Deryaerkenci.com
Lokman Baybars

ADRIAN LYNE’İN 'DERİN SULAR'I

İzleyici küçük bir pastadaki en parlak mum olmayabilir. Fakat her izleyici az çok zekidir, ışıklarıyla dalga geçilmez. 

Yirmi yıldır suskun olan yönetmen Adrian Lyne’in 2022 yapımı Derin Sular (Deep Water) filminde başrolleri Ben Affleck, Ana de Armas, Tracy Letts ve Grace Jenkins paylaşıyor. Psikolojik-gerilim türündeki filmin senaryosu Zach Helm ve Sam Levinson’a ait.

 

İnsanlar salyangozları kıyıp da yiyemez ama insanları kolayca öldürebilirler. Çünkü Vic (Ben Affleckk) genç karısının yaramazlıklarına katlanamaz olmuştur. Vic tam İncil teması bir erkektir. Günahı sevmez ama “günahkârı” sever.
Orta Doğu toplumlarında kadının bedeninin kontrolü erkeğin görüş optiğinin dışına çıkamaz. Kadın da bu optik tarafından sürekli olarak gözetlendiğinin bilgisine sahiptir. Kadın, kendine bakılıp bakılmadığını bilmese de her an izlendiğinden, izlenebileceğinden emindir. Bu izlenme erkeğin iktidarının otomatik işleyişini sağlamakla kalmayıp kadın bedeni üzerindeki iktidarını bireysel olmaktan çıkardığı gibi onun toplumdaki yerini de betimler.
Erkeğin iktidar dairesindeki her kadın bu gözetlenme hücresinde kendine yer bulur. Kadın bedeninin denetimi, namus ve aile kavramlarıyla ifade edilerek otomatik olarak işleyen bir düzenek vasıtasıyla sağlanmaktadır. Kadınların sayısı çok olsa da gözetimde herhangi bir aksama olmayacaktır. Herhangi bir aksamaya neden olan kadın, geleneklerin erkeğe verdiği erkle terbiye edilir. Bu erk, töre – din gibi kurgulanmış iki boyuttan meydana gelir. Bu kurgu, kadını merkezi bir bakışla denetim altına almak için oldukça kullanışlı ve düşük maliyetlidir. Özetle, töre – din kurgusu erkek iktidarının siyasal iktidardaki gücünün tuhaf bir türdeşliğidir.
Deep Water da bu bağlamda tuhaf bir öğüt veren film.
Zihinsel olarak gerçeklikten kopmuş biri tarafından zulme uğrayanların ne kadar çaresiz olduğunu sert bir şekilde gösteriyor Derin Sular. Doğrudan şiddetin ötesinde, kocaya atfedilen ve onura saldıran her şeyin, bir erkeği “öldürmek” de dâhil olmak üzere her türlü çaresizliğe sürüklenen sapkın bir evliliğin şehvetli hikâyesi.
Yaşlı zengin bir adam, daha genç, ganimet gibi elde edilmiş bir kadın ve bir sürü manipülasyon… Evli bir adamın, karısının nemfomanik aldatma eylemlerinin ortasındaki güvensizliğini vurgulayan gerilim dolu bir dram.  Filmin senaryosu, izleyicisine iç içe geçmiş konular ve bükülmeler açısından çok çeşitli sevgi, öfke, nefret, hayal kırıklığı, üzüntü ve empati sunuyor.
Hollywood bu tür aile içi toksiteyi sıcak ve seksi bir şekilde izleyicisine sunarken Adrian Lyne daha töresel davranıp böyle bir yaşam tazının eleştirisini yapıyor.
Filmin hikâyesi sanki şu öğüdü vermek için yazılmış gibi; küfürlü ve zehirli evlilikler, toplumda yanlış olan şeylerdir. Bu tür yaşantılar hiçbir şekilde ateşli ya da seksi değildir. Zihinsel olarak yeterince gelişmemiş fakat kariyerli yetişkinlerin nasıl bir bataklığa düşebileceklerini gösteren bu idealist yapım, ilişkinin tabularına ve ham duygusuna, genellikle ilişki bittikten sonra ortaya çıkan duygusal “rollercoaster”a değiniyor. Daha Türkçesi; seks keyiflidir, fakat oyuncuları sürekli değişen bir oyun da değildir.
Filmin öncülü, birlikteliklerinde bazı sorunlar yaşıyor gibi görünen evli bir çiftle açılıyor; gerilim var. Filmde tatmin olmayan ve görünüşe göre hayatında biraz heyecan arayan bir kadının öyküsü canlandırılıyor. Genç kadın bir sürü erkekle flört ediyor. Evlilik dışı ilişkileriyle sadece kocası ve akranları karşısında gösteriş yapmakla kalmıyor, bunu tamamen haklı hissederek yapıyor. Kadın, kocasına çocuk sahibi olmanın kendi fikri olmadığını bile söylüyor. Kadının bu flörtöz davranışlarında kocasıyla karşılıklı bir rıza olmadığını daha öykünün ilk başında izleyici fark ediyor.
Kocanın film boyunca yansıttığı, kaynayan öfkesi aşikâr.
Şunu da belirtmekte fayda var, arkadaşları onların ilişki dinamiklerini ve kocanın biraz tuhaf davranışlarını fark ediyor, ancak bu onlar için gerçek bir endişeye neden olmuyor. Bu durum da senaryonun zayıflığını gösteriyor. Ortada cinayetler var ve diğer bireyler aileye karşı oldukça rahatlar.
Filmde en başarılı bulduğum bölümler; küçük kız ile bir kaç cinayetin gerilimini yaşayan babanın konuşmalarında geçen diyaloglar ve su altı kamera açılarıyla desteklenen küvet sahnesiyle ergenlik öncesi bir çocuğun ebeveynlerin hastalıklı dünyalarına dâhil edildiği sahneler. Küçük kızın, annesinin evden ayrılmak için hazırladığı bavulu evin havuzuna attığı sahne de oldukça metaforik. Çocuğun, annesinin kirli çamaşırlarını havuza atarak aileyi kurtarması…
Belirgin hatalar var; nasıl oluyor da hiç anne gibi durmayan toy bir kadın (Ana de Armas yanlış bir seçim) on iki yaşında çok olgun bir kız çocuğuna sahip ve bu güzel kadın neden böyle bir erkekle evli? Senaryoda bu öyküye hiç dokunulmamış olması da film halı altına sürüklüyor. Diğer bir sorun da, polisin kocayı çevreleyen iddiaları derinlemesine araştırmaması.
Film boyunca akıl oyunları (çok basit oyunlardır bunlar) yorucu hale geliyor. Çiftin gerçekten ayrılmaları ve evliliğin kargaşasından kurtulmaları gerekirken birbirlerine katlanmaları -çok açık olarak ifade edilmese de- tamamen ekonomik ortaklıkla ilgili. Genç kadının olgunlaşmamış olarak gösterilmesi, evde bir çocuk olmasına rağmen kadının çok sayıda erkeği eve getirmesi, inanılmaz derecede pervasız olması da filmi senaryo öyküsü açısından eleştiriye açık hale getiriyor.
Yine de nefret, öfke ve üzüntü gibi ham duyguları, zihinsel ıstırabı büyük bir lağım çukurunda toplayan izlenebilir bir psikolojik gerilim filmi Derin Sular.
Doğru ile yanlışın baştan çıkarıcı duygusal çatışmaları çok iyi tasvir edilmiş. Âşık olmayan ama yollarını da ayıramayan bir çift var. Kadın boşanmak istiyor ama Ben Affleck’in canlandırdığı zalim koca, kızının iyiliği için karısının sevgisiz bir evliliğin içinde kalmasını istiyor. Genç kadın da bekârken yaşayabileceği serbest zamanlı bütün ilişkileri kocasının önünde, evinde –bazen arabasında- yaşıyor. Adam, karısının bu erotize edilmiş saldırganlığının hıncını onun sevgililerinden çıkarmadan önce oldukça zarif bir sessizliğe bürünüyor. Koca, bu gizil, pasif agresif tavrını baştan sona korumasına rağmen yine de sevecen baba rolüne oldukça sorunsuz bir şekilde geri dönse de bunun pek sağlıklı bir mental durum olmadığı, karısının bütün sevgililerini öldürmesiyle açığa çıkıyor.
Cinayetler nasıl oluyor da bir aileyi koruyor?
Seksen bir yaşındaki yönetmen Adrian Lyne’in böyle duygu durumlarına takıntısı mı var? İnsanlara cinayet öğütleri vermekten ne zaman vaz geçecek? Cinayet nasıl oluyor da bir aileye saadeti getiriyor? Ölümcül Cazibe (1987) ve Sadakatsiz (2002) filmlerinde de “mutlu aile”nin kurtuluşu cinayetlerle sağlanıyordu. Derin Sular’ın jeneriği de (Sadakatsiz de benzer bir sahneyle bitiyordu) oldukça rahatsız edici. Son sevgilisinin kimliğini yakan nemfomanik bir kadın ve hemen yanı başında arabayı kullanan, karısı için kim bilir kaç kişi öldürdüğü bilinmeyen (yok yere ölen Don Wilson’u da hesaba katalım) bir baba ve arka koltukta keyifle şarkı söyleyen çocuktan mürekkep bir aile…
Yönetmenin çocukluğunu merak etmiyor değilim.
Erkeklere “Öfkenizi eşinize şefkat olarak gösterin, o öfkenizi eşinizin flörtlerine de mükemmel bir kontrolle yansıtın-öldürün” diyen bu yaşlı yönetmenin ne yapmak istediğini hala anlamış da değilim. En başta da belirttiğim gibi, izleyici küçük bir pastadaki en parlak mum olmayabilir. Fakat her izleyici az çok zekidir, ışıklarıyla dalga geçilmez.
Sinema bir sanat dalıdır. Amacı kendidir. Bir öğüt, bir propaganda aracı olamaz. Bir erkek, nasıl bir kadınla evlenmeliyim, sorusunun cevabını sinema salonlarında aramaz.
Seks yıkıcı olabilir mi?
Bunun cevabı çok akademik olabilir ama sanatta böyle cevap bulunmaz. Sanatta cevap olmaz, sanat sadece müthiş güzeldir. Üç erkeğin (Adrian Lyne , Zach Helm ve Sam Levinson) senaryosuna bakılarak kadınlar da anlaşılmaz. Üstelik bu filmin uyarlandığı roman, kadınların evlilik kurumunu nasıl kontrol altında tuttuklarını dramatize ediyor, ancak bu üç erkek, romanın mesajını tersine çevirmeye çalışmışlar.
Adrian Lyne, 2002 tarihli Sadakatsiz‘den sonra Derin Sular’a kadar hiç film çekmedi. Arka Yollar adlı bir kitap yazdı. Bol cinayetli, töresel bir filmin ortaya çıkması da yönetmenin gittikçe radikalleştiğini gösteriyor.
Bu aşırı erotik filmin senaryosunun esin kaynağı Patricia Highsmith’in Derin Sular adındaki olgunluk dönemi romanı. Filmi izleme nedenim Patricia Highsmith’e olan tutkumdu.

Yazarımızın yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir