????????????????????????????????????
Levent Karataş

GÖRÜR GÖRMEZ AŞK

“Şimdi değil Levent” dedi Gülmisal. “Karşı odaya geç ve sessiz kalmaya çalış.” Çok işi vardı. Kast işi yapıyordu. Karşı odaya geçtiğimde telefonun tuşlarına saldıran bir kadına rastladım. Kısacık saçları vardı. Zeytine benzeyen gözleri. Sadık Hidâyet olsa “Hurmaya benziyordu gözleri” derdi. Benim de hâtıralarımda siyah Pers hurmaları var. Siyah hurmalar kadar güzel gözleri vardı. Ondan öğrendim zeytini. Ondan öğrendim inciri. Künefe peynirinin sündüğünü ondan öğrendim. Davul fırında pişen patlıcan kebabını…
Karşı odada bir şey konuşulmadı. Kadına baktım sadece. Kısa denilebilecek tırnaklarıyla tuşları çeviriyordu. Bir karşı odadaydım ve aklımdan gelecek geçiyordu. Cesaretimi toplayıp sorular sormaya yeltendim. Sözü karnımda taşıyamayacak kadar gençtim. “Kimi arıyorsun sen?” deyiverdim. Dedi ki: “Sana hesap vermek zorunda değilim ama kocamı arıyorum.” Evli olduğunu öğrendim. Ama boşanma arifesinde. Bu benim için bir umut oldu mu? Oldu. Ama olayların bizi sürükleyeceği yer ya da şey umutsuzluktu. Buna da vardım. Yani Cemal Süreya’nın “Mutsuzluğa da var mısın?”ına cevaben “Varım” dedim.
Hayatın restini gördüm. Konuşmaya başladık. İşletme mezunuymuş. Sonra odaya Gülmisal geldi. Aramızda yıldızlar kadar bir uzaklık olduğunu fark edince, karşı odanın kapısını kapattı. Çıktık; Gülmisal, ben ve o yürümeye başladık. İstiklal Caddesi’nde yürürken onun anlattıklarını dinliyordum. Güya bir serenat yaptım ona. Arkam Gülmisal’e dönüktü. Dönünce Gülmisal’i aradı gözlerim. Dostumuz Gülmisal gitmişti. Yürümeye devam ettik. O evliliğin zorluklarından bahsetti, ben gülümsedim. Akaretler yokuşuna Maçka’dan yürüdük ve yokuşun başında her anlattığına gülen bir dalkavuk muydum yoksa gerçekten aradığını bulmuş bir ermiş mi onu hâlâ bilmiyorum. Akaretlerden aşağı yürüdük. Deniz seviyesine yaklaştığımızda artık her şey bambaşkaydı. Yüklerini boşaltmış, biraz da acıkmıştı. “Eve gitmem gerekiyor” dedi. “Üstümü değiştireceğim.”
Eve gidecektik. Ben korkuyordum. Eve gitmekten, öpüşmekten, sevişmekten korkuyordum. Çünkü korkunç bir acının burgacından geçiyordum. Korkunç, çıkmaz bir sokağın içindeydim. Tespih çekiyordum. Eve gittik. Ben bir koltuğa oturdum. Sallanan koltuktu zannediyorum, döşemesi yeniydi onu fark ettim, iplikler vardı etrafında. O mutfakta üstünü değiştirdi. Tek göz ama yuva hissi veren o ev, ev ütopyalarına inanmama neden oldu. Halıların üstünde yaşayamazdım, halıların üstü sokakların parke taşlarından daha acımasızdı. Halıların üstü asfaltta güneye giden bir Volkswagen’den daha zordu çünkü.
Yengeç burcuymuş. “Cennet, ev ve aşktır” dedi. Bunu daha önce de yazmıştım. Yengecin özelliklerini saydı, ezberledim. Yol boyunca enerjimin ne kadar tükendiğini hissettim. Ama yine de canımdan yiyerek konuşmayı sürdürüyor, gülüyor ve yemek yemeye gidiyorduk. Ortaköy’e gittik. O zaman oralarda pilav üstü nohut ve kuru fasulye yapan bir esnaf lokantası vardı, Mavi. Çok açtı. O kumpanya paralarını çıkardı. Bozukluk… Yemek yedi. Ben açtım fakat param yoktu, utançla “Tokum” dedim. Kendime de “Eve gidince yerim” dedim.
Kıyıya yürüdük. Ama daha önce, kumpanya tiyatrosundan kazandığı paraları esnaf lokantasındaki adama bütünletti. Güleç yüzlü bir esnaf işte. Kasketli, babacan, insani bir esnaf. Esnaf da denemez, bir işçi. İşçilerin karın doyurduğu bir işçi lokantası işletiyordu.
Kıyıda, çocukken balık tutarken denize düştüğümü anlattım. Gece ağaçlıklı cadde boyu eli elime değdi. Onu evine bırakıp evime gittim.
Zorlu macera böyle başladı, halıların üzerinde yaşamaya karar vermenin macerası. Ondan sonra eve inandım, evin korunaklılığına. Ben o yaş dönemine mi, o kronolojime mi, o yaş döngüsünün kronolojisine mi yoksa ona mı âşık oldum bilmiyorum. Aslında biliyorum da itiraf edemiyorum. Doğru olan şu galiba: Ben telefon tuşlarına saldıran o ellerin elime ilk değdiği âna âşığım. Sonrası ikili hayat. Başarma çabası, kapitalizm, var olma, oluş çabası. Para kazanma derdi. Aidiyet. Ev, mutfak, buzdolabı. Alışveriş. Ve tüm bunları başaramayacağım hissi. Gençlik. Gençliğim, hiçbir şeyi başaramayacağım hissiyle doludur. Umutsuzlukla biçimlenmiştir benim gençliğim. Ben şimdi umutsuzluğa âşığım.
Rimbaud asırlar önce “Mutsuzluk tanrımdı benim” demişti. Ben umutsuzluğa âşıktım. Umutsuzluğuma…

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

1 thoughts on “GÖRÜR GÖRMEZ AŞK / Levent Karataş

  1. Özlem Y. Uçak dedi ki:

    Çok güzeldi. Okumak iyi geldi. Nicelerine.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir