KAPAK (58)
Sedef Ergürbüz

ANNIE ERNAUX’NUN CESARETİ

Geçen yıl İsveç Akademisi, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü “kişisel hafızanın köklerini, mesafelerini ve kolektif kısıtlamalarını keşfetmedeki cesaretinden” dolayı seksen iki yaşındaki Annie Ernaux’a verdiğini açıkladı.

 

Akademinin bahsettiği bu olgular daha önceden de pek çok kez belgesellerde, biyografilerde, mektuplarda, günlüklerde, tarih ve sosyoloji kitaplarında yer almıştı. Ernaux bu ödüle layık görülmek için farklı bir cesaret göstermiş olmalıydı.
Bu merakımın izini sürmek için; kendi sınıf atlama mücadelesini anlattığı Boş Dolaplar’ı, bireysel tarihle kolektif tarihi harmanladığı Seneler’i ve kadınlık durumunu en yasaklı konulardan biriyle öykülediği Yalın Tutku kitaplarını okudum.
Annie Ernaux yaklaşık otuz yıl bireysel ve toplumsal hafıza ilişkisini sorgulamış, öz yaşam öyküsünün ötesine geçebilmek için yazınsal bir arayış içine girmiş, sonunda yeni bir yazınsal biçem ve tür ortaya koyması gerektiğinin ayrımına varmış. Yazdıkları otobiyografi, belgesel, günlük gibi türlerin hepsinden izler taşıyor. Hatta kendisi bu yazım şeklini “otososyobiyografi” olarak tanımlıyor.
Yazar bu yolda ona ışık tutan eserlerin çoğuna, Boş Dolaplar kitabında bahsettiği sürekli okuyan, sınıf atlama mücadelesindeki genç kızın okudukları, izledikleri, yaşadıklarını da kapsayacak şekilde Seneler kitabında yer vermiş. Kitabın sonunda yer alan listede yüz otuz adet olarak hepsi belirtiliyor. Bazılarına hep birlikte daha yakından göz atalım.
Kolektif Hafıza ve Habitus
Kolektif hafıza kavramını sosyolojik bağlamda ayrıntılı bir biçimde ele alan Maurice Halbwachs bireysel hafızanın içinde bulunduğu toplumsal sınıfın çerçevelediği kolektif hafıza ile ilişkili olduğunu belirtir. Söz konusu çerçevenin değişmesi ile unutmanın ortaya çıkabileceğine de değinerek bir toplumun sosyal yapısında ve sosyal ilişki biçimlerinde ortaya çıkan radikal değişimlerin kolektif hafızada görece bir unutmaya veya deformasyona sebep olabileceğini ekler. Söz konusu değişimler, grubun zihniyet değişiminden doğabileceği gibi yaşam koşullarında ortaya çıkan değişimlerden de kaynaklanabilir. Aynı olayların toplumun değişik kesimlerindeki bireyler tarafından aynı biçimde ve aynı yoğunlukta anımsanmadığının, bu konuda bireyin geçmişinin, hassasiyetlerinin, aldığı eğitimin, içinde bulunduğu koşulların etkili olduğunu da vurgular.
Ernaux’nun yazınında, yetmişli yıllardan başlayarak kuramlarını büyük bir hayranlıkla okuduğu Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı önemli bir yer tutuyor.
Bourdieu sosyal bilimlerin çoğunda kullanılan habitus kavramını “Aynı grup veya sınıfa mensup üyelerde bireysel değil ama nesnel olarak ortak olan eylem, anlayış, algı düzenleri ve içselleştirilmiş yapılar” olarak tarif ediyor.
Bourdieu’ye göre toplumsal sınıfları ve yaşanmışlıkları aynı veya benzer olan kişilerin habitusları da benzerlik gösterir, farklı yaşam koşulları ise farklı habituslar ortaya koyar. Habitus kavramı Bourdieu’ye göre “dışsallığın içselleştirilmesi” kadar “içselliğin dışsallaştırılmasını” da sağlar. Bu durum, bireylerin üzerinde düşünmelerine gerek kalmadan, evvelce dışsallığını içselleştirmiş oldukları toplumsal sınıflarının gerektirdiği davranışı sergilemelerini sağlar.
Annie Ernaux’nun Boş Dolaplar kitabında, aldığı eğitim ile içinden çıktığı toplumsal sınıfa yabancılaşan, sınıf atlama hayali kuran bir kızın hikâyesi yer alıyor.
“Birkaç yıl süren güzel bir denge. Ortaokula kadar rahat giden bir çifte yaşam. Pek sorun yaratmadan yan yana duran iki dünya.”
 “Ben onlar gibi değilim,  onlara benzemiyorum.  Onlarla konuşacak bir şeyim yok.”
 Seneler’de ise Fransız toplumunun geçirdiği tüm dönüşümlere tanıklık ediyoruz. Bu dönüşümler ve modern yaşamın getirdiği hız ile anın yoğunluğunu yaşayamayan bireylerin unutuşa açılan kapılarına da sık sık rastlıyoruz kitapta.
Hatırlama ve unutma işlemi medya araçlarının elindeydi. Anılabilecek ne varsa anıyorlardı… Hepsine ve hiçbirine aittik.  Bizim kendi senelerimiz yoktu onların arasında.”
Halbwachs ve Bourdieu’nun ortaya koyduğu bu kavramlardan sonra yazarın aklında beliren bin bir soruya cevabı Paul Ricoeur veriyor.
Paul Ricoeur – Doğru Hafıza Politikası
Kimi toplumlarda fazladan bir bellek, kimilerinde ise fazladan bir unutma sürecinin varlığından bahseden Paul Ricoeur Bellek, Tarih ve Unutuş kitabında “doğru hafıza politikası” kavramına dikkat çekiyor.
Kimi yerde hafızanın, kimi yerdeyse unutuşun yoğun olmasından ileri gelen kaygı verici durumu görünce şaşırıp kalıyorum; anmaların, hafıza ve unutuş istismarlarının etkisinden söz etmeyeceğim bile. Bu bakımdan, doğru hafıza politikası fikri, benim açıkça dile getirdiğim yurttaşlık uğraşlarımdan biri haline geldi.”
Ernaux’nun kendi doğru hafıza politikasını oluştururken de izinden gittiği yardımcıları var görünüyor.
Yeni Romanın İzinde
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan, bilinçdışı ve bellek sorunlarına yer veren Yeni Roman geleneği ile birlikte “bir serüvenin anlatısı” olmayı bırakarak “bir anlatının serüveni” haline dönüşen romanlarda, belleğin nasıl işlendiği, sınırlarının, gücünün, yazınsal yaratıdaki katkısının neler olduğu konuları da tartışmaya açıldı. Ernaux “roman total” (tam-bütünleyici roman) nitelemesi yapılan Seneler kitabında özgür yazma biçimini deneyimleyerek tek bir konu üzerine yazmak yerine, yazılmakta olan kitabın serüvenine kendini bırakarak zihninin ve belleğinin ulaşabildiklerine yer vermiş. Bunu yaparken de aynı zamanda eserlerinde edebiyat metinlerinde iktidarın dayattığı bilgi ve ideolojilerin yapıbozuma uğratılabileceğini savunan, posmodernist bir yaklaşımla önemli tarihsel olaylar ve kişiler dışında bırakılanları da ele almaya ve korumaya çalışan Foucault etkisini de görüyoruz. Bu yaklaşımı, tarihin büyük bir anlatı ve arka plan olarak baz alınmaması durumunda gösterge, edebi metin ve bilgilerin yeniden tasarlanabileceğine inanan Lyotard ve Baudrillard da desteklemektedir.
 Derrida: “Her şey metindir”
Artık tek bir kişiye ait bir şey olmaktan çıkan metnin anlamı; yazarın da içinde çıktığı koşullardan, kurgulardan, anlatılardan, kültürden, daha önceki metinlerden gelen bir gerçek algısı ve formların bir sonucu olduğunu savunan postmodernistlere göre okuyucudadır. Yazarın metnin anlamı üzerinde bir kontrolü yoktur. Ernaux Seneler kitabıyla birbirinden bağımsız bellek parçalarını bir araya getirerek, onları kayıt altına alma görevini üstlenmiş ancak kendisi için önemli olanı seçme ve bir araya getirerek bir bütünlük oluşturma işini önüne koyduğu olaylarla ona bir tanıklık deneyimi yaşattığı okuyucusuna bırakmış. Böylelikle yaşamış olanların bile belleğinde yer etmeyebilecek olayların anımsanmasına katkı sağlamış, modern hayat ve toplumsal sınıf farklılıkları karşısında bellek ve unutuşun nasıl işlediğini gözler önüne sermiş.
Palimpsest His ve Zaman
Seneler romanı, bebekliğinden altmış altı yaşına kadar geçen süreyi kapsayan on bir fotoğraf, kamera görüntüsü ve video filmini içeren on üç görüntüyle kurgulanmış. Kendisinin de belirttiği gibi romanında bahsettiği olaylar, kişiler, film ve kitaplar, içinde kendi hayatını aradığı kurgusal hikâyesinin ana hatlarını oluşturmuş. İnsanlar ve nesneler üzerinden öz yaşam öyküsünü kişisel olduğu kadar toplumsal bir düzeye de taşımış.
“Bir yaşamın son görüntüsüne kadar, adım adım şimdiki zamanı yutan,  mutlak,  sürekli geçmiş zaman kipinde  kayan bir anlatı olacak bu. Bir akış; bununla birlikte varlığının aldığı bedensel biçimleri ve art arda değişen toplumsal konumları yakalamak üzere, film kareleri ve fotoğraflarla belli aralıklarla askıya alınan bir akış. Bunlar görüntünün hafızada dondurulup yakından bakıldığı anlar,  aynı zamanda varoluşunun gelişimine,  onu tekil kılan şeye dair bir nevi raporlar gibi… Fotoğrafların bu kesintisiz öteki haline,  ayna etkisiyle,  yazının ‘üçüncü tekil şahıs’ı karşı gelecek.”
Fotoğraf kullanımının esin kaynağı büyük bir ihtimalle Besle Kargayı filmi.
 “Belki de şimdiden kendini Besle Kargayı filmindeki yaşlı kadında görüyor, hep aynı şarkılar tekrar tekrar çalarken, felçli ve dilsiz kadın, gözünden süzülen yaşlarla, bıkmadan usanmadan odanın duvarlarına asılı fotoğraflara bakıyor.”
 Kitabında Dorothea Tanning’in resmindeki gibi, birbirine açılan bir dizi görüntüyle adım adım onu anıların olmadığı ilk yıllara, beşiğinin pembe sıcaklığına doğru çeken palimpsest histen bahsediyor yazar ve anlatısının açılışını bu hissin oluşturmasını istiyor: “Bütün görüntüler yok olup gidecek”
 
 “Hayatının farklı anlarında hissediyor yeniden kendisini, birinden diğerine kayıp gidiyor. Hem bilincini hem bedenini ele geçiren, bilmediği türden bir zaman bu, geçmişin ve şimdinin birbiriyle karışmadan üst üste bindiği ve bugüne kadar var olmuş bütün hallerinin bir çırpıda beliriverdiği bir zaman.”
İtiraf etmeliyim ki zaman zaman çocukluk ve genç kızlık hallerim gözümün önüne geldiğinde onlara şefkatle bakan beni en çok etkileyen bu his oldu. Ernaux gibi Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde’de “Hafızamız dışımızdadır, zamanın yağmurlu bir nefesinde” diyen Proust’dan etkilenmemek mümkün değil.
Dilsel Habitus
Pierre Bourdieu’nun Dil ve Simgesel Güç adlı yapıtında bahsettiği “dilsel habitus” kavramına göre, her türlü dilsel iletişim, ister sözlü, ister yazılı olsun, o dilin kullanıcıları arasında simgesel bir güç ilişkisini ortaya koyar. Toplum, bireyleri kültürel sermayelerinin bir yansıması kabul edilen kullandıkları dil aracılığıyla da ayırt etmektedir.
Ernaux’nun Seneler’de kendi kişisel tecrübesini Fransız toplumunun kolektif tarihi ile bütünleştirmek amacıyla kullandığı zamirler var.
“Nous ve on (biz)” kişi zamirleri sayesinde metin, herkesi kapsayan bir anlatı halini almış. Kendisi için metinde varlığının geçiciliğini de vurgulayan “elle (o)” zamirini kullanmış. Olayları aktarırken “biz ve o” ikilisi sık sık yer değiştirmiş. Yazar bu dilsel-biçimsel kullanımının amacını da kitabında açıklamış.
“Geçmiş günleri anlatma sırası şimdi ona gelmiş de anlatıyor gibi, bir tür gayri şahsi otobiyografi olarak gördüğü bu anlatıda, tek bir birinci tekil şahıs ‘ben’  olmayacak,  sadece belirsiz özne ve ‘biz’”.
 
 
Ayrıca, erkek yazarların dilinden farklı bir dil kurma mücadelesinde de olan Ernaux, anlatılarda alışılagelen erkek bakışını, kendinden bahsederken kullandığı “elle (o)” zamiri ile aşmaya çalışıyor.
Simon de Beauvoir’ın Bir  Genç Kızın Anıları kitabından elli yıl sonra yayımlanan Seneler romanı ile sağlanan etkinin, yetmişli yılların kadın bakışı ile örtüştüğü belirtiliyor.
Ernaux’nun da içinde yer aldığı kadın yazarlar, baskıcı ataerkil toplumsal yapıya karşı koymak için cinsel yaşamlarını korkusuzca ve özgürce anlatarak eleştirel bir yaklaşım ortaya koymuşlar.
Yazarın bir yandan evliliğine son vererek ataerkil aile yaşamından uzaklaşıp özgürleşirken, bir yandan da bir kadın olarak karşı cins ile yaşadığı tutkulu ve kösnül ilişkisini Yalın Tutku romanında tüm açıklığıyla öykülemesi, Fransız yazın tarihi açısından kadın yazınında önemli bir dönemeç olarak kabul ediliyor. Ancak yazar nihai amacına “biz” zamirini kullanarak metni bir  “kadın anlatısı” olmanın da ötesine geçirerek ulaşıyor.
Tüm bunların ışığında bir yazar olarak topluma olumlu katkılar sağlama çabasına saygı duymamak elde değil. Cesaret konusuna gelince, yazının sonunda Annie Ernaux’nun cesaretinden çok özellikle doğru hafıza politikası konusunda kendi cesaretimi sorguluyor olacağım bundan sonra.

 

Kaynakça

  1. Annie Ernaux – Seneler
  2. Annie Ernaux – Boş Dolaplar
  3. Annie Ernaux – Yalın Tutku
  4. Adlı Eserinde Toplum, Bellek ve Yazın –  Eylem Aksoy Alp
  5. İbn Haldun’da Asabiyet Kavramı– Maurice Halbwachs’ın “Kolektif Hafıza” Kavramı İle Bir Karşılaştırma – Bahram HASANOV
  6. Annie Ernaux’dan Seneler – Nedret Öztokat Kılıçeri

 

Yazarımızın  diğer yazılarına  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

Related Posts

1 thoughts on “ANNIE ERNAUX’NUN CESARETİ / Sedef Ergürbüz

  1. Duygu Köksal dedi ki:

    Merhaba, şu anda Ernaux’nun Seneler’ini okuyorum ve daha önce de kısa anlatısı Bir Kadın’ı okudum. Tanıdığım bir yazar değildi açıkçası. Kendisine ve kadınlık durumuna çok dürüst yaklaşıyor ve bunu bir bellek arayışı ile yapıyor. Yazınız kafamı açtı, teşekkürler..Benim dikkatimi çeken başka birşey ise varoluş ve yokoluş üzerine sürekli düşünmesi, gün gelip unutulmaya, yokolmaya dair acısını hep satır aralarında ifade etmesi… Yani “existential” bir acı olarak bu his hep orada..Ne dersiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir