????????????????????????????????????
Seçil Erginler

YALNIZCA BANA AİT SABAHLAR

Sabahları erken kalkmayı severim. Hatta güneşin ben gözümü açtıktan sonra doğmasını. Yalnızca bana ait sabahlar. Çok yorgun olduğumda gün içinde uyurum bazen. Yemekten sonra on dakika tuvalette şekerleme yeter bana. Fark etmezler ofiste yokluğumu. Sigaraya inmiş olabilirim. Toplantıya ya da başka kattaki bir müdür arkadaşıma sohbete gitmiş olabilirim. Gece uyumaya doğru yarım kalan kitaplarımı bitiririm böyle sabahlarda. Ahali uyanmadan, ortalıkta kimse olmadan bana ait bu saatlerin keyfini çıkarırım. Yalnızlığın, mutfakta ‘kırıntı olacak, dikkat et’siz yemenin, koltukta leke bırakma korkusu olmadan kahve içmenin tadına varırım.

Mesai başlamadan işte olmam pek. Bu rahatlık rahatsız eder başkalarını, erken gitsem ne değişecek? İlk karım da bunu görüp ¨Bir şey olmaz senden¨ diyerek terk etmemiş miydi zaten? Oysa bu umursamıyor edalarımla işimi garantiye aldığımı düşünürüm ben. Erken de çıkarım akşamları. Beş dakika fazla kalmam o camları açılmayan, etrafı ağaç yerine yüksek binalarla dolu, pencereden zar zor seçilen karınca insanlardan başka bir şey görülmeyen binadan. Çalışırken de içi modern, ruhu kokmuş şirketin bir o kadar kokuşmuş ve korkutulmuş elemanlarıyla saat doldururum sadece. Kimseye danışmadan, birine onaylatmadan, kırk kere değiştirmeden yazılan e-postaları, raporları, alınacak kararları olan bir iş düşlerim, olmayacağını bile bile.
Elliden sonra ayrılıp iş kuracak değilim ya. Ne iş yapardım onu hiç bilmem. Sırf bu yüzden hiçbir zaman bu hayallerden kendime kızmadan uyanamam. İlk karımın bütün baskılara göğüs gerip beş yıllık evliliğimizi meyvesiz bırakması da bundan. Yan yana yapayalnız geçen evliliğimiz de. Ancak emekliliği hayal edebilirim en bunaldığım saatlerde. Yine de başka bir dünyayı istediğim olur ara sıra. Şöyle patron olduğum, sahilde denize nazır, eski köşkten çevirme bir ofiste manzaraya dalarak kararlar aldığım, emirler yağdırdığım. Güneşin sıcağı yüzümü yakarken, akşam hangi restorana götürsem karımı gibi dertlerimin olduğu.
Boşanmanın ardından düştüğüm boşluğu iş başarısına çevirmem tamamen bir tesadüf. Yalnız başıma evde ne yapacağımı her bilemediğimde, aradığım dostların onun tarafını seçtiğini öğrendiğimde kendimi ofise attığımdan. Evi bok götürse de, bulaşık makinası yerine çöp bidonu dolup dolup boşalsa da kuru temizlemeden alır almaz giydiğim gıcır gömleklerimle tek bildiğim, emin olduğum şeyi yapmamdan. Ona âşık olmadığımı, onsuz yaşayabileceğimi anladığımdan. Rakipten kapılan ihaleler, yine oradan gelen reddedilemez bir teklif. İlk karım duysa karalar bağlayacak. Daha yüksek bir kattaki köşe oda, havalı yemekhanede anlı şanlı öğle yemekleri, sırtımı sıvazlayan, yüzüme gülen, patron etraftayken yalakalık eden kalabalık. Ardından yalnız içilen çorbalar, içinde çatal döndürülen salatalar, boş boş karşı duvara bakmalar.
Ve bir öğlen, benimkinin soluna çekilen sandalyenin salonda yankılanan tiz sesi. Adının Leyla olduğunu söyleyen buğday tenli, kumral; incecik bedeniyle kalem eteklerin içinde salınan, omuzlarındaki dalgalı saçları yürürken savrulan genç kadının sigara molalarında elinde iki kahveyle belirmesi. On gün sonra, bir sabah uyandığımda gülümseyen ela gözleriyle beni seyrettiğini fark edişim. Ofisteki dalgınlığım, aldığım tebrik telefonlarının azalması ve güven balonunun sönmesi de aynı dönem. Ne yapsam o ihalelerin hepsini alamam artık biliyorum. Onlar bilmedikçe, bol sıfırlı maaşa devam. Birlikte bekâr evimden Leyla’nın karnındaki bebeği büyütebileceğimiz, evcilik oynayabileceğimiz o lüks semtteki büyük apartmanın çatı dubleksine taşınışımız.
Eve gelen bebeğin yanındaki karımı tanımaya o zamanlar başladım. Ela gözlü aşkımın yerini alan yeni annenin yüzü hep asık. Hayatım bir azarlanma çığına dönüşüyor o karlı kış günü.
“Oraya oturma, akşam annemler gelecek. Daha yeni temizlendi salon, mutfakta ye kekini. Ne kaba adamsın, üçüncü yılımızda bir çiçek alıp gelir insan!¨
Ne desem boş. O kış işteki sessiz adamı eve de getirmeye başlıyorum. Konuşmak istiyorum, okumak istiyorum, gülmek istiyorum. Ama istediklerimi yapınca suçlu oluyorum. Elime tutuşturulan kurallar listesine uyup he dediğim sürece sorun yok. Erken çıkıp geç gelmelerim o yüzden.
Baba olmak, kızımı kucağıma almak en sıcak şey bu hayatta. Masallarla dolduruyorum kulaklarını, yürümeye başlamasının ardından parkta gezintileri çok seviyorum. Kuşların cıvıltıları, ağaçların gölgesinde bisiklete binmeyi öğretiyorum. Evden, ofisten ve bizden başka herkesten uzak bir dünya hayal ediyorum kızımla. Çocukları sevmem oysa. Kızımı seviyorum. Özgürleştiriyorum onu. İzliyorum kaydıraktan kayışını. Sırasını kapan oğlana gıcık oluyorum. İşte ikinci terfisini alan o gence, Starbucks’ta benden önce kahvesi gelen arkamdaki adama olduğum kadar gıcık oluyorum bu oğlana. Daha banktan kalkamadan azarlıyor benimki zavallıyı. Kekin kırıntılarını toplayasım geliyor yerden. Oğlana acıyorum. O marka çantayı alamam, hem küçüksün daha hem de çok pahalı dediğimde bana da kızıyor. Leyla’nın kopyası dalgalı saçları ve ela gözleriyle güzel kızımın beni cüzdanımdan ibaret görmesine engel olamıyorum. Artık tam bir yabancı gibi dolaşıyorum evimde, fazlalığım karımla kızıma.
Erken kalkmayı seviyorum sabahları, gün ışımadan. Yalnızca bana ait sabahlar. Dolaşıyorum özgürce, yiyip içiyorum dilediğimce. Kitabımı bitirince geceden kalan delilleri yok etmeyi alışkanlık ediniyorum. Böyle sabahlarda bu açık hapishaneden kurtulmanın yollarını düşünmeye başlıyorum.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir