SAVAŞ VE BARIŞ
Willis Kütüphanesi’nde Patricia ile saat on ikide buluşacaktık fakat Union Center’da bir kahve molası verip randevuya öyle gitmeye karar verdim. West Sycamore’daki Chang’den kiraladığım evde yuvalanmış böcekleri nasıl ortadan kaldırabilirim diye düşünürken aklıma Pat gelmişti. O burada uzun yıllardan beri yaşıyordu, kesin bir çözümü vardır diye düşündüm. Yaşı yüz yılı aşkın tarihi bir evde yaşıyordu.
Union’ın girişindeki dükkândan her zaman aldığım fındık aromalı kahveye kattığım krema için tezgâhın diğer ucuna doğru yürüdüm. Kahve ile krema arasındaki mesafenin bu ikilinin birliktelik duygusuna bir karşıtlık olduğunu düşündüm. Kahvemi içmek için dışarıda duran banklardan birine oturdum. Hava soğuktu ama kahve içimi ısıtacak kadar sıcaktı. Az ötede duran adamın omuzundan ileriye doğru bakınca diğer bankta sırtı bize dönük olan kişinin Patricia olduğunu farkettim. Demek o da randevuya bir kahve içip gelmek istemişti benim gibi. Üç sene önce master yapmak için geldiğim bu şehirde ilk karşılaştığım insanlardan biriydi Pat. El Paso’dan görev yerinin değişmesiyle birlikte Denton’a yerleşmiş, polis memuru olarak çalıştığı merkezde tanıştığı David ile evlenip bir çocukları olmuştu.
Oğlunu iki sene önce kaybetti Patricia. Irak’a gönderilen askerlerden biriydi Adam. Orada yaşadıklarından sonra ülkesine dönmüş fakat hiç bir şey artık eskisi gibi olamayacak kadar tuhaflaşmıştı. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra Pat ve David’in, ülkenin dış güvenliğini tehdit eden düşmanlara barış götürme politikasını desteklemek için paralı asker olarak gittiği Irak’ta savaş vardı. Barışın pozitif duygular uyandıran bir kavram olmasından başka işe yaradığı yoktu. Irak’tan geldikten sonra psikolojik sorunlarla uğraşan Adam sonunda intihar etti. Adam’ın intiharı Pat ve David’i derinden sarstı, zaten kanser hastası olan David de oğlundan bir sene sonra vefat etti.
Pat’i anlatmam gerektiğini düşündüm çünkü bu konuda susmaya hakkım olmadığını hissediyorum. David’in ikinci eşi olan Pat aslen Meksika göçmeni bir ailenin kızıydı. Azınlıkların uğradığı ötekileştirmenin türlüsüne tanıklık ettiğinden olsa gerek polis memuru olmak için fazla direnç göstermiş, sonunda ait olduğu ülkeye kendini kabul ettirmek için düzenli vatandaşlık statüsüne geçiş sağlamıştı.
Patricia’yla Dr. Eli Avraham’ın Pazarlama Stratejileri dersinde karşılaştım ilk. Mayborn binasındaki derslikleri bulmak hiç de kolay değildi. Labirenti andıran katlarda benim gibi acemiler için türlü tuzaklar da mevcuttu. Neyse ki kapana yakalanmadan bir adım önce Pat’i görüp dersliğin hangi koridorda olduğunu sormuştum. Talihe bakın ki onun da dersi aynı odadaydı. O günden sonra derste, evlerimizde, kütüphanede ya da kampüste birlikte vakit geçirmeye başladık. Emekli olduktan sonra gazetecilik bölümü bitiren Pat, bu alanda uzmanlaşmak istemiş bir de yüksek lisans yapmaya karar vermişti. Benim tanıştığım sıralarda Denton Live dergisinde araştırma yazıları hazırlıyordu. Tanıştıktan kısa süre sonra hem oğlunu ziyaret etmek hem de dergiye gezi yazısı yazabilmek için Irak Kerkük’e seyahat etmişti. Güney Afrika ülkelerinde yıllarca eşiyle misyonerlik yapmış olan dekanımız Mitch Land, bu barış gazeteciliği fikrine sıcak bakmıştı. Mütevelli heyetinden aldığı onay ve bursla Pat’i ülke davasının hayrına bir olaya tanıklık etmesi için oraya göndermişti. Pat şanslıydı çünkü ülkesi barışı getiren taraftı. Zaten aksi mevzu bahis bile değildi.
Üç ay Irak’ta kalan Pat ülkedeki tüm Amerikan üslerini ziyaret ettikten sonra aylık çıkan dergiye Amerika’nın geri kalmış, radikal ve vahşi bir ülkeye nasıl mutluluk getirdiğini anlatan bir dizi yazı gönderdi. Ben de Pat’in yazılarını, Mayborn binasının girişindeki sekreterlik kapısının sol tarafına yerleştirilmiş bayiden alıp okuyordum. İlginçti çünkü barışın olması için savaşmak gerekiyordu. Hem de savaşın ismini bile duymamış olan çocuklarla ve kadınlarla. Onların da getirilen bu barıştan nasibini almak için ilk önce savaşın varlığından haberdar olmaları gerekiyordu. Medya Teorileri dersine giren Dr. Land’in bu yazı dizisinden memnuniyeti verdiği örnekler üzerinden tescillenmişti. Dr. Avraham’dan ise Filistin’de Yahudi halkının Filistinli Müslümanlardan neler çektiğini anlattığı bir dizi hikâye dinliyorduk. İntihar bombasına sarılan Filistinli Müslümanlar gerçekten önemli bir tehditti bu barış yanlısı dindaşlar için. Avrupa medyasının Yahudi düşmanlığından örnekler vererek ne kadar yanlış temsil edildikleri üzerine bir de kitap yayımlamıştı Dr. Avraham. Her hafta bu kitaptan medya çatılarını inceleyen bir dizi İsrail propagandası yazısı hazırlıyorduk. Daha doğrusu yazdıklarımıza inanmak için çokça çabaladığımız gerçeğini de kabul ettiğimizi söylemem gerekiyor. Ülkenin bütün barış yanlısı insanları hep birlikte, öteki düşmanları nasıl kendimizden uzak tutacağımız üzerine kafa patlatıp ülkemize olan sadakatimizi tazeleme seanslarına katılıyor gibiydik. Pazar günleri gittiğim Chesnut Kilisesi papazı Dr. Brian O’connor ise ülkenin her zamankinden daha fazla vatanseverliğe ihtiyaç duyduğu, çocuklarımızı Amerikan Ordusu’na yazdırmamız gerektiği ile ilgili vaazlar veriyordu. Vaizin vaadi cennetten bir topraktı.
Böyle günlerin ortasında yaşarken bir gün Pat’ten gelen bir telefon beni sevindirmişti. Pat asil görevini zaferle taçlandırmış, ülkesine yararlı bir iş yapmış olmanın gururuyla geri dönmüştü. Fakat Adam da onunla birlikte geri dönmüştü. Adam iyi değildi, geceleri sürekli kâbuslar ile uyanıyor, gündüzleri ise geçirdiği krizler sonrasında baygın bir halde yatağında yatarak geçiriyordu. Bir gün Pat ve David, sabah odasına girdiklerinde Adam’ı ahşap tavana astığı kalın bir ipi boynuna dolayıp intihar etmiş halde buldular. Pat ve David yıkıldı. Bütün barış hayalleri o ipin ucunda kaybolmuştu. Arkasından David’in hastalığı üzüntüden iyice ağırlaştı ve Pat’in elinde kalan son mutluluk da bir sene önce onu terketti. Sevdiği ne varsa anılarda kaldı Pat’in.
Sevgi kendisi gibi tanrısal olmayan her şeyi unutturur. İnsan kısa bir an içinde uzun sürelerdekinden daha çok yaşar. Pat’in yaşamı ise David’i toprağa verdiği gün bitti. Barışın ömrü kısa sürdü. Adı barış, gerçeği ise savaştı bu sevginin. Sevgi değil saplantı olduğunu anladı yaşadığının Pat tüm gerçek sevdiklerini kaybettiğinde. Uğrunda savaştığı, direndiği ne varsa hepsini ona feda etmişti. Adam Irak’ta yaşadıklarını unutamadı. Katliamları ve savaşın vahşetini. Bir keresinde “Savaş yaşatmaz öldürür” demişti.
Pat kahvesini bitirmiş olmalıydı, oturduğu yerden kalktığını gördüm. Ona seslendim.
“Hey Pat! Kahveni bitirdin sanırım, birlikte yürüyelim mi kütüphaneye?”
“Seni görmek ne güzel, kütüphaneye gitmeden bir fincan kahve fena olmaz diye düşündüm. Senin evdeki böceklerin fotoğrafını çekmişsindir umarım. Bu böceğin türünü öğrenip ona göre evinden nasıl kovacağımızın yolunu araştırmak için gecikmeyelim.”
“Tamam.”
Böceklere savaş açmak için kütüphanenin yolunu tuttuk. Hem Pat evimi böceklerden arındırıp huzurumu tekrar ikame etmek noktasında pek çok fikre sahipti.
Yazarımızın diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.