KAPAK (8)
Sedef Ergürbüz

BENİM ADIM ZEBERCET

 

Yusuf Atılgan’ın “Çok karanlık şeyler yazıyorum herkes şaşıracak” diyerek haber ettiği Anayurt Oteli romanı hiç şüphe yok ki Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri. Ömer Kavur’un çektiği aynı adlı film, 1987 İstanbul Film Festivali’nde En İyi Türk Filmi, 1987 Nantes Film Festivali’nde Büyük Ödül, 1987 Antalya Film Festivali’nde En İyi İkinci Film, En İyi Yönetmen; 1987 Valencia Film Festivali’nde Bronz Ödül, 1988 Venedik Film Festivali’nde ise FIPRESCI Ödülü kazandı.

Kitabın ve filmin analizleri toplumsal, psikolojik, simgesel, kentsel, varoluşçu, anlatım yöntemi açılarından zaman içinde pek çok kez yapıldı. Berna Moran’ın Aylak Adam’dan Anayurt Oteli’ne başlıklı metni, Nurdan Gürbilek’in Mağdurun Dili adlı çalışması, Murat Belge’nin incelemesi bunlara örnek olarak verilebilir.
Tarihte Bugün Sayfalarında Biz Yokuz
Hem romanda hem de filmde tarihler çok önemli bir yer tutuyor.  Otel, Tanzimat Fermanı’nın okunduğu 1839 yılında, Keçecizade Malik Ağa tarafından konak olarak inşa ettirilmiş, Kurtuluş Savaşı biterken 1922’de Yunanlıların Manisa’yı terk ederken şehri yakmalarının ardından Keçecilerin İzmir’e yerleşmesiyle otele çevrilmiş. Asıl mesleği nüfus kâtipliği olan Zebercet’in babası Ahmet Efendi, Keçecizadeler’in hesabına oteli işletmiş. Babası öldükten sonra otel kâtipliğine Zebercet devam etmiş. Askerlik dönemi hariç, doğumundan ölümüne tüm hayatı bu otelde geçmiş. Zebercet bir gün, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda otelden çıkmaya karar vermiş; 10 Kasım’da, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde intihar etmiş.
Tarihte bugün listelerinde önemli olaylar yer alır. Ancak bu listelerde, o olayları yaşayan, tüm hayatları boyunca bu olayların etkilerini taşıyan bireylerin kişisel tarihleri geçmez. Hepsi unutulur gider. Hep düşünmüşümdür; 10 Aralık 2016 akşamı, Beşiktaş Dolmabahçe Stadyumu ile Maçka Parkı yakınlarında iki patlama meydana gelmişti. Haber olarak duyduk, çok etkilendik, üzüldük. Ancak orada olup o anı yaşamak bambaşka bir şeydi. Üzerinden geçen 6 yıl içinde, hayatta kalanların kişisel tarihlerine neler yazıldı acaba? Bir roman yazılır veya film yapılırsa bu soruma kısmen cevap bulabilirim belki.
Tabii bir de tıpkı Zebercet’in hayatında olduğu gibi bireysel hayatlarımızda yaşadığımız patlamalar var.
“Adım Zebercet, Zebercet. Bu otelin yöneticisiyim. 28 Kasım 1950’de doğdum yedi aylık. Annem 44 yaşındaymış o zaman, babamdan büyük. Dört kez düşük yapmış bana kadar. Sünnet olduğum yaz öldü. 1960’ta ilkokul üçteydim. Orta ikiden ayrıldım. Bir süre aylak dolaştım. Sonra askerlik 1971’de terhis oldum. Babam birkaç yıl önce öldü. Oteli ben yönetiyorum 1980’den beri. Sorumluluk isteyen bir iş. Adım Zebercet, oysa ben sizinkini bilmiyorum. Gecikmeli Ankara treniyle geldiniz üç gün önce. Kaydınızı yapamadım, adınızı söylemediniz. Döneceğinizi biliyorum gittiğiniz köyden,  Hacırahmanlı’dan. ‘Bir haftaya kadar dönerim’ dediniz.”
Resmi tarihin altında kişiliksizleşen, yok olan, kimseler onun farkında olmadan bu hayattan geçip giden bütün arketiplerin karakterine dönüşen Zebercet’in adı tarihte bugün listelerinde yer almıyor, ancak adı Türk Edebiyatı tarihinde büyük usta Yusuf Atılgan sayesinde altın harflerle yazıyor.
Romanla Film Arasındaki Bazı Farklar
 Ömer Kavur filmde, 1980’lerin izleyicisi için resmi tarih ve kişisel tarih arasındaki bağı koruyabilmek adına bazı tarihleri ileri çekmiş. Zebercet’in Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında doğmuş olması, babası ölünce darbenin olduğu 1980’den beri oteli o yönetmesi gibi. Anayurt Oteli’nde verilen bilgileri değerlendirdiğimizde romanın 20 Ekim 1963 Pazar günü başladığını ve 10 Kasım 1963 Pazar günü saat 9.05’te sona erdiğini buluruz, yani anlatı zamanı 22 gündür. Zebercet intihar etmek için doğduğu gün olan 28 Kasım’ı beklemektedir. Son gün, 18 gün kaldığını belirtir ve doğduğu günü beklemenin anlamsızlığını vurgulayarak intihar eder. Yani son gün 10 Kasım 1963’tür.
Anayurt Oteli filminde anlatı zamanı süre olarak romandakiyle aynı değildir.
 Jenerikte önce, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının otele girdiği an görüntülenmektedir. O sahnenin geçtiği gün Zebercet’in iç monoloğundan, başka bir tanımlamayla romanın anlatı zamanının başlamasından üç gün öncedir; yani 17 Ekim Perşembe günüdür. Böylece filmdeki anlatı zamanı romandakinden farklılaşmış ve 25 güne yükseltilmiş olur. Bir diğer değişiklik ise yılın 1963’ten 1986’ya taşınmış olmasıdır. Ömer Kavur bu değişikliğin iki nedeni olduğunu vurgular. İlki, Kavur’un 1980 sonrası dönemin bir eleştirisini yaparak günümüze atıfta bulunmak istemesi, diğeri ise 1963 yılının mekânsal koşullarının yaratılmasının birçok ek yük getirmesidir. Kavur ilk nedenin daha ağır bastığını özellikle belirtir. Bunun dışında Zebercet’in yaşında da değişiklik yapılmıştır. Zebercet’in doğum tarihi 28 Kasım 1950 olarak verilir. Zebercet’in yaşı romanda 33, filmde 36’dır.
Usta yönetmen Kavur bir yandan resmi tarihi akıtarak, diğer yandan da kişisel tarihe dokunarak oldukça zorlu bir işi başarmış ve filmi başka bir seviyeye yükseltmiştir.
Cennetin Kapılarındaki Zebercet
Hadis-i şeriflerde cennetin kapılarının Hz. Muhammed tarafından Zebercet taşı ile döşendiğinden bahsedilir. Otelci Zebercet ise hayatta hak ettiği önemi, değeri hiç göremiyor. Zebercet otelde her gün birilerine anahtar verdikçe kendi iktidarını kaybediyor. Ama bu cinsel bir iktidar değil. Her insanın içinde bir iktidar duygusu var. Kendisi iyi yaşamıyor, insanlar iyi yaşasın diye durmadan anahtar veriyor. Yusuf Atılgan muhteşem bir yapı kurmuş. Yani cennetin kapılarındaki Zebercet dünyada cehennem azabı çekiyor. Durmadan “Benim adım Zebercet” diyor. Zebercet yoktu ki. Oluşamadı, bir hayatı olamadı. Adı olmasa ondan kimsenin haberi olmayacaktı.
 Adından başka hiç bir şeyi yok. Bu yüzden sürekli adını söylüyor.
Bu azabı otele tutunarak, kendi dünyasında yaşayıp her gün rutin işler yapıp dışarıya zorunda olmadıkça çıkmayarak azaltmaya çalışırken, bir gün annesine çok benzeyen bir kadının (Şahika Tekand) gecikmeli Ankara treni ile otele gelmesiyle tüm bastırılmış duyguları tetikleniyor. Kadın otelde bir gece kalıyor ve sonraki gün yakın köylerden birine gidiyor. Bu kadın Zebercet için en kuvvetli arzu nesnesi oluyor ve onun geri döneceği umuduyla her gün bekliyor. Kadının gelmesinden umudu kesmeye başladığında ise annesinin ölümünden sonra okuldan ayrıldığında yaptığı gibi aylak aylak dolaşarak hayatta tutunacak bir şeyler arıyor. Önceden oteli bırakmıyorken bayramda dışarı çıkıp kalabalığa karışıyor, hatta bir kızın peşine takılıyor. Ancak neye tutunmaya çalışsa elinde kalıyor.
Ruhen tutunamasa bile bir tene tutunmaya çalışıyor ancak o da olmuyor.

 

Romanın sinema uyarlamasında Zebercet’i canlandıran Macit Koper roman ve filmle ilgili bir yazısında şöyle demektedir:
“Anayurt Oteli’ni okuyup bitirenler Zebercet’tir. Başlayıp orasında burasında bırakanlar da Zebercet’tir. Hiç okumayanlar, Zebercet olduklarını bilmiyorlar daha…”
Koper aynı yazıda Zebercet’in bir şizoid (ya da psikoz hastası) olarak nitelendirilip geçilmemesi gerektiğini, toplumsal kaygı ve tedirginlikler sonucunda içimize kapanmamızın şuura yansıma biçimini taşıdığını, bu açıdan hepimizin Zebercet olma kapasitesine sahip olduğuna da değinmektedir.
Burada önemli iki nokta var. Birincisi “hepimiz”den kasıt Türkiye ile sınırlı değildir, evrensel bir insanlık durumuna değinilmektedir. İkincisi Zebercet’in deneyimleri ve eylemleri değil, bilinç durumuna atıfta bulunulmaktadır. Zebercet’in ortaya koyduğu insanlık hâli, her insanın kötülük potansiyeline dokunmaktadır. Bu nedenle okur Zebercet’i bir cani olarak göremeyecek kadar sempati duymaktadır.
Anne – Oğul Meselesi
Üzerine en çok film yapılan konulardan biridir anne – oğul meselesi. Mavi Kadife (David Lynch), Sapık (Psycho – Alfred Hitchcock) gibi filmler bu mesele üzerine kuruludur. Annesini erken yaşta kaybetmiş ve sonrasında anne yerine geçebilecek biri de hayatında yer almamışsa, aile desteği, sevgisi de yoksa o çocuk hayata nasıl tutunsun? Sizce de hepsinde birer Zebercet olma potansiyeli yok mu?
Neler yaşadığını bilmeden insanları yargılamayı bir kenara bırakıp aksine çevremizdeki insanlara karşı daha ilgili olup dikkatimizi çeken önemli bir aksilik gördüğümüzde yardım elimizi uzatırsak Zebercetler’in tutunabileceği bir hayat dalı uzatmış oluruz belki de.

Kaynakça:

  1. Atılgan Yusuf, Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yayınları, 2014
  2. Senarist ve Yönetmen Cem Başeskioğlu ile Film Okumaları
  3. Anayurt Oteli’ne Yakından Bakmak, “Zebercet’ten Cumhuriyet’e Anayurt Oteli” Üzerine, Naci Emre Boran
  4. “Ulusal Alegori tartışması ışığında Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanı”, Sündüz Öztürk Kasar, Şahan Yatarkalkmaz
  5. Anlatı Bilimi Açısından Roman – Sinema Etkileşimi ve Bir Uygulama: Anayurt Oteli – Reyhan Tutumlu

 

Yazarımızın  diğer yazılarına  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

One thought on “BENİM ADIM ZEBERCET / Sedef Ergürbüz

  1. Sema Arslan dedi ki:

    Güzel bir dokunuş.Zebercet’in içimizi sızlatan öyküsü insan olma halimizi elimizden almadan,itinayla yazılmış.Teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir