Senior man drinking coffee and having conversation with female carer at home
Dilay Kütük

YALNIZ

Te oradan buraya taşıdığı üç parça eşyadan biri olan bir ayağı aksak yeşil koltuğuna oturdu. Bomboş odada bir yeşil koltuk, bir kendisi, bir de karısından son anda aşırdığı kırmızı mum vardı. Yerde bir çay tabağının içerindeki mumu yaktı, mumun ateşi ile sigarasını yaktı, sigarasının dumanı ile ciğerini, ciğerinin dumanı ile içini…

Vakumlar gibi çekti dumanını içine, derin derin çekti; daha derine, en derinine çekti, sonra biraz tuttu içinde, mayalanmaya bıraktı, ardından yavaş yavaş saldı onu. Loş ışıkta dalgalanışını izledi. Duman ve nefesin dansı… Ne garip, gölgesi bile yoktu; öyle hafifti ki boşlukta bir hiç gibi yok olup gidiyordu. Mutfaktan sesi geliyordu, te oradan buraya taşıdığı ikinci parça eşyanın; karlar kraliçesi buzdolapları. Evde de bu kadar ses çıkarıyor muydu bu meret! “Evde” deyince bu ifadede bir tuhaflık olduğunu o an hissetti. Eski evimde demeliydi, daha bugün terk ettiğim eski evimde, yaşadığım eski evde, karımla yaşadığımız eski evde, eski karımla yaşadığımız eski evimizde. Evet, bu güzel oldu. Eski karımla yaşadığımız eski evimizde de bu kadar ses çıkarıyor muydu bu meret! Zannetmiyorum. Lanet olasıca mutfağın kahrolasıca zemin döşemesinin dandikliğindendi bütün bunlar. Siniri çok da uzun sürmedi, aldırmamayı çoktan öğrenmişti, telefonuna uzandı, bir Müzeyyen Senar açtı.
Benzemez kimse sana, tavrına kurban olayım.
Bakışından süzülen, işvene kurban olayım.
Bakmayın efkârlı müzikler açtığına gayet keyfi yerindeydi, bu kendi ile ilk buluşması idi. Kargaları kaçıracak sesi ile eşlik etti Müzeyyene:
Lütfuna ermek için, söyle perişan olayım.
Gözüne dış kapının hemen eşiğinde duran valiz takıldı; te oradan buraya taşıdığı üçüncü parça eşya. Canı sıkıldı birden, of bir an önce boşaltması gerekiyordu. Yoksa yıllardır sırtına sokmadığı gömleklerinin, rengi ağırmış tişörtlerinin, tek çizgili pantolonlarının, apış arası elenmiş kotlarının ütüsü bozulurdu maazallah! Zaten bugün at arabası ile gelirken epey hırpalanmışlardı. Taşımacılara o kadar para verecek değildi herhalde üç parça eşyayı taşıtmaya, Eşref emmi atmıştı işte onu da, eşyaları da, eline sıkıştırdığı üç kuruşa.
Son fırtını çekti sigarasından, mumun olduğu çay tabağının yanına attı izmaritini. Küller, izmaritler, mumlar bir arada. Ne garip; yanan her şey bitiyordu; sigaralar, mumlar, evler, hayaller, aşklar. Ya yana yana yok oluyor ya da yandı bitti kül oldu.
İlk zamanlar nasıl içi titrerdi ona dokunurken. Kadın bir sarılırdı ki o küçücük kollarıyla, sanırsın koca ulu bir ağaç tüm dallarını dolayıvermiş boynuna! Sonra o kollar yemek tabağını fırlattı adamın önüne, akşamları hiç açılmadan çiçek olup oturdu adamın yanı başına, tehdit cümleleri savurdu adama sallanarak boyuna, çarptı kapıları hep adamın suratına suratına ve sonunda iki çift boşanma evrakını fırlattı adamın kucağına. Neymiş, anlaşmalı boşanacaklarmış, hiçbir şey talep etmiyormuş, yeter ki bir an önce bu evden defolup gitsinmiş. Ayağı aksak yeşil koltuk adamın, diğer koltuk takımları onunmuş, kapısı zor kapanan bol karlı buzdolabı adamın, fırın, çamaşır ve bulaşık makinesi onunmuş, iki tel saçı için olmazsa olmaz olan saç kurutma makinesi adamın, tost makinesi onunmuş, günlük kullandıkları altılı tabak, bardak, çatal, bıçak seti adamın, on iki parçalık yemek takımı onunmuş. Kadın olduğu için yatak odası onun, halılar, perdeler takım olduğu için onun, salon vitrini adamın işine yaramayacağı için onun, son olarak mikrodalga da adam zaten sağlıksız bulduğu için onunmuş.
Sesini çıkarmamıştı adam eski karısının bu planlamalarını dinlerken. Gözleri dudaklarındaydı, bir zamanlar aşkla öptüğü dudaklarında. Az önce salçalı makarna mı yemişti ondan gizli, yağ içindeydi şimdi güzelim dudakları. Suratında bir tiksinti ile gözlerini kadının dudaklarından ayırdı, usulca başını çevirdi, kalemlikteki kalemi aldı, gerekli yerlere imzasını çaktı. Daha dün de emekliliğine dair evrakları imzalamıştı. Yıllardır imzasını kullanmazken iki gündür epey yoğun bir mesai yapmıştı. Kadın şaşırdı tabi, ne bir neden, ne bir itiraz, ne bir dur konuşalım, ne bir yapma sevgilim, ne de bir olur mu öyle şey aşkım yoktu. Hoş sevgilim, aşkım demezdi zaten de hani yumurta kapıya sıkışınca yangında ilk başvurulacak aşk sözcükleri idi ya bunlar, yok, adam sadece imza atıp kalemi bırakıp masaya, gitmişti yan odaya. Kadın öylece kaldı. Oysa bütün savaş zırhlarını kuşanmıştı. Bu onu daha çok sinirlendirdi, ne yani bu kadar basit miydi her şey? Bunca sene bu şerefsizden boşanmaktan boşuna mı korkmuştu? Okkalı bir küfür bastı. Bu kendine miydi yoksa adama mı belli değildi.
Cehennemin dibine kadar yolun var, defol git bu evden, hemen yarın!
Adam odaya kalbi küt küt atarak girdi. Bi efelik taslamıştı ama bu yaştan sonra boşanmak kolay mıydı, elalem ne derdi? Sahi yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik, alışveriş, ya bunları kim yapacaktı? Biraz sakinleyince idrak kapasitesi arttı, bunların aslında çoğunu kendinin de yaptığını fark etti. Herif şu yemeği karıştırsana, herif şu temizliğin bir ucundan tutsana, herif şu çamaşırları bari assana, elimi kesti şu poşeti de taşısana, ay belim koptu, of bacaklarım şişti, aman hiç halim kalmadı, amanın Yarabbi ölüyorum vıdı vıdı vıdı! Elbet yapardı ucundan kıyısından o da.
Eski karısıyla yaşadığı o eski evi bir türlü aklından atamıyordu bugün. İlk gün olduğu için böyle olmalı diye düşündü. Bir ev, evde bir kadın ve bir adam; kadın ki televizyona bakmaktan kocasına bakmayı unutmuş, adam ki sürekli televizyon karşısında uyuklamaktan gözünü açmayı unutmuş. Bir kısır döngü, adam baksa ne olacak kadının gözleri ekrandayken, kadın baksa ne olacak adamın gözleri mütemadiyen kapalıyken. Sonra hadi kalk yerine yatlar, şöyle bir dürtüp uyandırmalar, ben yatıyorumlar falan filan işte. Aynı eve kapatılmış iki evcil hayvan gibiydiler. Evlerinde sanki bir boşluk vardı ve bu boşluk tüm güzel duyguları yutmuştu; neşe gibi, sevgi gibi, muhabbet gibi, coşku gibi, aşk gibi. Kara bir boşluk. Kadın da adam da bu kara boşluğun kenarlarından tek elle hatta tek parmakla tutunuyorlardı. Acaba bu yeni hayat onları evrenin sonsuz boşluğuna mı atacaktı, yoksa kara boşluğun daha da karanlığına mı? Adam 1-0 öndeydi şimdi; yeni bir ev, yeni parkeler, yeni duvarlar, yeni dolaplar, yeni bir hayat vardı önünde. Bitti denilen yerden yeniden başlayan ve tercih hakkı baki olan. Evrenin sonsuz boşluğu mu, kara boşluğun sonsuz karanlığı mı?
Hiç çok hafif dalgalı bir denize minik bir kâğıt parçası atıp izledin mi daha önce? Gidip gelen dalgaların bu küçücük kâğıt parçasının etrafında sonsuz yuvarlak döngüsel daireler oluşturmasını hiç izledin mi? Karısı da elinde tutuşturduğu bu kâğıt parçalarını kendi denizlerine fırlatmıştı ve bu ikisinin de hayatlarını dalgalandırmıştı. Şimdi ne yapacaktı? Bu bir ayağı aksak yeşil koltukta oturup olanları, olmayanları, olduramadıklarını mı, düşünecekti yoksa tertemiz bir sayfa açıp olabileceklere mi odaklanacaktı?
Sahi neden 45 sene sonra şimdi? Neden gençken değil de şimdi? Bunu karısına asla sormamıştı. Böyle bir kayıtsızlık, pes artık! Belli ki bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini düşünüyordu. Ona kalsa aslında bu izbe olduğunu kabul ettiği hayatında sonsuza dek yaşardı, aman şimdi de bu küçük evde sonsuza dek yaşayabilirdi nasıl olsa, ne gerek vardı sorgulamaya. Zaten sonsuza varmaya şunun şurasında kaç yıl kalmıştı ki! Tüm kurulu düzeninin bir imza ile yok olup gitmesi gibi bu sonlu hayatı da bir nefes ile yok olup gidecekti. Çok yorgundu, gözlerini kapattı. Bütün bunları biraz uyuyup uyandıktan sonra düşünmeye karar verdi. Öyle ya, önemli kararlar aceleye gelmezdi. Kırmızı mum sönmek için titreştirirken boş duvarları, bir ayağı aksak yeşil koltuğunda, kafasını yaslayıp da sol tarafa, derin bir uykuya daldı.

 

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir