SÖZCÜĞÜN KÖKENİNE YOLCULUK; “TAHAMMÜL”
Türkçe, kökleri yüzyıllar ötesine uzanan ve geniş bir coğrafya parçasında konuşulan; yazı, sanat, edebiyat, kültür, bilim ve eğitim dilidir. Türkler tarih boyunca dünya üzerinde geniş sahalara yayılmışlar ve bunun sonucu olarak da kendisi ile köken bakımından yakınlığı olan veya olmayan pek çok dille temasa geçmişlerdir. Bu temaslar sonucunda Türkçe ile farklı diller arasında karşılıklı alıntılamalar ve etkileşmeler olmuş, Türkçe temasta olduğu bu dillere sözcükler vermiş ve başka dillerden de sözcükler almıştır.
Bir dilin tarihi sürecini takip etmemizde bize yardımcı olan bilim dalı “köken bilim”dir. Köken bilimin karşılığı olan ve dilimize Antik Yunancadan geçen “etimoloji” sözcüklerin kökenlerini, ilk şeklini, hangi dilde oluştuğunu, diğer dillere geçip geçmediğini, bir dilin diğer dillerle ve diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini araştırır. Aynı zamanda kelimelerin gelişme veya değişme süreçlerini, ortaya çıkışından itibaren izlemeye çalışan, kelimelerin hangi dillerden kaynaklı olarak hangi dillere yayıldığını saptamaya çalışan, nasıl yayıldığını ve yayılma alanlarını anlamaya gayret eden bir dil bilimi dalıdır.
Günlük hayatın akışı içinde her gün yüzlercesini kullandığımız sözcüklerin nereden geldiğini, hangi yolları aştığını ve hangi değişikliklere uğradığını görmek bazen insanı hayretlere düşürebiliyor.
“Simetri hastalığım var. Yamuk insanlara tahammül edemiyorum.” diyor bir yazısında şair Küçük İskender.
Tahammül; insanın kötü, güç durumlara karşı koyabilme gücü, kaldırma, katlanma anlamları taşımaktadır. Arapçadan dilimize geçmiş olan bu sözcüğün kökü “hamala” olup kök “yük taşıdı” anlamındadır. Bugün “hamal” sözcüğü yük taşıyıcı anlamında hâlâ yaşamaktadır. İşte “tahammül”le “hamal” arasındaki köken ilişkisi beni çok etkiliyor. Sosyal hayatın, iş hayatının en önemlisi modern hayatın bizi kimlere, nelere tahammül etmek zorunda bıraktığını düşündüğümüzde yükümüzün ne kadar ağır olduğunu anlayabiliyoruz. Kısacası kökeni bakımından sözcük bize “tahammül hamallıktır” diyor.
Küçük İskender 21. yüzyılda “yamuk insanlara” tahammül edemezken, kendisinden üç asır önce yaşamış olan ünlü divan şairi Nedim de naz eden sevgilisine aynı sözcüğü kullanarak sitem etmektedir.
“Tahammül mülkünü yıkdın Hülâgû Han mısın kâfir
Aman dünyâyı yakdın âteş-i sûzan mısın kâfir”
Tahammül sözcüğünün geçtiği edebi eser örneklerini incelerken Nedim’in gazelinden alınan bu beyitle birlikte bir anda kendimizi 13. yüzyılda buluverdik.
Şair, yaptığı zulüm bakımından sevgilisini Hülâgû Han’a benzetmektedir. Hülâgû Han, Cengiz Han’ın torunu olup İlhanlı Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Onun Bağdat’ı işgal ederek yakıp yıkması ve Abbâsî halifeliğine son vermesi İslam tarihi ve medeniyeti açısından bir dönüm noktası olmuştur.
13.yüzyıla kadar gitmişken dönemin ünlü şairi Mevlana için tahammül ne anlam ifade ediyordu, diye merak ediyoruz. Nedim’in sevgiliye tahammül edecek gücü artık kalmamışken Mevlana:
“Tahammül, gamdan kurtulmak için anahtardır. Ey gönül, sabırlı ol! Aşk sabretmektir! diyerek acı çeken aşıklara tahammül anahtarını uzatmış.
Tahammül sözcüğünün kökenine yaptığımız yolculuk, bizi asırlar öncesine götürdü. İşte, bir sözcükten çıktığımız yolun nerede başladığını biliyoruz ama nerede sonlanacağını kestirmek mümkün olmuyor.
Dergimizin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.