BÜYÜMENİN AĞIRLIĞI “BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ”
Moderniteyle birlikte sınırları iyice belirlenen sosyal ve cinsiyet rolleri bu kitapta alt üst edilmiştir. Toplumun kadına ve erkeğe biçtiği rollerin seçici, geçirgen sınırlarını sorgulamaya, toplumun dayattıklarını anlamaya ve önyargıları yıkmaya niyet etmiş bir roman.
Barış Bıçakçı’nın 2004 yılında yayımlanmış Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanının 19. baskısını elimde tutarken bir yandan satır aralarına sızmış nitelikli mizah ögelerini düşündükçe gülümsemek geliyor içimden, diğer yandan işlediği konuların ağırlığı asılı hâlâ zihnimde.
Tatil için geldiği Türkiye’de anne ve babasının öldüğü trafik kazasından birkaç kırıkla sağ çıkan Fikret’in üniversite ikinci sınıfta okuyan kız kardeşini, on yıldır yaşamını sürdürdüğü Amerika Birleşik Devletleri’ne dönmeden önce liseden sınıf arkadaşları Ender ve Çetin’e, okulunu bitirene kadar emanet edişiyle açılır olaylar. Bir kader ortaklığı gibi Çetin’in anne babasını sekiz yaşında trafik kazasında yitirdiği bilgisini romanın başında paylaşır Bıçakçı.
Ender ve Çetin orta yaşlarını yaşayan, beraber çok eğlenen, ev işlerini, yemeği birlikte yapan, bira içerek futbol maçları izleyen adeta birbirini tümleyen iki ev arkadaşıdır.
Nihal’in hayatlarına girişiyle birlikte ikisi de büyük bir değişimin eşiğinde bulur kendini. Yaşadığı büyük kayıpla yüzleşmeye çalışan Nihal, ilk aylarda ne Ender’le ne de Çetin’le bağ kurar. İki adamın çabalarıyla sonunda kendisini kapattığı kabuktan çıkarak ev arkadaşlarıyla iletişim kurar genç kız. Ne var ki birbirlerinden ve Nihal’den saklasalar da ona âşık olur iki sıkı dost. Yıllar önce kurdukları hayal bir kehanet gibi gerçekleşir:
“İkimiz de, yine lisedeyken hayal ettiğimiz bir şeyi yıllar sonra yaşayacağımızı, aynı kıza, üstelik de daha annesinin karnındayken tanıdığımız bir kıza âşık olacağımızı, kafamızın fena halde karışacağını bilmiyorduk.”(s. 23)
Zamanda geriye dönüşlerle ilerler roman.
Çetin öksüz, yetim kaldığında ona on sekiz yaşındaki Murat Ağabey sahip çıkmıştır. Üniversitede okurken aynı zamanda bankada çalışarak küçük bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu bağlamda Çetin ile Nihal için oluşturulmuş bir paralel kurgudan söz edilebilir.
İki erkeğin de Nihal’le ilişkileniş biçimini ayrı zeminlere oturtmuş Bıçakçı.
Tümüyle duygusal, içli, adeta bir kadın duyarlılığına, dikkatine ve hassasiyetine sahip, evden çalışan çevirmen Ender’le; olaylar karşısında soğukkanlılığını koruyan, aklıselim davranan, yapılması gereken neyse onu eyleyen, iş yerine gidip gelen Çetin… Esasında romanın başında genç kızın eve sarhoş, bitkin geldiği gece varlığı sezdirilse de Nihal’in üniversiteli eylemci, şair sevgilisi romanın sonlarına doğru somut biçimde ortaya çıkar.
Gençliği, yakışıklılığı ve cinsel iktidarının zirvesinde oluşuyla Bora, Çetin ve Erdem’in çok uzağında onların zaten ulaşamayacakları ya da çoktan geride bıraktıkları bir konumdadır. Sürpriz gelişen olayların ardından sonunda okulunu bitirip ağabeyinin yanına Amerika’ya gider Nihal.
Ruhsal Bir Yoldaşlık
Yazar, kitap boyunca karakterlerinin ölüm karşısında takındıkları tavırlara da tanıklık etmemizi, ölüme kavram olarak yakından bakmamızı sağlar.
Kasabın oğlunun, romanın üç ana karakterinden ikisi olan Çetin ve Nihal’in anne babalarının, trafikte telef olmuş hayvanların ve Ender’in babasının arkadaşı Reşit Bey’in ölümü… Kürtajı da burada anmalı. Aynı zamanda Ender’in Çetin’e seslenişini de:
“…ilişkimiz bir gün bu zenginliğini yitirirse, geçmişimizden artık geride kalmış bir şey olarak söz edersek, bu benim için bir çeşit ölüm olur!” (s.142)
Ender, Nihal, Çetin üçgeninde gelişen omurgaya eklemlenen yan olaylarla zenginleşen romanın temel düşüncesi; bedensel değil ruhsal olarak birbirine ihtiyaç duyan, erkek olarak toplumun belirlediği normların uzağında, yetişkin iki erkek görünümünde iki büyüyememiş çocuğun birbirlerine yaslanması, birbirlerinin eksik parçalarını tamamlamaları. Bundan dolayıdır ki ayrı kaldıklarında hastaymış gibi hissederler, “…iyileştik, çünkü birlikte yaşıyoruz” (s. 91) derler. “Sensiz kim olduğumu, neye benzediğimi de bilmiyordum…”(s. 83) diyecek kadar yekdiğerine ihtiyaç duyar Ender.
Üçü de çocukluklarını aşamamış ana karakterlerden erkek olanlar lise yıllarında takılmış kalmıştır:
“Sonra birden lise günlerine dönüş. Ah dostum, bunun için seviyorum işte seni, ikimiz de hayatımızın aynı yerinde kalakaldık diye!” (s.93) “Bize iki küçük çocuk olduğumuzu hatırlattı.” (s.59)
Yetişkin düzlemine ayak basmışlara sorumluluk hatırlatmaya gerek yoktur:
“…bize sorumluluğumuzu hatırlatıyor.” (s.65)
Tercih ettikleri oyunlar da orta yaşlı erkeklerden ziyade gençlerin oynamaktan zevk alacağı türden. Masatenisi, bilardo, langırt, denizde yunus yapma, çek-çek, suyun içinde amuda kalkma…
Bıçakçı’nın canlı anlatımında isim isim sokakları, semtleri, parkları, bulvarlarıyla Ankara ete, kemiğe bürünür.
Ender’in ayrılmadığı şehre Çetin’in on yedi yıl sonra yine dönmesiyle biri kel, diğeri göbekli iki adam, çocukluklarını yarım bıraktıkları yerden yaşamaya ve birbirlerini tamamlamaya devam ederler.
Sorgulanan Cinsiyet Rolleri
Romanın en dikkat çekici yanlarından biri, Ender’in ağzından Çetin’e hitaben, ikinci tekil şahısla yazılmış olmasıdır.
Çok samimi yapılandırılmış anlatı dili; biçim, içerik ilişkisi bağlamında örtüşüyor. Otuz iki bölümden oluşan romanın her bölümünü bir mektup olarak değerlendirmememiz için bir neden yok. Birkaç ayrı yerde Ender, Çetin’e yazmakta olduğu bilgisini satır aralarında verir. Olayları kendi bakış açısıyla kaleme alan ve yorumlayan güvenilmez anlatıcı Ender’e inanmaktan başka çare bırakmamış Bıçakçı. Çetin’i yalnızca Ender’in yansıttığı kadar tanıtmış.
Biri olmadan diğeri kendini eksik hisseden liseden beri arkadaş iki erkeğin orta yaşlarında birlikte yaşamaları, komşulardan sakınmadan pencere silip ev işi yapıp turşu kurmalarına toplumun nasıl bakacağıysa ayrı bir yazı konusu.
Zira moderniteyle birlikte sınırları iyice belirlenen sosyal ve cinsiyet rolleri bu kitapta alt üst edilmiştir. Toplumun kadına ve erkeğe biçtiği rollerin seçici geçirgen sınırlarını sorgulamaya, toplumun dayattıklarını anlamaya ve önyargıları yıkmaya niyet etmiş bir roman denilebilir pekâlâ.
Noktayı, iki erkek karakterini ödipal dönemden çıkarmamayı, onlara hayatları boyunca bu kısırdöngüde kalma yazgısını tekrarlama rolünü biçmiş Barış Bıçakçı koysun:
“Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.” (s. 102)
Barış Bıçakçı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, İstanbul: İletişim Yayınları, 2019, 19. Baskı, 167 sayfa.
Diğer kitap analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz