KAPAK (56)
Berrin Yelkenbiçer

SALINGER YILIM

Ergenliğin “ergenlik” sözcüğüyle tanımlanmadığı, döneme özgü “değişik, tuhaf, sıra dışı” davranışların arıza diye yorumlanıp gencin “asi” olduğu için yargılandığı, hatalarının kişiliğiymiş gibi genele yayıldığı, pedagoji biliminden son derece uzak sözlü veya fiziksel yaklaşımlarla cezalandırıldığı, yalnız bırakıldığı, yetişkinliğinde bile taşıyacağı travmalara mahkûm edildiği bir dönemde çocukluk ve ergenlik yaşadım. Belki bu yüzden belki de henüz tanımlayamadığım başka sebeplerden, J.D.Salinger’in Fransızca çevirisiyle Gönülçelen ya da İngilizce çevirisiyle Çavdar Tarlasında Çocuklar romanından hiç etkilenmedim.

Ergenliğin hezeyanlarıyla boğuşan ve beyin ön lobunun gelişimi henüz tamamlanmamış isyankâr ve ağzı bozuk Holden Caulfiled karakteri bana gayet sıradan geldi. 1945-1946 yıllarında parça parça, 1951’de tam haliyle yayımlanan roman, dönemi için öncü ve çığır açıcı olabilir ve “asiliğin havalı tarzlarının öğrenilebileceği vazgeçilmez bir el kitabı” olarak tanımlanabilir ama kitabı 2000’lerde okuyan bendenizde, iyi yazılmış ve çok da etkileyici olmayan bir kitap izlenimi bıraktı.
Bu yüzden neden bu kadar çok okunduğunu ve konuşulduğunu, ortamlarda konusu açıldığında üzerine niye iri iri cümleler kurulduğunu çok bayılmadığımı ifade ettiğimde niçin hayretle karşılandığımı hep merak ettim.
Öte yandan yirminci yüzyılda en çok yasaklanan kitap olması ve yayımlandığı yıllarda ABD’de öğrencilerine öneren öğretmenlerin istifa etmek zorunda kalmaları, John Lennon’ı öldürdükten sonra katilin oturup Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okuyor olması ve kitabı “İfadem budur. Holden Caulfield” diye imzalaması, Ronald Reagen’a suikast girişimden bulunan adamın de evinden aynı kitabın çıkmış olması çok etkilenmesem de kitaba olan ilgimi canlı tuttu.
Belki kendime sorduğum sorulara cevap bulurum diye Joanna Rakuff’un aynı adlı otobiyografik romanından uyarlanmış ve 2020 Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan Salinger Yılım karşıma çıkınca hemen oturup izledim.
Film 90’lı yıllarda, New York’ta, duvarında Dylan Thomas, Agahta Christie, Scott Fitzgerald, J.D.Salinger gibi yazarların siyah beyaz fotoğraflarının asılı olduğu bir edebiyat ajansında işe başlayan Joanna Rakoff’un hikâyesini konu ediyor. Edebiyat ajansı, anladığım kadarıyla yazarlarla yayınevleri arasında köprü görevini üstlenip birbirleriyle bağlantıyı sağlıyor.
Joanna rolünde, aynı zamanda Andie Macdowell’in kızı olan, köşeli yüzüyle annesine benzeyen Margaret Qualley var. Margaret aydınlık ifadesi, sakin ve dengeli oyunculuğuyla Joanna’da harikalar yaratıyor.
Joanna şair olmak istiyor. Salinger’ı da temsil eden ajansta büyük bir hevesle işe başlıyor ama çok geçmeden görevinin patronu Margaret’ın sekreterliğinden öteye gitmediğini fark ediyor. Çalışanlarına ve yazarlarına mesafeli, teknolojiye karşı ön yargılı Margeret’ı şahane Sigourney Waever canlandırıyor.
Internet ve elektronik posta gibi uygulamalar o yıllarda henüz olmadığı için okurlar hayran oldukları yazarlara mektup yazıp postayla yolluyorlar. Joanna’nın görevi, okur mektuplarını kesinlikle cevaplamayan Salinger’ın okurlarına, yine yazarın hazırlayıp örnek olarak ajansa verdiği cevap mektuplarını çoğaltıp postalamak. Yaptığı işten hiç tatmin olmayan ve hayal kırıklığı yaşayan Joanna bir süre sonra kendi cevaplarını da mektuplara eklemeye başlıyor.
Ajansı telefonla arayan Salinger’la konuşuyor. Hiç de düşündüğü gibi çıkmayan yazarı kaba ama komik buluyor. Aralarında Joanna’yı heyecanlandıran bir dostluk gelişiyor. Ona şair olmak istediğini anlatıyor. “Şiir ruhun gıdasıdır” diyor Salinger ve her gün yazmanın çok önemli olduğunu belirtiyor.
Filmde iyi edebiyatın etkili bir afrodizyak olduğuna, yazar olabilmek için eğlenme tekliflerine hayır diyebilmenin, annenin babanın bile senden nefret etmesini göze alabilmenin, yazmayı bir erkek arkadaş ya da havalı bir işten daha çok sevebilmenin gerekli olduğuna dair güzel sohbetler dönüyor.
Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının ilk iki baskısının arka kapağında Salinger’ın siyah-beyaz bir fotoğrafı varmış ama kitabın ve kendisinin ünü artıp hayranlarının ilgisi ürkütücü boyutlara varınca, fotoğraflarının kaldırılmasını istemiş ve münzevi bir hayata çekilmiş.
Gerçi bu popülaritesinin iyice artmasına sebep olmuş ama münzevi hayat tercihine sadık kalınarak filmde Salinger seyirciye neredeyse hiç gösterilmiyor. Telefonda sesini duyuyoruz ya da bir yayınevi sahibiyle görüştüğü sahnelerde bir sütunun arkasında oturuşunu, sırtı dönük yürüyerek uzaklaşmasını izliyoruz.
Salinger’a büyük hayranlık besleyip mektup gönderen okurlarla, onlara cevap yazan Joanna’nın hayalinde tanışıyoruz. Salinger’ın aksine Kurt Vonnegut’ın okur mektuplarını her zaman cevapladığını öğreniyoruz.
Olaylar Salinger etrafında şekillenirken asıl hikâye Joanna’nın hayallerinin peşine düşüp şiirlerini The New Yorker dergisine götürmeye cesaret etmesine doğru yol alıyor.
Yahudi asıllı Jerome David Salinger, David yerine kökenini daha az vurgulayan Jerry ismini kullanmış. İkinci Dünya Savaşı’na katılıp on bir ay Berlin’de kalmış. Askerliği bittikten sonra bir akıl hastanesinde tedavi görmüş.
“Ne kadar yaşarsan yaşa, yanan etin kokusunu burnundan hiçbir zaman tam olarak sökemiyorsun!” cümlesi Yahudi kökenli, Amerikalı bir asker olarak savaştan çok etkilenip sonrasında tedaviye ihtiyaç duymasını açıklıyor.
Hastaneden çıkınca Holden’ın anlatıcılığını yaptığı I am Crazy adlı öyküyü yazmış ve Çavdar Tarlasında Çocuklar’a ilk adımını atmış.
Gençliğinde iyi bir öğrenci değilmiş, hatta derslerinden kaldığı için okuldan bile atılmış. “Çocukluğum o kitaptaki oğlanınkine çok benzer geçti, insanlara bundan bahsetmek büyük bir ferahlama getirdi” diyerek romanın otobiyografik olduğunu belirtmiş.
Bu bilgileri edinip filmi de izledikten sonra roman hakkındaki fikrim değişmedi ama yazara duygusal yakınlığım arttı ve o “ferahlama” duygusunu çok iyi anladım.
Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün isimli öyküsünün haklarını satın almak isteyen Brigitte Bardot’ya bile olumsuz yanıt verdiğini öğrendiğimde ise kararlı duruşuna şapka çıkardım.
İyi bir yazar ve iyi yazmak üzerine iyi bir film izlemek isterseniz Salinger Yılım’a gönül rahatlığıyla dalabilirsiniz.

Yazarımızın diğer yazılarını okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

        

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir