KAPAK (40)
Dicle Erkenci

“BUGÜN ASLINDA DÜNDÜ”

*Bu yazı spoiler içermektedir.

Bugün Aslında Dündü ya da orijinal adıyla Groundhog Day, 1993 yılında gösterime girmiş ve artık klasik olmuş önemli filmlerden biri. Hak edilmiş bir beğeniyle, her yıl yapılan ‘bütün zamanların en iyi filmleri’ listelerinde kendine yer bulmayı sürdürüyor. Harold Ramis’in yönettiği filmin senaryosu yine Ramis ve Danny Rubin’e ait. Başrollerde Bill Murray, Andie MacDowell ve Chris Elliott var. Fantastik öğeler içeren, felsefi unsurlarla örülü ama izlemesi bir o kadar kolay olan bir romantik komedi. Böylesine zorlu bir bileşimi başarıyla gerçekleştirebilmiş, kesinlikle türler üstü, kült bir film.

Film adını, Kuzey Amerika ve Kanada’da 16. Yüzyıldan beridir sürdüğü iddia edilen bir gelenekten alıyor.1 Olay Batı Pensilvanya’daki Punxsutawney kasabasında, Phil adlı bir dağ sıçanı2 üzerine odaklanan efsaneye dayanıyor. Buna göre hayvan, her yıl 2 Şubat günü ininden çıkıyor ve gölgesini görüp yuvasına çekilirse, kış mevsiminin altı hafta daha devam edeceğine inanılıyor.
Filmin başında, kibirli bir yapı sergileyen hava durumu sunucusu Phil Connors (Bill Murray) televizyon programında o yıl kar fırtınasının olmayacağı tahmininde bulunur.
Akabinde çok gönülsüz bir şekilde yapımcısı ve kameramanı ile birlikte Punxsutawney kasabasına giderler. Bir an önce haberi çekip dönmek istemektedir. Ancak tahminin aksine kar fırtınası bölgeyi vurur, yollar kapanır ve tüm telefon hatları da kesilir. Böylece geceyi o küçük kasabada geçirmek durumunda kalırlar. Ertesi sabah Phil yine aynı saatte radyoda çalan I Got You Babe şarkısıyla ve radyo spikerinin o özel güne dair esprileriyle uyanır. Phil ne yaparsa yapsın bundan sonraki sabahlarda hep aynı güne hep aynı şekilde uyanacaktır. Ta ki…
Filmin ikna gücü de, büyüsü de bu gizemi herhangi bir şekilde herhangi bir mantığa oturtmaya çalışmamasından kaynaklanıyor.
Ne bir büyü var ne başka bir tetikleyici. Film burada düpedüz metaforun gücünü kullanıyor. Bu metafor elbette çok farklı şekillerde yorumlanabilir.3 Ayrıca filmle ilgili oyunculuklar, karakterler, yönetmenlik ve yapım üzerine de çok şey söylenebilir. Bu yazıda daha çok hikâyeye, hikâyenin işleniş biçimine ve içerdiği mesajlara odaklanacağız; yani genel olarak bir insan yaşamının ve çok temel olarak insan olma serüveninin mükemmel temsilinin izlerini süreceğiz.
İnsanın yaşamı da nasıl başladığı, nasıl biteceği ve anlamı düşünülünce benzer gizemler içeriyor.
Phil’in o biricik gün içinde yaşadığı yüzlerce, binlerce, belki on binlerce deneyim hayatlarımızdaki varoluş çabalarımızı -vazgeçişlerimizi, hatalarımızı, yanlışlarımızı da içerecek şekilde- çağrıştırıyor. Böyle bakınca pek çoğumuz aslında Phil Connors’un temsili bir şekilde içinde sıkışıp kaldığı o 24 saate benzer yaşamlar yaşamıyor muyuz? Filmde Phil’in bir bowling salonunda arkadaş olduğu iki adama kendi gizemli durumunu anlattığı sahnede, adamlardan birinin bunun tam da kendi hayatı olduğunu söylemesi nasıl da manidar.
Filmin başında etrafındakileri sürekli küçümseyen bir Phil ile tanışırız.
Groundhog Day festivalini aptalca bulduğu ortadadır. Etrafındakilere sürekli olarak gelecekte daha büyük ve daha iyi işlere geçmekten bahsedip durur. Pek çoğumuz gibi o da gelecek için yaşamaktadır. Gelecek yıllardaki başarı hayallerine Phil kendini o kadar kaptırmıştır ki içinde bulunduğu zamanın çabuk geçmesini ister bir haldedir. Sonuç olarak da ‘şimdiki zamanda’ süregelen hayatını yaşayamaz.
O gizemli zaman döngüsünün içine sıkıştığında artık gelecek de yok olmuştur.
“Ya yarın gelmezse?” der konuştuğu insanlara. Elbette ilk etapta bundan kaçmak için çabalar, o küçük kasabadan ve o ‘saçma’ festivalden. Ancak ne yaparsa yapsın, kaçınılmaz olarak, bu durumdan kurtulmak için yapabileceği hiçbir şey olmadığının farkına varır. Görkemli bir gelecek tasarlarken yarınları elinden alınmıştır.
Artık tek sahip olduğu şimdiki zamandır, hem de tekrar ve tekrar…
Hemen tüm arzuların tatminine bırakır kendini. Sınırsızca yemek yiyerek ve içerek, tüm bedensel zevkleri kovalayarak, banka soyarak, kasabada ortalığı karıştırarak ve polisleri peşinden sürükleyerek geçirdiği, durmadan hazların peşinden koştuğu bir sürece girer. Ancak bir yerden sonra bunların da anlamsız olduğunu idrak etmeye başlar. Bu idrak, yapımcısı Rita’yı (Andie MacDowell) baştan çıkarma girişimlerinin başarısız olmasıyla daha da artar. Ona gerçekten çok ilgi duyar ve yaşadığı her ‘aynı’ günde, Rita ile ilgili ayrıntıları öğrenerek onunla ilişki kurmak konusunda oldukça ilerler.
Ancak ne yaparsa yapsın, hep aynı gecenin sonunda Rita bir şekilde onun gerçek yüzünü görür ve yanından ayrılır.
Tokat üzerine tokat yediği finaller yaşanır. Bir türlü geceyi birlikte geçiremezler. Hatta Rita, böylesine mükemmel bir gün nasıl olabilir diye sorduğunda “çok çalışırsan olabilir” der Phil. Ama “çok çalışmak”, Rita’nın sevdiği ve sevmediği her şeyi öğrenme ve onu elde etme stratejisinin başarısı için yeterli olmaz. Phil aynı Phil’dir.
Ardından oldukça uzun bir umutsuzluk dönemine girer. Agresif davranışlar içindedir. Yataktan kalkmak istemediği, uyanır uyanmaz saati parçaladığı, gün boyu pijamayla dolaştığı bir süreç yaşar. Bir noktada kendisiyle aynı adı taşıyan dağ sıçanı Phil’i de kaçırıp intihar eder. Bunun üzerine çeşitli yollardan intiharlar gerçekleştirir. Bir türlü ölemez. Bu belki de kibrinin ve de egosunun verdiği son sınavdır. Kendini beğenmişliğinin hiçbir anlam ifade etmediği gerçeğiyle yüzleşince, hayatın da anlamsız olduğuna karar verir. Ancak yine ve yine hep 2 Şubat sabahına uyanır.
Böylece varoluş, hayatın anlamına dair yeni bir dönemece girer.
Nihayet Rita’ya içinde bulunduğu durumu ayrıntılarıyla anlatmaya başlar, yaşanan o gün içerisindeki her şeyi bildiğini teker teker ispat ederek. Çünkü Rita’nın ona inanmasını ve aslında onu sevmesini istemektedir. Orada, o günde, o kadar çok vakit geçirmiştir ki insanları tanımaya, onların hikâyelerini öğrenmeye başlamıştır. Kasabadaki insanlar ve Rita ile ilgili öğrendiği her şeyi anlatır. Restoranda 5 saniye içinde bardakların kırılacağından kameramanın az sonra gelip kelimesi kelimesine ne diyeceğine kadar her şeyi bildiğini ispat eder. Rita şaşkınlıkla bunu nasıl yaptığını sorar. O da her gün, aynı güne, tekrar tekrar uyandığını ve ne yaparsa yapsın bunu değiştirmek için elinden bir şey gelmediğini söyler.
Tam bu noktada, dağ sıçanı Phil’in filme sembolik olarak büyük katkısı olduğunu da ekleyelim.
Hatırlayalım, dağ sıçanı Phil yuvasından çıkıp kendi gölgesini gördüğünde kış devam edecektir. Bu da Jung’un4 gölge arketipini5 epeyce çağrıştırıyor. Filmdeki soğuk, kar fırtınası ve grilik vurgusu da aslında bunu çok tamamlayan bir temsile sahip. Phil Connors’un sürekli kaçmaya çalıştığı ama sürekli olarak yaşamda görüp burun kıvırdığı, küçümsediği şeylerin bir temsili. Kamyonetle dağ sıçanını kaçırıp intihara kalkıştığı sahne de böylece daha bir anlam kazanır.
Rita o gün böylesi bir durumun Phil’in düşündüğü gibi bir lanet olmayabileceğini söyler.
Phil ise onu iyimser bulur. O gün Rita ilk kez kendi isteğiyle onunla kalır ve neler olacağına bakmak ister. Filmin, dolayısıyla Phil’in kısırdöngüsünün de kırılma noktasıdır bu. Phil kendinde dışladığı iyimserliği ile temas etmeye başlamıştır. Rita yatağında uyuklarken onu ilk gördüğünde içinde bir şeylerin canlandığını itiraf eder, bununla birlikte bu haliyle kendisinin de ona layık olmadığı gerçeğini kabullenir. Ama eğer bir gün gerçekleşirse onu hayatı boyunca seveceğine emin olduğunu mırıldanır. Bu içinde canlılık ve sevgiyle de bağlandığı önemli bir dönüm noktasıdır.
Sonunda Phil, zaman döngüsünün koşulları tarafından hayatına gerçekten neyin değer kattığını bulmaya ve gerçekten anlamı olanın peşine düşmeye zorlandığı için ‘daha iyiye’ doğru değişmeye başlar.
Bu da kendi kusurlarıyla yüzleşerek ve gölgeye ittiği taraflarıyla bütünleşerek gerçekleşir. Dikkati, kendinden dış dünyaya çevrilmiştir. İnsanlarla sahiden ilgilenmeye ve bağ kurmaya çalışır. Başkalarına cömert bir şekilde yardım etmeyi öğrenir. Evsiz bir adama ne kadar yardım ederse etsin ölümüne engel olamadığını görünce bazen ne kadar çabalasa da kontrol edemediği şeyler olduğunu kabullenir.
Bir yandan okumaya başlar, piyano çalmayı ve buzdan heykeller yapmayı öğrenir. Tüm bu deneyimler onu çok daha iyi bir Phil’e dönüştürür. İşlerin nasıl olması gerektiğine dair kendine dönük enerjisi resmen açığa çıkmış ve kişisel bir çekim alanı oluşturmuştur.
Son kez yaşanan 2 Şubat gününde, oldukça farklı bir Phil görürüz.
Adeta Rita’nın hayallerinde ‘mükemmel adam’ olarak tasvir ettiği kişidir bu. Phil o gün sabahında haberi çok başka bir şekilde sunar, hatta bir alıntıyla Çehov’a gönderme bile yapar:
“Çehov uzun kışı gördüğünde, kasvetli, karanlık ve ümitsiz bir kış gördü. Yine de kışın yaşam döngüsündeki bir başka adım olduğunu biliyoruz. Ama burada, Punxsutawney halkının arasında dururken ve onların kalplerinin ve ocaklarının sıcaklığının tadını çıkarırken, uzun ve parlak bir kıştan daha iyi bir kader düşünemezdim.”
Gün içinde tüm bu sözlerinin içeriğini davranışlarıyla da samimiyetle sergiler. Nihayet Rita ondan gerçek anlamda hoşlanır, o gece onunla kalır.
Bu büyük dönüşüm gerçekleşir gerçekleşmez 3 Şubat sabahına birlikte uyanırlar. Bugün artık yarındır. Başta sevmediği, bir an önce kaçıp gitmek istediği o kasabada kalıp orada yaşamayı isteyecek kadar büyük, gerçek ve içten bir değişim geçirmiştir.
Film, bir insanın kendinde gerçekleştirdiği değişim sayesinde –hem de dışarıda hiçbir şey değişmez, ısrarla aynı kalırken bile- tüm yaşam deneyimini nasıl farklı kıldığını ve hatta insanları, dünyayı etkileyecek boyuta nasıl ulaşabildiğini hiç didaktik olmayan bir yerden muazzam bir şekilde veriyor.
Burada insanın kendisini her parçasıyla sevmesi, kabul etmesi ile ivmelenen bir süreç var. Bu kabul ancak insanın dışlamaya çalıştığı kendi karanlığıyla yüzleşmesi ve yaşam döngüsünün kışını tüm acısı ve belirsizliği ile kucaklamasıyla mümkün görünüyor.
İnsanlarla sahici bağlar kurmanın, dünyaya merakla ve ilgiyle bakmanın, sevginin dönüştürücü gücünü bize hatırlatıyor.
Kendini merkeze alan bir varoluşla ve ‘büyük gelecek’ iddialarıyla kibirli bir şekilde yaşamaktansa, insanın her gün yapabileceği küçük şeyleri becererek, tekrarlarla sürekli öğrenerek ve gelişerek yol alabileceğini, büyümeyi, olgunlaşmayı çok güzel bir şekilde gösteriyor.
Yaşamın doğasını ve insanın kendini değiştirme potansiyelini böylesine güçlü ve tertemiz bir şekilde anlatabilmesi, filmi herkesin tekrar tekrar bıkmadan izleyip zevk alabileceği bir komedi olmanın ötesine taşıyor. Hikâyenin gücü, onu aynı zamanda bir sanat filmi kategorisine yükseltiyor.

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir