BİTPAZARINDA PAZAR KAHVALTISI
Salon kapısından geri geri koridora doğru yürüyüp eserine şöyle bir baktı. Her şey tam da istediği gibi olmuştu sonunda. Ev eski günlerdeki gibi pırıl pırıl parlıyor, gülümsüyordu adeta. Fikir aklına geldiğinden beri silip süpürüyor, derleyip topluyor, yıkıyor yerleştiriyordu. Saatine bakıp kontrol etti, tam otuz altı saat yirmi dakikadır aralıksız çalışıyordu. Hiç yorulmamış, hiç uykusu gelmemişti.
Fırındaki poğaçaların pişmek üzere olduklarını haber veren o mutluluk dolu, sıcacık kokuyu duyduğunda artık çayı koysam iyi olur diye düşünüyordu. Bir saate kalmaz kapının zili çalmaya başlayacak, ev dolup taşacak ve neşeli sohbetler yine duvarlarda yankılanacaktı, tıpkı eskiden olduğu gibi.
Cuma akşamı, artık depo olarak kullandığı bu eve girdiğinde onu karşılayan insansızlığın kokusu canını acıtmıştı. Birkaç ay öncesine kadar halen halasının huzur veren parfüm kokusunu alabiliyordu oysaki. Hangisi daha iyi acaba diye aklından geçirmişti, eski yaşamlarının izlerini hissetmeye devam etmek mi yoksa bu toz yuvasına şöyle bir girip çıkmak ve giderek geçmişe ait hislerini yitiriyor olmak mı?
Her zaman yaptığı gibi çok hızlı hareketlerle alacağı şeyi alıp çıkmaktı niyeti. Oyalanmadan, sağa sola bakmamaya çalışarak, almak için geldiği bir şişe şarabı alıp hemen üst kattaki kendi evine çıkmak ve evin çağrısına kapılmadan uzaklaşmak.
Ev ne kadar çok şey söylemeye çalışıyordu her seferinde, ne kadar çok anıyı tekrar tekrar hatırlatmak, eski defterleri yeniden, yeniden açmak istiyordu. Koku silindikçe evin gücü azalıyor gibi olsa da eşyalar kısık sesle konuşup anlatmaktan vazgeçmiyorlardı bir türlü. Artık yıllar önceki eski haliyle hiç alakası olmayan karmakarışık, üst üste istiflenmiş ıvır zıvırla dolup taşan, toz ve kir içindeki bu evin salonundaki her eşya, anılardan bahsederken bir yandan da kendi sessiz isyanlarını haykırmak istiyorlarmış gibi geliyordu ona.
Bir zamanların ihtişamlı koltuk takımı tozdan solgunlaşmış kumaşıyla ne kadar da üzgün görünüyordu. Yuvarlak cam sehpa, yıllarca üzerinde ağırladığı işlemeli gümüş vazoyu özlüyormuş gibi somurtkan bir halde salonun orta yerinde durmaya devam ediyordu. Elinde olsa aylardır üzerinde pinekleyen plastik leğeni bir silkelenişte sırtından atacakmış gibi bir hali vardı. Köşedeki berjer koltuk salonu öksürerek terk etmek istermiş gibi kapıya doğru yönelmişti sanki.
Gümüşlük denilen vitrinin içinde dört rafı doldurup taşıracak kadar çok sayıda irili ufaklı gümüş şekerlik, sigara tablası, vazo, mumluk nasıl olduğunu bir türlü keşfedemediği bir şekilde halen ışıldamaya devam ediyordu. Halasının iki yılı aşkın bir süredir bu evde, bu dünyada olmadığını gümüşler henüz fark etmemiş olabilirler miydi? Evin her noktasında hissedilen hüzün gümüşlüğe uğramamıştı nedense. Belki onlar da ışıltılarıyla etrafa görünmeyen gözyaşları saçıyorlardı kim bilir.
Gözüne çarpan her eşya sanki gel otur şöyle konuşacaklarımız var demek istiyor gibiydi yine.
İki yılı aşkın bir süredir evi toparlayıp yapılması gerekenleri yapmak istiyordu. Olmuyordu, eli varmıyordu bir türlü. Acı veriyor, zor geliyor ve her seferinde erteleniyordu bu zorunlu görev. Sonunda vazgeçti, yok farz etti aile apartmanındaki 4 numarayı. Kendini bildi bileli her fırsatta kaçıp sığındığı, kapısından girer girmez huzur bulduğu o sıcacık hala evini.
Elini gözünün önünden şöyle bir geçirip zihninde canlanan bin bir anıyı uzaklaştırmak istedi, sanki mümkünmüş gibi. Salondaki piyanonun üzerinde ilk yerleştirildikleri günkü sırayla duran fotoğraflara baktı bilmem kaçıncı defa. Kendi mezuniyet gününden bir fotoğraf, kızının doğduğu gün hastanede çekilmiş bir fotoğraf, birlikte gittikleri Roma seyahatinden başka bir tanesi. Kalabalık bir arkadaş grubunun davetli olduğu, bu salonda çekilmiş bir pazar kahvaltısı fotoğrafı; otuz yıl kadar önce çekilmiş olmalı. Fikrin aklına gelmesini sağlayan kare.
Fotoğrafı eline alıp camın önündeki tozlu kanepeye oturdu, halasının ne kadar mutlu göründüğüne baktı uzun uzun. Sonra hiç düşünmeden telefonun tuş kilidini açtı. Whatsapp’ta yeni grup kur komutunu verdi, kişileri sanki günlerdir aklında evirip çevirip karar vermiş gibi kendinden çok emin bir hızla gruba ekledi. Yirmi iki kişi; şimdilik bu kadar diye düşündü. Aklına başka kimse gelirse sonradan ekleyebilirdi. Grubun ismini yine hiç düşünmeden yazıverdi: Bitpazarında Pazar Kahvaltısı.
Mesajları da sanki günlerdir düşünüp hazırlamış gibi hızlıca yazmaya ve göndermeye başladı.
‘Nalanım hepinizi çok severdi. Bu gruptaki herkesle ayrı ayrı bir hayat dolusu anısı olduğunu biliyorum.’
‘Bu Pazar sabahı hepinizi onun evine kahvaltıya bekliyorum. Ev son bir kez canlansın, yaşasın istiyorum.’
‘Birlikte güzel bir gün geçirelim, onu analım.’
‘Eminim bu onu çok mutlu ederdi.’
‘Evi sizin için hazırladım, her şey eskisi gibi oldu neredeyse. Canım halamın kocaman boşluğunu saymazsak her şey onu son gördüğünüz gibi sayılır.’
‘Bu davetin bir özelliği var.’
‘Hepiniz elleriniz boş gelip dolu gideceksiniz.’
‘Evdeki her şeyi temizledim, yıkadım, pakladım, grupladım, hazır ettim.’
‘Giderken onun eşyalarından istediğiniz ne varsa almanızı rica ediyorum.’
‘Sizi mutlu edecek ve Nalan’ımın evinin kendi yuvanızda yaşamaya devam etmesini sağlayacağını düşündüğünüz ne olursa her şey sizindir.’
‘Pazar sabahı saat 11.00’de 4 numarada bekliyorum sizi’
‘Bitpazarında Pazar Kahvaltısına…’
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.