları çağırıyordur. Özlemleri, tutkuları, arzuları onları uzak ülkelerde bekliyordur. Duygu ve düşünceleri ışık tutar gideceği yerlere. Attila İlhan ise bir başka uzak yöne açılır:
İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş
Uzak yalnızlık limanlarına
Anlarsanız uzaklıkla anlarsınız özlemi. Yakın uzaklıkları görürsünüz içsel bakışınızla. İnsan kendi kendinden ayrılmıştır. Kendi uzaklığını kendi yaratmıştır. Uzağa çekilmiştir. Bulunmak istemediği ortamdan kaçmak hakkını kullanır. Bunun içinse özgürdür. Her ayrılışın, her gidişin bir sıkıntılı yanı da vardır. Yakın uzak ilişkisinin düzeni içinde çelişkisi de vardır. Aydınlıktan karanlığa, karanlıktan aydınlığa geçiş bunun en güzel örneğidir. El etek çekip gerçek dünyadan uzaklaşmak istersiniz, uzaklığın bilinmeyen derinliğinde yolunuzu yitirirsiniz. Aradığınız huzuru bulamadığınıza üzülürsünüz. İnsan kendine doğru, böylesi kaçışlarında kendine sığınır. Kendini kendine saklar. Acıya, hüzne, düş kırıklıklarına uzak kalma çabası onu başarıya ulaştırmayabilir.
Bütün bu uzaklıkların dışında bir yer var ki artık ona ulaşmak olanaksızdır. Orası geçmiş zamandır, geçmiştir. Orayı gösterseniz de orayı yakalama çabası hiçbir işe yaramaz. Her şey yerinde kalmıştır. Kendisine yol gösterecek olan gelecek zamandır. Yine de şairlerin eskiyi aramaları, eskiye özlemleri hiç bitmez.
Bu anlamda birçok şairin çocukluk şiiri vardır ya da şiirinde çocukluğuyla karşı karşıya geliriz. Elbette geride kalanı gösterir; onu yakalama çabası değildir yazılan. Sevilen birinin sesini işitir gibi olursunuz ya da zamanın hırçın dalgalarıdır gelip bugünlere vuran. Özlemdir, dostluktur. Zamanın dümdüz akışı içinde artık dün bile çok uzaktır. Kurduğumuz tek yakınlık anılardadır. Yedi Meşalecilerin kurucularından Ziya Osman Saba geçmişe derin özlemini dile geririrken o günlerin geri gelmeyeceğini de bilir. Zamanın duyusal dokusunu işler:
Çocukluğum, çocukluğum…
Uzakta kalan bahçeler
O sabahlar, o geceler
Gelmez günler çocukluğum.
Geçmişle gelecek arasında yerimiz minicik bir noktadır. Zaman erişilmezdir. Geçmiş uzakta kalmıştır. Yarın kimin için vardır bilemeyiz. Aynı kuşaktan çocukluk arkadaşı Cahit Sıtkı Tarancı geçmişe özlemi en çok dile getiren şairlerden biridir:
Yaş otuz beş yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Tarancı’nın şiiri içlidir. İçten ve duyguludur. Zamanları birbiriyle bütünleştirerek işler. Zamansal öykü gibidir şiiri. Örneğin “Çocukluk” şiirinde:
Affan dedeye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne yaşım var ne adım;
Uzağın uzağına yönelmiştir. Eskiyi aramaktadır. Geçmiş onun şiirlerinde uzun bir çizgi oluşturur. Peki ya geçmişte kalan acıların, kötü anıların taşıdığı gerçeği silip atabilir miyiz? Savaşların bıraktığı acıları ve derin izleri Ahmet Özer’in şiirinden okuyalım:
Kocaları uzak cephelerde kalmış
gencecik kadınların çocuklarıydı onlar
…
bedenleri yorgun / özlemleri kırık / sesleri boğuktu
Sanki eğik çizgi imlerini virgül yerine de kullanan Ahmet Özer aynı zamanda her eğik çizgiyle küçücük/kısacık bir dize yaratıyor gibidir. Dizenin içinde dize kuruyor. Noktalama imlerinin şiire böylesi katkısını bir başka yazıya bırakalım. Büyük acıları yaşamak kadar unutmak da güçtür. Aslında mutluluk acıların bir gölgesi gibidir. Hep mutluluk önde yürüyor gibidir ama asıl olan acıdır. Dünya/Yaşamak? acıların serüvenidir. Ahmet Telli de serüvencidir, acılıdır. Uzundur yolu, varacağı yer uzaktır ama düşmüştür yollara:
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Şairler, şu güzel yaşam oyunu içinde birer serüven yolcusudur. O serüvenlerinde dünyanın acılarını dile getirmeyi unutmazlar. Sevinçlere, özlemlere olduğu kadar acılara da ilgisiz kalamazlar. Değil mi ki daha çok acıları dert edinen şiirdir; işte o acılardır şairi de derdine ortak kılan.
Şiirdeki uzaklık okurda yakınlık duygusu yaratıyorsa sözkonusu uzaklar şiirin uzağında kalır. Şiir, uzakları yakın eder.
Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.