“NAKED” PİKARESK BİR FİLM ANALİZİ
“Büyüleyen bir çirkinlik.
Hiç kimsenin geleceği bir partinin programıyla belirlenmemeli.
Hayatının en mutlu anını çoktan yaşamış olabilirsin.
Ve hastalık ve ölümden başka dört gözle bekleyecek bir şeyin yok.”
Kâbus gibi ikonoklazmik, boğulurken gülüyorsun.”
Mike Leigh’in yazıp yönettiği 1993 tarihli Naked üzerine epey konuşulmuş yazıp çizilmiş filmlerden. Londra’nın her yerinde dolaşan, yabancıları baştan çıkaran, şiddete düşkün, aşağılık, alaycı ve insan düşmanı, retorik kusan, cinsel açıdan rastgele bir Manchester aylağının düşük derinlikli portresinin anlatımı.
Kahramanımız, kapalı bir mekânda kalamayacak kadar sabırsız bir serseri, Manchester’dan Johnny. Oldukça zeki, kaba bir şekilde kendini ifade eden, muhtemelen klasik bir romantik kinik vakası ve kesinlikle hayatı ölümcül bir şekilde kötüye giden bir adam. Hiç kimseyi, en azından kendisini sevmiyor ve kadınlardan, erkeklerden hoşlanmıyor. Ruh halinde kadın düşmanlığı hâkim; tekrar edip duran cinsel şiddetin yakışıklı sahibi, tam bir bireysel kâbus. Kirli sakalı ve hastalıklı keskin bir öksürüğü olan bu kızıl saçlı adam, bir deri bir kemik. Kadınları fiziksel ve sözlü olarak döven, kabarcıklı, aşındırıcı diliyle yakınında bulunan herkese saldıran acımasız bir kadın düşmanı. Temasa geçtiği insanların çoğundan daha zeki olan Johnny, kelimeler konusunda becerikli de.
Johnny, Londra’ya vardığında eski kız arkadaşı Louise’in (Lesley Sharp) dairesine gider. Louise iştedir fakat delirmek üzere olan, kimsesiz oda arkadaşı Sophie (Katrin Cartlidge) evde yalnızdır. Johnny can sıkıntısı ve kinin birleşimiyle sırf zaman geçirmek için onu baştan çıkarır. Onun diğer bir ağır kurbanı da Sophie olur. Johnny hem Sophie hem de Louise’yi sözlü aşağılamaktan, bu iki kıza gösterişli bir şekilde alaycı davranmaktan, herkese karşı sert öfkesinin insanlara asit banyosu gibi püskürtülmesine izin vermekten zevk alır.
Filmde Johnny’yi, Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülünü isteseniz de geri çeviremeyeceğiniz kadar sapkın bir performansla kazanan David Thewlis canlandırıyor.
Sinematografik türler, belli bir gerçeklik evrenine özgü çirkinlikleri hem biçimsel hem de içerik olarak değişikliğe uğratarak ya da dönüştürerek yansıttıklarında, yani sanatsal niteliğe sahip bir güzellik ya da çirkinlik kavramı içine oturtulduklarında insanın ruhsal yapısını daha derinden etkileyebilmektedirler. Başta da söylendiği gibi, güzelliğin çirkinlik olmadan kavranması zor göründüğünden, bu tür filmlerde çirkinlik ve güzellik karşılıklı olarak birbirlerini içermekte ve birbirlerine hizmet etmektedirler. Görünüşe göre bütün bu süreçten kazançlı çıkabilecek biri varsa o da anlatılan ya da gösterilenlerden kendince ders çıkaracak izleyicidir. Sinema toplumsal yaşamı değiştiremez ama insanlara değişik ve düşsel toplumsal yaşam örnekleri sunabilir. Bu da dünyanın değişmesine kendince bir katkıda bulunma anlamına gelebilir.
Filmlerde özgürlük, çekiciliğin aldığı biçimlerden biridir.
Yolun sonundaki korku, her kötü sokağın sonundaki umut parıltısıdır. Kahramanların kazanmak ya da korumak için savaştığı, savunurken beklenmedik bir şekilde dile getirdikleri şeydir özgürlük. Kısacası, güzel insanlar tarafından değer verilen güzel bir şeydir. Ya da öyleydi, ta ki bir sokak insanı Johnny İngiliz yazar-yönetmen Mike Leigh’in aklına gelene kadar.
Johnny’nin vahşi öfke maskesinin çatlaklarından sıyrılırken tekin olmayan, avlanan bir bakış, empati parıltıları ve hatta kendini tanıması hemen fark edilebilir. Zekâsı, kitaplara olan sevgisi iyi okunduğunda adeta günümüze yakın bir Nietzsche’dir.
Johnny Londra’da insanlara nihilizmi empoze ederek dolaşır. Louise’in uyuşturulmuş oda arkadaşıyla gelişigüzel taciz edici seks yapar. Bir gece bekçisi tarafından soğuktan kurtarılan adam, satanizme ve doğaüstü şeylere değinen çılgın, merak uyandıracak kadar bilgili bir monologla adamı sersemletir. Sırayla kibirli ve kendine acıyan, psikolojik olarak zarar görmüş diğer iki kadına tehditkâr bir şekilde müdahale ederken, isimsiz haydutlar tarafından dövülürken, kendini Louise’e geri sürüklerken, daha fazla kaosa neden olurken ve en son hip-hop yaparken görüldüğü için, öfkesinin belli bir kasvetli zekâya sahip olduğu fark edilebilir. Yolu, kötü şekilde burkulmuş bir ayak bileğini tercih eder ve daima daha fazla belaya doğru gider.
Johnny’nin boş bir binayı koruyan ve kendisinin oto didaktik ruh halini paylaşan gece bekçisi Brian’la (Peter Wight) karşılaştığı sahne, Çıplak’ın en uzun sekanslarından biridir. Geçmişin, şimdinin ve geleceğin felsefi doğasına dair tartışmalar devam ederken, Johnny’nin boğazı kabarır ve “Kimsenin geleceği yok. Parti bitti, dağılıyor” diye seslenir.
Naked’i bu kadar kışkırtıcı yapan şeylerden biri, yüzeyin altından akan ve dile getirilmeyen toplumsal bilincin karmaşık ipliğidir. Johnny’nin öfkesi kişisel olmaktan öte, kaçınılmaz olarak İngiltere’nin başıboş alt sınıflarının hayal kırıklığını ifade eder. Yetenekleri boşa giden bu insanlar, ganimet toplamaya çalışırken hem kelimenin tam anlamıyla hem de mecazi olarak soğukta bırakılmışlardır.
Çıplak’ın peşinde olduğu şey; hayatın inceliklerinin aydınlatılması, nadiren bu kadar tutkuyla keşfedilen, insanların göründüklerinden daha iyi olduğu, niteliklerinin birbirini beslediği, iyinin iyi olduğu şeklindeki bariz gerçeğin detaylandırılmasıdır. Film kötüden ve kötülükten ayrılmaz. Kapanıştaki Johnny, açılışta deneyimlediğimizden soyut ama tamamen farklı hissettirir. Gerçeğe bu tür bir çift mercekle bakmamızı sağlayan film, üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen tekinsiz etkileyiciliğini sürdürmektedir.
Yazarımızın diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.