????????????????????????????????????
Demet Eker

DOKUZ SEKİZLİK SOLO PASAJ

“İyileşmek istemiyor musun?”

Gözlüklerinin üzerinden bana baktı. Başımı eğdim, işaret parmağımın tırnağından küçük bir parça daha kopardım. Notaların dans ettiği kâğıtları düzenliyordu. Kırmızı naylon dosyayı eline aldı sonra maviyi. Tele takılmamış kâğıtlardan bazıları aralardan kayıyordu. Hizalamak için birkaç kere masaya vurdu, düzeni bozanları çekip özenle yerleştirdi. Kimisine delgeçle delik açtı ve dosyalara taktı. İnce, uzun bacaklarını saran siyah kotun içine yerleştirdiği beyaz, pamuklu gömleği düzeltti. Belinin kıvrımı ortaya çıktı biraz daha.

“Bahçeye çıkalım mı? Biraz hava alalım.”

Önceki sorusuna vereceğim cevabı düşünürüm o arada. Şu alma verme dengesini ayarlayamadığımı biliyordum. Az hava alacaktım, çok daha fazlasını verecektim. Diyafram nefesi işe yarıyormuş. Bir de 4-7-8 yöntemi. Özellikle uykusuzluk için. Ağzınızı aralayın ve tüm nefesi ağzınızdan verin. Ardından ağzınızı kapatıp burnunuzdan nefes alın ve bu esnada dörde kadar sayın. Nefesinizi yedi saniye kadar tutun ve sonra vücudunuzu serbest bırakın. Nefesinizi verirken üfler gibi verin ve bu esnada sekize kadar sayın. Esnedim.
Güzel Sanatların önüne doğru yürümemize ses etmedim. Polyester heykellerden hiç hoşlanmıyorum ama sonuçta küçük hanım ev sahibi sayılır. Üçgen kafalı bir kadınla yapışık duran kare kafalı adamın beni nasıl bunalttığını anlatabilirim yahut antrasit görüntünün içine hapsolduğumu hissettiğimi. Heykellerin müziğinin olmadığını. Tercihim susmaktan yana. Üçgen kafalıyla kare kafalıyı görmezden gelirim, ağaçlara ve çiçeklere bakarım ben de. Kuşlarla söyleşirim. Belki siyah spor ayakkabılarının her adım atışımızda çıkan gıcırtısına do koyarım.
Altı yüz yirmi beş adım gidip altı yüz yirmi beş adım dönmeye de bir şey demedim. Ama yetti. Olduğum yerde kalıyorum. Arkaya mıhlandığımın farkında bence. Mıhlanmak kullanılır mı ki burada? Tabii ki kullanılır. Ayet var sanki. Ayetlerden yola çıkarak bir beste yapmalı. İlahilerde geçiyor mu acaba? İşte yeni çalışma alanı. Önce şu beste bitsin. Cevap vermezsem üsteleyecek şimdi, hiç çekemem.
“Elbette istiyorum!”
“Neyi?”
“Sorduğun soruyu unuttun tabii.”
Duruyor, geri dönüyor. Ne düşündüğü belli değil. Yukarı kıvrık dudaklarına bakıp güldüğünü sanmam için onu tanımamam lazım. Benimkiler aşağı meyilli. Palyaço dudaklar seviyorum, sahteliğin samimiyetine inanıyorum ben. Yenmiş tırnaklarımı ancak böyle dudaklarla kapatabilirdim. Ay ben kendim gibi olmaktan hoşlanıyorum canım, sahte duygularla işim olmaz diyor yanımızdan geçen öğrencilerden biri. Iy beeyn kindim olmıktın hışlınıyırım cınıımmm, bıdıı bıdı bıdı. Ben tam olarak ne zaman bu kadar tahammülsüz oldum.
“Aklından geçenleri sustur. İnsanlarla alay etme.”
“Hemen de anla zaten.”
“Gözlerin büyüyor böyle zamanlarda, bir de dudakların inceliyor. İyileşmek istemiyor musun demiştim.”
“Tekrar cevap vereyim, elbette istiyorum. Bunca müzikle kolay mı yaşamak?”
“Konservatuvara ‘içindeki müzik’ sayesinde girdin.”
“Sen alay ediyorsun şimdi de. İçinde müzik olmadan konservatuvara girebildin kendin tabii.”
Sesimin titrekliği beni de şaşırtıyor. Beklemiyordum. Yanıma geliyor, elimi tutuyor. Sağımızdaki banka bir kuş konuyor. Kanatlarını açıyor. Uçacak sandım, olduğu yerde kaldı. Gerdanını esintiye bırakıyor.
“Seni böyle seviyoruz, biliyorsun.”
Sarı saçları gözüne düşüyor, dişi parlıyor. Benim dişler kamaşıyor, esinti için bir lâ koyuyorum. Ananaslı detoks sirkesi. Ödemden kaynaklı şişliklerime, saçlarımın matlığına iyi gelecekmiş. Kilomu hatırlattığını ben anlamıyorum sanki. Elim saçıma gidiyor. Yağlanmış. Hâlbuki yeni yıkadım, sürekli yıkamak da çabuk yağlandırıyormuş. Evet, bu esinti lâ ile anlatılır. Kaçışım yok, dokuz sekizlik bir hüzün istiyorum. Oynarken ağlanır mı?
“Başka çareniz yok. Mecbursunuz.”
Fakültenin önünden tanıdığımız tanımadığımız pek çok insan geçiyor. Selam verenler, görmezden gelenler. Keşke odadayken konuşsaydık. O sırada Yaylı Çalgılar ikinci sınıftan Tunç geliyor. Yüzündeki gülümseme tüm ön dişlerini görmemizi sağlıyor. Biçimli, uzun parmaklarıyla bazı notlar uzattı.
“Hocam, projemi erkenden teslim etmek istedim.”
“Şahanesin Tunç, yine birinciliği kaptırmadın.”
Çocuk, ayakları poposuna çarpa çarpa yanımızdan uzaklaştı. Çelik üçgenin vuruşuyla ilk dizeği bitirmeli. Kökeni Avrupa olan perküsyon veya vurmalı çalgı ailesine ait bir idiofon tipi müzik aletidir. Bu çalgının modern formu, üçgen şeklinde bükülmüş, iki köşesi biraz yuvarlanmış ve bir köşesi birbirine değmez şekilde açık olan bir yuvarlak kesitli metal ve genellikle çelik çubuktan oluşur. Nevit Kodallı’nın Telli Turna’sındaki bitişten farklı olmalı. Oynak bir dize belirgin biçimde hissedilmeli. Durmadan konuşacak şimdi, bıraksa bütün notalar daha iyi yerleşecek.
“Sevgi de seçimden geçmiyor mu sence? Biyolojik bağ yetseydi birbirinden nefret eden onca aile haberi duymazdık bir yerlerden.”
“Yine de bir tür mecburiyet.”
Sol elini pantolonunun cebine sokuyor, gözlerimin içine bakıyor. Cevap vermeyi tercih etmediği anlardan biri işte. Sağ eliyle ensesini ovdu. Hamlesini kestiremiyorum.
“Gel kahve alalım. Latte iyi gelir sana.”
Fakültenin yanındaki büfeye doğru gidiyoruz. Latte İtalyancada “süt” anlamına gelen bir kelime. Asıl adı ise “caffe latte”. En çok tercih edilen kahvelerden biri olan latte genellikle sabah kahvaltısında içilir. Espresso ve süt ile hazırlanan latte yumuşak içimli. Maksat ortam yumuşasın. Bak sen benim güzelime, zekâsını seviyorum bu kızın. Beni gafil avladı, latteye hayır demeyeceğim.
O tercihini filtre kahveden yana kullanacak. Çocukken de sade Türk kahvesi içerdi. Bana sütlü Türk kahvesi. “Bıyıkların çıkar, yüzün kararır” derlerdi. “Erkek siması var” diye annemin kulağına fısıldardı babaannem. O fısıltılar, la la la. “Keşke oğlan olaymış bu” bir de. Duymadığımı sanmaları da başka bir şuursuzluk. Sonrası mi mi mi mi sol fa fa mi mi. Beste Cenaze Marşı’na kayıyor. Eğlendiğimi anlayacak, dursam iyi olur. Bu gülmeler de neyin nesi?
Eceliyle ölmedi babaannem. Yavaş yavaş öldürdüklerimden daha şanslı bence. Sırıttığımı görmüyor Allah’tan, kahveleri ödemekle meşgul. Benden sadece bir yaş büyük. On birine kadar ondan kalanları giydim. Sonra kilo almaya başlayınca onunkiler bana olmadı. Şişmanlamadan önceki son bayramı unutamam. Annemin oya makasıyla ince ince kesmiştim bayramlığımı. Annem koca bir iğneye dönüştü o anda. Hepsini dikti bana dik dik bakarak. Taş olmak istediydim, taş makası yener. Küçük hanım kâğıt oldu, bana sarıldıydı. Ufacık kaldıydım kollarının arasında. Çiçekli elbisesinin içinde ne de güzeldi. Çuval giydirseler yakışıyordu işte. Çaba sarf etmesine gerek yoktu. Hınçla ayaklarımı yere vurmuş uzaklaşmıştım ondan. İşte ilk kez o gün zihnimde beliren davul sesi.
Lattemi uzatıyor, esmer kurabiye almış yanına da. Savunmasızlığım sırtımı ürpertiyor. Oracıkta elimdekileri atmak, arkama bile bakmadan bayram çocuğu halimle kaçmak istiyorum. İnsan çoğu zaman sevdiklerinden kaçıyor galiba. İçinde çöreklenen sevgiyle yüzleşmemek için. Yolculukların yalnızlığına ihtiyacı olduğundan belki. “Seni hiç sevmiyorum süt oğlan. Babanı da sevmezdim.” Yoo, babamı severdim. Bu palyaço dudaklıyı da seviyorum aslında. Yine sırıtıyorum, yakalandım.
“Gülersin tabii, hem de üzümlüsünden buldum.”
“Teşekkür mü etmeliyim?”
“Onu da nereden çıkardın? Yabancılara teşekkür edilir kahve ve kurabiye için.”
Göz kırpıyor. Güzelliğinin ön sözü gözleri de ışıldadı. Bazıları doğuştan ışıklı. Elleri, gözleri, dişleri, saçları. Çirkinin sebepsiz düşmanlığını kazanacak kadar hem de. Kurabiyeden bir ısırık alıyorum. Minik kırıntılar döküldü yere. İrice bir karınca kırıntıyı sırtlanıyor, ardından bir karınca daha. Kalanı toplayacak belli ki. Arpej seslerinin solosu ile başla, Türk ezgileriyle bütünleşmiş dokuz sekizlik klarnet solo devam. Cevap vermeyeceğim. Başka konuya geçmem lazım.
“Annemle konuştun mu?”
“Aradım sabah. Ben anlattım, o dinledi işte. Konuşmak denilirse adına, evet.”
“Seni hatırladı mı bari?”
“Biz onu hatırlıyoruz, yetmez mi?”
Geçen ay konuşmaya çalışmıştım. Annem elini ayağını çekiyor. Tercihine saygı duyuyorum ben. Ablam aramıza döndürmeye çalışıyor. Usulca, sessiz sedasız gidişleri de palyaço dudaklar kadar gerçekçi ve samimi buluyorum. Kendi çıkardığım gürültülerin sebebini biliyorum. Gorecki de geldiğine göre beste bitmek üzere. Tam hayal ettiğim gibi. Dokuz tane sekizlik sus var. Kıvraklık tam da burada. Bir ki bir ki bir ki bir ki es. Klarnet solodan sonra zilin parmaklardaki dansı, tamam şekilleniyor işte. Davullar da eklenecek. Tam da burada iliklere işleyen Harmandalı ağırlığı.
“İçindeki müziği susturmana gerek yok. Sendeki bu yeteneğe hayranım, daha önce de konuşmuştuk. Ayrıca geldiğinden beri seslerle uğraştığının farkındayım, ilk önce ben dinlemek istiyorum.”
“Bitmedi ki daha.”
“Olsun, az kalmıştır. Son bulduğum psikiyatrdan aldığım randevuyu iptal mi etsem diye düşünüyorum.”
Ne güzel güldü. Benim iyileşmemi istiyormuş. Kendimle mücadelemin bitmesini. Ona sımsıkı sarılmalıymışım, neden bu kadar hınç doluymuşum, beni çok seviyormuş. Sanki bilmiyor.
“Gideceğim, merak etme.”
“Hadi odaya geçelim.”
“Sen gir, biraz daha hava alayım.”
İşime gelince alma verme dengesini ayarlıyorum bak. Sevindiğimi anladı fakat belli etmedi, içeri giriyor. Çamların altındaki banka yürüsem. İğne yaprakların müziğini duymam lazım. Gökyüzünde bulutlar toplaşıyor. Yağmurun sesini de eklemeliyim besteye. Son ki, bir ki, bir ki, bir ki üç.

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir