İKİ ŞİİR
suya dağıttığın hüzün
yatağını taşıran deniz derin kuyu odana
çıkagelir çocuksu yüzün upuzak bahçelere
eğilsen rüzgar bırakacak akşamın incisini
yaşanan ve değişmeyen her şeye
ağzında sabırsızlık dağınıklık geçemediğin sırat
yüzünde ılık bir mekan kaygan zemin
zaman geriye saymakla bitiremediğimiz
sözlerin kararlı bir nehirden akmaya
şimdi gereksiz bir sözde dargın
suskun ağız iç içe geçen orman
dünyanın merkezinde şiir yazar gibi
yüzün tamamlanmamış bir ömrü betimliyor
ellerin yağmuru kolluyor saçak altında
gündelik şaşkınlıklar tüm bildiklerimiz
güneşin mor ışıkları mı kaldı sanki
bizi nar ağacına sevdirecek
çünkü en baştan
benim acı eşiğim zeytinin kurşunisi kalbimin yakınında bir yer
kalbimi toprağa gömdüm bazı günler kederi seçtiğim sözcüklere
ait olmak ağaç gibi toprağa toz toprak içinde oynarken çocuklar
sokakta kedisi olan anne daha çok güler baba eğlenir güneşle
–bu derinlikler bu çimenler ve bu sular yüzüydü-* kentin
–bizim görmediğimiz*-
denge doğanın tanrı eli insan büyük tehlike öteye beriye herkese
adsız doğan çocuğum belki kırık dökük evde kimsenin aşinası değilsem
alnımı göğe yasladım ve durdum lâl olmak üzerime iliştirilmiş kaderse
ah dedim önce yazgım değişsin rolüm akıl ile merhamet arasında bir yer
gidip geliyorum gelip gidiyorum dua, cinnet ve söylenmeler…
daha fazla Panzehir Şiire buradan ulaşabilirsiniz.
Dergimizin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.