KAPAK2
Derya Erkenci

DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ BİLDİRİSİ
“ÖYKÜCÜNÜN HİKÂYESİ”

Herkesin hayatta bir tane de olsa değerli hikâyesi vardır. Herkes en güzel hatırasını seçip ölene dek her fırsatta bir başkasına anlatır. Şimdi uzaklarda olan ya da çoktan ölmüş insanların sözleri saklıdır öykücüde. O sözler yıllar geçip hafızası zayıfladıkça kendi hatıralarına karışır. Kimseyi gerçekten unutamaz. Hiç kimse aslında değildir kendisi. Kendisi üzerine başkalarının fikirlerini yürütüp yazmaya başladığında, bir süre sonra artık “ben” dediği şey bir başkasıdır.

 

Sesli düşünür öykücü. Kimi zaman insanlar ağzından dökülen sözleri yargıları zanneder. Hâlbuki betimlenmesi kusursuz olan bir imgeyi hiç kimse istismar edemez. Dünya iyilikten müteşekkil bütün ruhları eninde sonunda mahveder. O yazarken yine de aslında hiçbir şey yaşanmamış gibi davranma ustasıdır. Herkes kendi hikâyesine katlanır. Başkalarının hikâyesi katlanılır gibi değildir. Öykücü başkalarının hikâyelerini katlanılır hale getirir. Öykü yazmak denen şey varlık ya da yokluktan çok, bir ‘miktarı ayarlama’ meselesidir. Bazen göğsündeki boşluk, yazma aşkıyla bir an için dolup taştığında, zamanı ve uzamı kaybettiği o anda, bir anda, yaşamın sıradanlığı ve kendi katı oligarşik şiirini yazmaktan usanmayan hayat, ani bir denizaltı dalgası gibi birdenbire gelerek onu öykücüden kolayca koparıp alır. Melekesi, ilham perisi, ters ikizi, oyun toplarını sırtında taşıyan bir seyyar jonglör gibi yürüyerek gecenin ıssız karanlığına karışır.
Kahramanları hakkında kendi hakkında bildiklerinden çok daha fazla şey bilir öykücü. Ete kemiğe bürünen o gölgeler yaşamaya isteksizce, gelişigüzel ve zorlanarak cesaret bulurlar. Kitap ayracı, kulaklık, yaya geçidi ve motorsuz taşıt kullanmazlar. Bir türlü olgunlaşamayan fikirlerinde yanardöner niyetler vardır. Tam dalamadıkları renksiz düşlerinde kusurlu büyür çiçekler. Abartılı aşklarından eğreti bir masumiyet süzülür. Tatmin etmek zordur, yazarken sadece tahmin eder öykücü. Çizdiği kaderlerin metninde sarıya boyadığı satırlar vardır. İtalik paragraflar, kalınlaştırdığı kelimeler, çift tırnakla manasına hapsedilmiş ironiye tahammülsüz cümleler, bazı içi boşaltılmış sözlerin yerine yeni öneriler. İkide birde, boşu boşuna “Sizi ben yazıyorum” deyip durmaz öykücü.
Akşam olup hava karardığında, gün boyu yaşanan anlarla ilgili ikincil anlamlar, durumlara ait gizli bilgiler aramaktan yorgun düşer öykücü. Durup dururken ölü bir peygamberdevesi görür yerde. Böyle şeyler yalnız rüyalarda olur sanmıştır. Düş mü gerçek mi olduğunu ayrımsayamadığı bir hikâye anlatır. Şüpheyle yatıp inkârla kalkar. Kurguya olan hasreti ve reddedişin vaatkâr cazibesi onu ondan alır. Sabah uyanır uyanmaz derme çatma cümleler kurar. Mesela “Kendim halletmek zorunda olduğum sorunlarım var”. Henüz tam olarak dünyaya gelemediği için kurduğu ilk cümlede imla hataları yapar. Ucuz kahramanların kendi kendine konuştuğu vasat öykülerden ilham alır gerekirse. Çünkü edebiyat denen şeyin dinamikleri siyasetinkinden çok başkadır. Orada yeteneklerinin, emeğinin, tutku ve esrimenin bir karşılığı vardır. Orada daima o kazanır. En nihayetinde onun da hayatı gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır.
Şairlerle romancıların arasında bir yerde durur öykücü. Edebiyatın ortanca çocuğudur. Kardeşinin de ablasının da paltoları üzerine tam oturur. Şiirsel imgelerinden hikâyeler devşirmede beceriklidir, büyük bir romanın ihtişamını da birkaç yüz kelimeyle hissettirir. Hep acelesi vardır onun. Yeri dardır, zamanı azdır. Bir an evvel yazıp anlatmalı ve yeni bir hikâye yelken açmalıdır. Hiçbir yere gitmeden, seyahat bile etmeden, dört duvar arasında, kuru bir masanın başında serüvenlere dalan bir maceraperesttir öykücü. Hayal gücünden sayfalara dökülenler, hayatı yollarda geçmiş, diyar diyar gezmiş namlı seyyahların bir ömür boyu gördüklerine bedeldir.
Son günlerde öykülerin derinliği fevkalade tehlikede dostlar. Bilincin kıyıları hiç olmadığı kadar sığ. Biz öykücüler, başkalarının hikâyelerini anlatmaktan vazgeçersek bir karış suda boğuluruz. Ölümlü olduğumuzu kabullenemeyiz biz. Her günün, bir gün geçmiş güzel günlerden biri haline geleceğini bilmek yetmez bize. Yazmanın belirgin bir anlamı olsaydı, yaşıyor olmamızın anlamı olmazdı belki de. Vazgeçmeden, delicesine anlatırız kimsenin anımsamak istemediği hikâyeleri. Geleceğin, ilk aşkı andıran masumiyetinin öyküleriyle avunuruz.  Gün doğar, insanlar henüz hiç yazılmamış hikâyelerin kahramanları olmak için evlerinden çıkar. Bizse gece boyu zar zor dalabildiğimiz rüyalarımızda çetrefilli olay örgüleriyle, kendimize mal etmeye çalıştığımız inatçı sözcüklerle, küstah karakterlerle boğuşmuşuzdur. Keşfedilmemiş mahlûkların tuhaf duygularını hisseder, bir tavşanın uykusunu uyur, bir delinin düşlerini görürüz. Ertesi sabah yine, akşam uyuyarak kurtulduğumuzu sandığımız metnin sorunlarına tutunuruz. Penceren süzülen tozlu bir ışık huzmesiyle aydınlanan yorgun defterimizde, nasıl yazdığımızı hatırlayamadığımız, bitmiş bir öykü buluruz.
Dedim ya dostlar. Herkesin hayatta bir tane de olsa değerli hikâyesi vardır. Herkes en güzel hatırasını seçip ölene dek her fırsatta bir başkasına anlatır. Biz, sevinci ve kederi, akıl almaz örgüleri barındıran bütün o satırları bilincimizle damıtır, hikâyenin ilahi gücüne yüreğimizle bağlanırız. Kıyamet günü geldiğinde, yaşayan her şey öldüğünde sadece öykülerin hayatta kalacağına inanırız.

Yazarımızın  diğer yazılarına  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir