????????????????????????????????????
Nimet Şencan Şengül

AYIPTIR

“Ah!” diye bağırınca kimi kederli, kimi ayıplayan bakışlar üzerime çevrildi. Canım o kadar acıdı ki bakışlara aldırmadan kolumu öfkeyle ovalarken “Ne yapıyorsun ya canımı acıttın” dedim.

“Yine mi başörtüsü almadın yanına kör olmayasıca.”

Ters ters bakıp birbirine kenetli dişlerimin arasında tısladım.  

“Okuldan geliyorum, ne biliyim ben bugün öleceğini.”

Aynı tıslamayla karşıladı beni.

“Kusuruna bakma artık.”

Uzun zamandır beklenen bir ölüme üzülmüş gibi yapan sahtekârlar toplanmış benim başımı açık olmasını ayıplıyorlardı. Başta kendi annem tabii ki. O hep baştadır. Hem de en başta. Onun bu huyunu bilen diğer akrabalar “Kızı rahat bırak Ayşe” deseler de, Ayşe sazı bir kez eline almıştı, en azından bir telini kırmadan bırakmazdı. Gözlerime hücum eden yaşları yanlış anlayan, tanımadığım bilmem kimin yakını bir teyze “Büyük halayı çok mu severdin?” diye sorunca “Pek tanımazdım” demedim. Elim hâlâ acıyan kolumdayken burnumu çekerek gülümsedim, dudaklarımı titretmeyi de unutmadım tabii. Ama annem yemedi, dizimi hafifçe dürtüp “Rol çalma, dön önüne” dedi. Dürtmeleri hafiflediğine göre sakinlemiş.
İki yıldır hastaydı hala. Aslında babamın halasıydı. Ha öldü ha ölecek derken kısmet bugüneymiş işte. (Kapı gibi babam, ondan önce ölmüştü.) Oysa birkaç kere büyük hala çok kötüymüş dediklerinde hazırlığımı yapıp başörtüsüyle gelmiştim ama ölmemişti, ne yapayım. Bin yaşındaydı zaten. Tövbe tövbe.
Hep bu annemin yüzünden günahkâr oluyorum. Her olayda o kadar çok kuralları vardır ki insan hiçbir duyguyu hakkıyla yaşayamaz. Ne düğünde içinden geldiği gibi oynayabilirsin, ne ölüde ağlayabilirsin. Seni öyle bir “ayıptır” kara deliğine hapseder ki kımıldayamazsın.
Ömrüm yarı felçli gibi geçti. Kimse annemin zorbalığına bakmadı; bana hep “Bu kız da bir tuhaf” bakışları attılar. O bakışlardan nasiplendiğim biri daha ölmüştü işte. Biraz daha sabredersem kendimi böyle böyle bulacaktım inşallah.
“Kız kalk ayıptır, yardım et.”
“Tamam anne, zaten şimdi herkes acısını hafifletmek için lahmacununa maydanoz ister. Gidip ayıklamak lazım.”
Ondan hızlı davranıp kalkınca çimdikleyemedi. Zaten biraz daha kalsaydım kalplerinin karanlığında kaybolabilirdim.
Mutfak yerine sessizce arka bahçeye çıktım. Duvar dibindeki sedire oturup bir sigara yaktım. Derin derin içime çektim. Bahçe çok güzeldi. Çıplaklıklarından utanıp içerideki ölüme inat bütün ağaçlar çiçeğe durmuş, nazlı nazlı sallanıyordu. Diğer bahçeli evler birer birer yerlerini apartmanlara bırakmıştı. Büyük hala çocuklarının tüm baskısına rağmen satmamıştı evini, bahçesine sahip çıkmıştı. “Ben ölmeden satamazsınız.” Kısmet bugüneymiş. Çocukları acı içinde helvasını yerken hesap kitap yapmaya başlamışlardır bile.
Küçükken babamla gelirdik buraya. Annem de bize katılırdı. O zamanlar annem böyle değildi. Bayağı tatlı bir kadındı. Biz babamla kudururken o ellerini göğsünde bağlayıp sevgiyle bizi izlerdi. Babamdan sonra böyle çimdik reis oldu.
Bak işte salıncağın yeri bile değişmemiş ama onu tutan ipleri yer yer dökülmüş. Belli ki uzun zamandır kullanılmıyor. Salıncakla beraber anıları da birer birer gelip yüreğime oturdu yine. Düşüp dizimi kanatmam, babamın beni kaldırıp dizimi öpmesi… Dizim mi yeniden sızladı, burnumun direği mi bilemedim. Benden habersiz akan gözyaşlarımı öfkeyle sildim. Hayatımdaki her şey gibi onları da kontrol edemiyordum. Yine de kalp ağrısı çimdik ağrısına benzemiyordu, öğrenmiştim. Sürekli orada durup ara ara kendini hatırlatıyordu işte. Sigaramı söndürüp kayısı ağacının dibine gömdüm. Ağzıma sürekli yanımda taşıdığım, anne kovucu spreyimi sıkarak merasimi tamamladım. Buraya ait olan, babamla ilgili anılarımı da yanıma alarak kapıya yönelmiştim ki şaşkınlıkla kalakaldım. Ne zamandır buradaydı acaba? Sigara içtiğimi görmüş müydü? Kafamda binlerce “Ayıptır” birbirinin üstüne basarak üste çıkmaya çalışıyordu ki birden fark ettim.
Hayret annem hiç de kızgın görünmüyordu. Başını kapı pervazına dayamış, ellerini göğsünde bağlamış eskiden olduğu gibi bana bakıyordu. Ağaçların arasından sızan akşamın turuncusu vücudunun yarısını gölgede bırakıyordu. Güzel kadındı benim annem. Ağlıyor muydu o? Birbirimize uzun uzun baktık. Suskunluğu beni tedirgin etmeye başlamıştı. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmıştım. Elinin tersiyle yanaklarını sildi. Ağlıyormuş. Tam ben de sarılıp ağlayacaktım ki “Hadi kızım içeri gel, sofrada bekliyorlar” diyerek bütün büyüyü bozdu.
Yüzüne baktım.
“Ayıptır demedin.”
Omuzları titredi, bana hiç dönmeden sesindeki gülme izlerini duydum.
“Ayıptır.”

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

1 thoughts on “AYIPTIR / Nimet Şencan Şengül

  1. Emine Yeşil dedi ki:

    Harikasin Nimetcigim.tebrik ediyorum.İcerisinde mizah barindiran, ayni zamanda okuyani da gecmise goturup benzer anilari hatirlatan muhtesem bir hikaye olmus.Basarilarin daim olsun.Sevgiler.Emine Yeşil

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir