????????????????????????????????????
Nimet Şengül

PORTAKALDAKİ FEMİNİST

Çok çalışırsan her şeyi başarabilirsin diye büyütüldük. Biz bunun yeterli olacağına inanacak kadar saf kızlardık. Masalların mutlu sonla bittiğine sanan, herkesin kendi masalını yazması gerektiğini bilmeyen son nesildik.

Çok çalışırsan her şeyi başarabilirsin.

Ben hep çok çalıştım ama bunun yetmediğini öğrenmek üzereydim. Sanırım ilkokul ikinci sınıfın yaz tatiliydi. Bizim yaşadığımız yerde çocukların gideceği sayfiye yerleri olmadığı için kuran kursuna giderlerdi. Henüz dinin fakirler için olduğunu bilmeyip bir tercih olduğuna inananların zamanındaydık. Zenginler, eşittir namaz niyaz bilmeyen kâfirler demekti. Büyüklerin, içten içe kâfir olmak istediklerini nereden bilelim. Çocukların değil büyüklerin değerli olduğu, okulda cetvelin, evde terliğin eğitim için önemli olduğu yıllardan kendimizi kurtaramamıştık. Araf’ta kalacak olan yetişkinlere henüz evirilmemiştik. İşte o yaz, Latin alfabesinin yanına Arap alfabesini de katmaya heves ettim. Ben de din derslerinde şakır şakır Elham okuyacaktım. Elham’ın Fatiha suresi olduğunu öğrendiğimde bile kendimi yaşıtlarıma fark atmış gibi hissetmiştim.
“Elham değil Fatiha o akıllım. Hah işte öyle kalırsın.”
Annem ayakaltında dolaşmayacağım için sevindi buna, en azından nerede olduğum belliydi. Allah’ın evinden daha güvenli yer mi vardı? Bana diğer çocukların bez çantalarından bile aldı. Ona göre eğitime hazırdım.
Sabah erken, mahallenin benden büyük çocuklarıyla caminin yolunu tuttuk.  Yoldayken İçlerinden bir ikisi salak gibi ağlıyordu, birinin annesi arkasından taş bile attı, gitsin diye. Allah Allah…
Sınıfa girince nurlar içinde, aksakallı bir dede bizi karşıladı. Sağ kolunu destek için bir sopaya yaslamış girenleri sayıyordu. Sopanın sadece destek amaçlı olmadığını henüz bilmiyordum. Onlardan farklı olarak bakışlarını bana dikti. Ben de ayıp olmasın diye bakışlarımı kaçırmadım, böylece birbirimizi uzun uzun süzmüş olduk.  O zaman bunun hem ayıp hem de günah olduğunu bilmiyordum ama nur yüzlü dede bunu bana öğretecekti.
Büyükçe halılarla kaplı sınıfta kızlar bir halıya erkekler başka bir halıya oturdu. Halılarımız bir yollukla birbirinden ayrılmıştı. Sadece o yollukta minder vardı, o da aksakallı dedeye ve sopasına aitti. Her şey çok yeni çok da heyecanlıydı. Şimdilik tek sıkıntım diğer çocuklar gibi yerde dizüstü oturamamaktı. Sopayla ilk tanışmam böyle oldu. Yandan dürtüp “Dik otur” dedi. Gözlerini tekrar bana dikerek “Hangi duaları biliyon” diye sordu. Bilsem gelir miydim demedim.
“Dua bilmiyorum dede” dedim. Sınıfta bir kıkırdama oldu.
“Dede değil, hocam diyeceksin. Siz de kıkırdayıp durmayın, şeytanı davet edeceksiniz” dedi aksakallı dede. Hım, gülmek şeytanla ilgiliymiş diye düşündü çocuk aklım.
Yanıma gelip saçımı okşadı ama kendi dedem gibi değildi.
“Ben sana öğretirim, merak etme” dedi. Yine çocuk aklımın anlam veremediği bir ürperti hissettim.
Sonraki günler, zaman zaman sopanın da eşlik ettiği ezberlemelerle geçti. Sopa bana da eşlik etmesin diye çok çalışıyordum. Sınıftaki benden bile büyük çocukları kendime denk görür olmuştum. Yeni kariyer planları bile yapmaya başlamıştım.
“Hocam, Felak suresini ezberlersem sınıf başkanı olabilir miyim?”
Hoca o sırada başka bir çocuğun saçını okşadığı için beni duymadı. Bir daha sordum. Israrım karşısında ters ters “Bakarız” diye söylendi. Diğer çocukların alaylı bakışlarına aldırmadan zıplayarak yerime gittim. Kolumda hissettiğim korkunç acıyla gülümsemem dudaklarımda dondu.
“Kız dediğin ağırbaşlı olur.”
Kendi evimde de sık sık duyduğum bu cümleyi, sonunda Allah’ın evinde de duymuştum. Benim neyim vardı böyle, niye diğer kızlar gibi olamıyordum? Çocuk olmaktan utandığımı bilmeden utandım.
Hoca çok çalışanlara ödül olarak bir gün ezan okutacağını söyledi. Herkesin içindeki Bilal-ı Habeşi ayağa kalktı. “Ben! Ben! Ben!” diyen eller havada uçuşunca kutsal sopa sallanıp hepimizi susturdu. Benim dışımdaki tembel kızların hiçbiri el kaldırmamıştı. Hoca sakalını sopaya dayamış yine dik dik bana bakıyordu ama ben bakışlarımı yere indirip o çatık, kalın kaşların altındaki koyu kahverengi gözlerden kaçmayı öğrenmiştim.
Sopadan korkmasam zaman zaman hocanın söylediklerini düzeltebileceğime inanacak kadar çok çalışıyordum. Evin içinde yaşlı teyzeler gibi fısır fısır dua ederek geziniyordum. Hatta bu kulaklar, annemin babama şöyle dediğini bile duydu.
“Çocuk perişan oldu, alalım bunu kurstan. Zaten haftaya okul açılıyor, dinlensin biraz.”
Normalde annemi pek sallamayan babamın nedense bu fikir aklına yattı, kariyer planlarıma aldırmadan beni kurstan alma kararını yüzüme bakmadan söyledi. Bu erkeklerin kızlarla göz teması kurmamalarını hayatım boyunca anlamayacak olsam da onlar ısrarla anlatmaya devam edeceklerdi. Bunu da henüz bilmiyordum.
Yarın kursun son gün olduğu için bütün gece uyuyamadım. Ertesi gün hocaya telaşla ne zaman sınıf başkanı olabileceğimi sordum.
“Sen olamazsın, kızsın.”
Titreyen dudaklarımın arasında, ağlamaklı bir sesle “Ya ezan?” dedim.
“Kızlar ezan da okuyamaz.”
Ağlamadım. Başımı kaldırdım dik dik gözlerine baktım.
Hoca, benim de henüz bilmediğim feminizm tohumlarını içime serptiğinden habersiz  “Seneye de gel” diyerek son kez saçımı okşadı.
Kapıdan dışarı çıktığımda bir daha geri dönmeyeceğimi biliyordum.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir