????????????????????????????????????
Gönül Şimşek

ÇOCUK İSMAİL

Dudaklarında dua, elinde tespih ile kapıdan girecek. Raflardaki ürünleri baştan sayıp satılanlara bakacak ve açık bulamaz ise toz arayacak. Konuşması için bir neden olmalıydı. Çünkü on beş yıldır aramızdaki iletişim; okula giderken karnemdeki kırıklar, okuldan alındıktan sonra da raftaki ürünler oldu. Bazen kendime ̎ İsmail bu böyle olmaz, al babanı karşına konuş bakkalda çalışmak istemediğini anlat ” diyordum. Fakat babam kapıdan girince sus pus olup öfkemi dilime değil içime atıyordum.

 

Geliyordu. Sakalını tutmuş, yanındaki esnaf arkadaşlarına bir şeyler anlatıyordu. Sol tarafında Kasap Raif sağ tarafında Manav Hüsnü vardı. Raif Amca uzun, zayıf, tilki yüzlü bir adamdı. Onu her gördüğümde kurbanlık koyun gibi kaçasım gelirdi. O da beni sevmezdi. Her gördüğünde şeytan taşlar gibi arkamdan taş atıp “Uğursuz! ”der ama babamın yanında görünce saçlarımı okşayıp nasıl olduğumu sorardı. Hüsnü amca onun tam tersiydi. Tombul, kısa ve güler yüzlü bir adamdı. Beni her gördüğünde meyvelerden birini temizleyip verirdi. Ya babam. Anneme hep sorardım.
“Doğduğumda babam beni kucağına alıp sevdi mi?”
Komşumuz Nurten Teyze’nin oğlu olduğunda kocası dana kesip tüm mahalleye dağıtmış. Caminin hoparlöründen herkese oğlu olduğunu duyurmuş. Nurten Teyze’ye de bilezik takmış. Öyle diyordu Manav Hüsnü Amca’nın karısı. Ya ben doğduğumda babam sana bilezik aldı mı anne? Benim için sevinip mahalleye et dağıttı mı?
“Ben de erkeğim onlar gibi, ben de sünnet oldum anne, babam hatırlamıyor mu?”
Davut baksana Necla Teyze pazar çantasını almış yokuş aşağı iniyor. Meyve ve sebzelerden önce mahallenin dedikodusunu doldurmuş pazar çantasına. Mahalledeki çocuklar yine maça gidecek Davut. Babam izin vermez ki. Hep senin yüzünden lan. Geçen maça gideyim dedim. Bakkalı sana emanet ettik. Sen benim arkamdan çıkmışsın hemen. Bakkal da sahipsiz kalınca akşama bir ton dayağı ben yedim.
“Niyazi Bey senin oğlan yine kendi kendine konuşuyor. Bak geçenlerde bizim hanım anlattı. Dayısının köyünde senin oğlan gibi içine cin kaçmış biri varmış. Doktordan çare bulamayınca hocaya götürmüşler. O çocuk şimdi düzelmiş hatta askere bile gitmiş. Gel bu çocuğu da götürelim. ”
“Bilmem ki Hüsnü kardeş. Doktora götürdük çare olmadı. Geceleyin kaçmasın diye elini kolunu bağladık. Anası üzüntüden hasta oldu. Hocalara da götürdük, muska yaptırdık yine çare olmadı.”
“Hele bu hocayı da deneyelim. Duyulmuş bunun namı her yerde. Ankara’dan, Konya’dan, Antep’ten bile gelenleri varmış.”
“Dediğin gibi olsun bakalım.”
Davut, babam birazdan içeri girer. Ondan bu sefer izni sen al. Sen konuşmadığın için hep bana kızıyor. Geldi bak. Yine sıkıntılı görünüyor. Sıkıntılı olduğunda hep düşünceli bir şekilde etrafa bakar. Tespihini sayar. Birazdan konuşur Davut. Sakın sinirliyken bir şey deme kızsa da o benim babam. Annem gibi beni çok sever ama belli etmez. Bazı akşamlar bana kızdığı için elimi kolumu bağlar. Ben de hemen uyuma taklidi yaparım. O da gelip kollarımdaki, ayak bileklerimdeki ipleri gevşetir, acımasın diye. Sabah da anneme “Krem sür hanım” der.
Babam raflara bakıp kasadaki paraları saydı. Davut’ a bakmadan konuştu.
“Oğlum İsmail bu raflar tozlu yine.”
Senin yüzünden Davut! Senin yüzünden. Boş boş oturup misketleri sayacağına tozları alsaydın ya. Ne diyeceğim babama? Sen cevap ver lan. Babam kızacak şimdi. Tamam, oğlum sus sen böyle. Maçta göreceksin sen. Hatta annemin yağlı ekmeklerinden de vermeyeceğim sana.
“Baba, Davut unutmuş silmeyi. Korkusundan cevap veremiyor.”
“Ha SübhanAllah. Tamam İsmail. Sen geç oğlum eve.”
Kasap Raif Amca’yı görmemek için aşağı yoldan gidelim Davut. Hem Leyla Abla’nın bahçesinde meyveler olmuştur. Mahallenin diğer çocuklarına kızar ama bana kıyamaz. Sana da kızmaz ben varım yanında. Yok, yok sana da kızmaz ben varım yanında. Ne de inatçı şu Davut. Onu ağacın üzerine çıkartıp sonra hırsız var deyip kaçmak var. O aşağıya inene kadar Leyla Abla babasının tüfeğini alıp vurur nasıl olsa. Acaba çocuklar maça gitti mi? Ah babam izin vermedi ki. Gitsem yetişir miyim? Şu Davut da bir gün olsun dükkânın başında durup toz almadı, alsaydı babam izin verirdi. Annem şimdi yağlı ekmeği hazırlamıştır. Sabah çıkmadan önce söylemiştim. Annem iyi kadındır benim, tatlı dillidir. Gülünce yanağında çukur oluşur babam gibi değildir. Hep mesafelidir babam. Beni görünce Allah’ı hatırlar dudağına hemen dua oturtturur. Bu Davut da ya önüme geçer ya arkama saklanır ya da tamamıyla kaybolur. Oğlum ne biçim adamsın bir rahat dur da yanımda olduğunu bilek.
“Hanım yarın İsmail’i bir hocaya daha götüreceğiz. Hüsnü Efendi söyledi. Namı duyulmuş iyi hocaymış.”
“Tamam bey, şifa olsun da İsmail’ime. Yavrum sabah gölgesiyle akşam duvarlarla konuşur durur. Kendi kendine olaylar çıkartıp onlara inanır. Biz ne günah işledik de bey, İsmail’im bu hale geldi?”
“Tövbe et hanım, hâşâ, çarpılırsın.”
Yol boyu kimse konuşmadı. Minibüs taşlı, topraklı yolda devrilecekmiş gibi ilerliyordu. Annemin sabahki bakışları minibüsün camında asılı kaldı sanki orada hala. Sabah öperek kaldırması, en sevdiğim yağlı ekmeği yapması ve yolcu ederken gözünün yaşlanması. Annem iyi kadındır hep beni düşünür. Babam ve Davut da düşünse beni bu kadar yalnız olmam. Davut yine ortadan kaybolmuş. Kesin beni bırakıp maça gitti. Hep böyle yapar zaten ne zaman ihtiyaç duysam beni bırakır. Diğer çocuklar oyuna almayıp ittirdiklerinde, dükkâna göz kulak olamadığım için babam kızdığında, Kasap Raif Amca uğursuz dediğinde, Necla Teyze bahçeden kovduğunda hep yalnız bırakır. Bir tek annem vardır yanımda.
“Gel İsmail geldik. Gittiğimiz yerde sakın konuşma. Hoca ne derse dinle.”
Babam yine nasihatlere başlamış her zamanki gibi varlığımdan korkuyordu.
“Tamam baba.”
Köyün ilerisinde, geniş bahçeli bir evden içeri girdik. Genç bir çocuk karşıladı bizi. Babam ve Hüsnü Amca ile el sıkıştılar. İçeride uzun bir koridordan geçtik. Kimse konuşmuyordu. Beklemekten çok sıkılmıştım ve içimi huzursuzluk kaplamıştı. İlk defa babama yaklaşıp başımı koluna dayadım. Bunu gören babam başımı okşayıp “İyi olacaksın oğlum ”dedi. Sıra bana gelmişti. İçeri girmeden önce dönüp babama baktım. İlk defa babam bana gülümsemişti. Babam gibi ellerimi bağlayıp susmamı istediler. Ve üstüme bir çarşaf serdiler. Artık susmuştum, sesimi duyuramazdım.
Polis ve ambulans sesleri birbirine karışarak yaklaştı, geniş bahçeli evin önünde durdu. İsmail’in beyaz çarşaflara sarılı bedeni ambulansa alınırken oradaki herkes gibi Niyazi Bey’in de ellerine kelepçe takıldı Ambulansın uzaklaşan sesini duyan ve bileklerini acıyla ovalayan Niyazi Bey “Görüyor musun?” dedi Davut’a, “Benim oğlumu, senin de en yakın arkadaşını aldılar, götürüyorlar.”

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir