TADİLAT
“Gittiler işte… Çocuğun nesi var nesi yoksa toplayıp almış kızın! Şu kurmalı paytak ördek oyuncağı bile almış.”
“Hımmm. Öyle mi yapmış? Geldiklerinde getirirler, üzülme.” Adam, çözdüğü bulmacadan başını bile kaldırmadı. Gırç gırç etti ucu körelmiş kurşun kalem. Birbirine çarptı iki metal şiş, kadının ellerinde. Sanki biraz da asabi, bir taraftan öbürüne geçti ilmekler. Duvardaki anne yadigarı ahşap saat, dokuz kez vurdu. Sadece dokuz. Oysa o saate kadar dünya kadar iş bitirmişti kadın. İki makine çamaşır yıkamış, bulaşık makinesini boşaltmış, raflara özenle yerleştirmiş, elektrik süpürgesi için ise gongun on bir kere vurmasını bekliyordu.
“Niye öyle dedin ki çocuklara?”
“Ne dedim Şule?” Yakın gözlüklerinin üstünden, ufak buzlu bir bakış fırlattı.
“Bu kadın, torun mu bakacak ömür boyunca, başka formül bulsanıza? dedin ya Ethem. Kreş için çok da ufak yavrum. Aklım kalacak.” Tik tak… Tik tak. Gong on’a daha çok var. Tek tek tik taklıyor, daha elli dakika daha tik taklayacak.
Adama baktı. Kadın, hiçbir şey söylemeseydi de, anca bu kadar olurdu. Başka zaman olsa üstelemez, aman der, işine bakardı. İşi olmayınca, üsteledi.
“Eee bir şey demeyecek misin?”
“Ne diyeyim Şule? Sen kendin demiyor muydun sağda solda, tam gezip keyif yapacağım yaşta, eve kapandık, çocuk bakıyoruz diye.”
Ama gezmiyoruz da, demedi.
Salonun ortasından, bir çift küçük çocuk ayakkabısının koşturma sesi geçti. Hayalet sesler… Kıkırdaşmalar, gülüşler… Ağlamalar, isyanlar, öğle uykusundaki ninniler çok geriden geliyordu nedense.
“Sen istedin, şimdi hiç su koyma.”
“Her dediğimi yaparsın da…” içine içine konuşmaya alıştı yıllardır. Yine sadece kendi duyacağı tonda, yuvarladı ağzında.
“Ne yiyecek el kadar çocuk orada? Ben onu ellerimle besliyordum, özel kıyma çektiriyordum, köfteleri uçak yapıp veriyordum.” Pembe ilmekler, boğazında düğümlendi. Metal şişler, çat çat birbirine vurdu.
“Ethem diyorum ki, sen gün içinde bir markete git, kıyma al, ben köfte yapayım, gelip alsınlar. Hafta boyu yerler.”
“Olur, olur.”
“Kaçta çıkarsın, arayıp haber verelim, gelip alsınlar.”
“Dur ilahi hanım ya, bir gün köftesiz yaşasınlar.”
Sen bir gün itirazsız yaşama ama. Alıp gel işte, tamam de ne var.
Tıkır tıkır… Kedi, mama kabını patiliyor. Kedi bile durduk yere kendini sevdirmeye gelmiyor. Yemekten yemeğe gösteriyor kendini hazretleri.
“Dur dur geliyorum, Ferhunde. Maman mı bitti kızım… Yerim seni, yerim.”
“Eski Türkçe’de kötünün iyisi… Dokuz harfli.” Homur homur… Ethem, dışından okuduğunun farkında olmadan sesli düşündü.
“Ehvenişer.”
“Efendim, ne dedin?”
“Kötünün iyisi, ehvenişer.”
“Ha, sağol Şule.
Hatır hutur hatır… Ferhunde Hanım, nasıl da eşeliyor kumunu. Epey kirlendi demek. Böyle zamanlarda, hayvancağız sanki alt kata tünel açıp kaçmaya çalışırcasına kazıyor.
“Unuttuk belki de, dün kakaları almayı. Akıl hepten gitti kaç gündür.”
“Ne dedin?”
“Yok bi şey, sen bulmacana bak.”
Tüller de çok kirlendi, yarın onları yıkayayım. Aslında koltuk kılıflarını da atayım, çocuk hep yağlı elleriyle dokunup duruyor. Kırlentleri de. Bızzzt bızztttt. Mesaj sesi, kreşte durmadı sana getiriyoruz derler mi bi de? Yok demediler, sadece Serra’nın ilk günü yazan bir fotoğraf.
“Kızım, baban kıyma çektirecek özel. Köfte yapayım, akşam geçerken uğrayıp alın. Hafta içi yersiniz. Çok sever kuzum.”
İki mavi tik. Görüldü. Tik tak tik tak. Tik tak… Onlu gonga on var. Bızzt bızzt. Cevap geldi.
“Ethem, gördün mü bak, kızın uğrayıp köfteyi almaya bile üşeniyor. Bugün gelmeyelim anne yazmış. Ama sen yine de kıymayı almaya git. Bugünden yaparım, belki uğrayacakları tutar.”
“Peki peki alırım.”
Tekrar sigaraya mı başlasa? Çocuk da yok evde hazır. Balkonda içerse çok kokmaz. Yoksa, kızı eve bile sokmaz çocuğu.
“Sessizlik. Beş harf.”
“Sükût.” İçine içine yanıtladı. Alıştı artık adamın sorularına kendi de cevap vermeye. Bir şekilde, başına oturmadan bulmaca çözebiliyordu böylece.
On gong. Aynı anda üst kattan, sanki bu anı bekliyormuş gibi matkap sesi gelmeye başladı. Vırn vırn vırn.
“Eyvah, sese bak. Yandık. Uzarsa gidip yönetime söyleyeyim.”
“Söyleyemezsin Ethem, hafta içi istediklerini yapar adamlar.”
Şule, aşırı geveze bir sessizliği böldüğü için çok sevindi matkap sesine. Dost bir lakırdı duymuş gibi oldu. Süregiden bir hayatın dublajıydı sanki yukarıdan gelen sesler… Bir canlılık geldi bedenine. İttiren, güç veren, kan pompalayan.
“Ethem ne diyeceğim bak, arka odaya tadilat mı yapsak? Manzarası çok güzel o odanın. Çizik parkeleri cilalatsak, bir sedir koysak camın önüne, bir gömme dolap. Sen de orada bulmacanı çözersin hem… Evet evet tadilat yapalım.”
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.