????????????????????????????????????
Dicle Erkenci

ÖZGÜRLÜĞÜN ALTIN ANAHTARI

Hep merak ederim, özgür olmayı hiç istemeyen var mıdır?

Özgür olmak zor, neredeyse imkânsız ve ulaşılmaz bir şey gibi gelir çoğu zaman. Gelecekte, çok ileride bir zaman dilimindebelki” başımıza gelebilecek bir şeydir. Korkutucu bir ihtimaldir bazen.

Özgürlüğü hep kapının dışında arayıp dururuz. Kapılar sahiden de özgürlüğü simgeler, değil mi? Kapıları açar, güvenlikten özgürlüğe doğru adım atarız. Ancak anahtar nerede?
Ben diyorum ki, anahtar cebimizde!
En yüce bilgi yani altın anahtar, bizim duygularımızdı. Ama öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bu çok kıymetli bilgi bizden saklandı. Her şeyin hızla değiştiği, belirsizliğin hüküm sürdüğü ve her daim bizden “mükemmel” olmamızı bekleyen yalnızca ve yalnızca aklın yüceltildiği bu dünyada duygular da neyin nesiydi? Olsa olsa ayağımıza dolanan ayak bağları, insanı yürüdüğü yönden alıkoyan bir takım pürüzler, engeller, hatta zayıflıklardı hepsi.
Biz de buna inanınca zaten öyle oluveriyor, ayağımıza sahiden dolanıyor. Bir bakıyoruz, üzerinden yirmi yıl geçmiş ama duygu capcanlı böğrümüzde duruyor. Konusu bir kez açılmaya görsün, o günkü gibi bizi öfkelendiriyor.
Tanıdık geliyor mu?
Bir duygu, nasıl bunca zaman yaşayabiliyor ilk günkü gibi? Çok daha garibi, böyle yaşarken ve yıllar geçip giderken, biz o duygumuzu nasıl da bilemiyoruz?
Pek soran olmaz ya, hadi biri diyelim sordu ne hissediyorsun diye, bir dünya laf kalabalığı ederiz de, ne hissettiğimizi bir türlü ifade edemeyiz çoğu zaman. Bilmiyoruz ki. Saklamışız köşe bucak, bastırmışız, dışlamışız!
Ne kadar yok sayarsak sayalım, duygular işte böyle her şeyin üzerine görünmeyen ağır bir hava gibi çöküyor, yeri geliyor nefes aldırmıyor. Kelimenin ilk anlamıyla da nefesimizin seyrini değiştiriyor.
Gerçek şu ki -fark etmesek bile- ne yaparsak onun tesiriyle yaparız; kırarız, dökeriz, bağırırız, çağırırız, bazen içimize kapanırız, küseriz, saklanırız. Bir anlamda zehirleniriz. Onu fark edemediğimiz sürece de bizi bir yarış atı gibi zorlar, zorlar.
Peki, aynı zamanda duyguların da geçici, uçucu ve hafif olduğunu bilseydik nasıl olurdu?
Bu bize ne evde ne okulda hiç öğretilmedi. Ne yasımızı, üzüntümüzü bildik ne de neşemizi. Canlılığımızı doya doya yaşayamadık. Duygularımıza dünya üzerinde güvenli bir yer bulamadık.
Hâlbuki duygular gelip geçiyor, ama tek bir şartla: Bir an durup arkasındaki düşünceyi sobeleyebilirsek. Yoksa milyon yıl sonra bile orada olacaklar. İlk günkü gibi taptaze, güçlü bir şekilde yaşamımızın tam merkezinde olacaklar ve kuşaktan kuşağa aktarılacaklar. Ta ki biz duygularımızın bize ne dediğini duyana dek.
Birine bir derdimizi açarız da rahatlarız ya bazen. Derdimize bir çare bulmuş değilizdir henüz ama hafifleriz, ferahlarız. Olan şeye çok daha farklı bir gözle bakmaya başlayabiliriz böylece, başka olasılık ve seçenekleri görmeye başlayabiliriz. Sanki zihnimiz berraklaşır ve aklımız nihayet çalışmaya başlar, onun gibi.
Duygularından henüz koparılmamış bir çocuk nasıldır?
Çeşit çeşit duygunun içinden geçiverir üst üste. Birden ağlamaya başlar, birden coşar, birden kızar. Duygulardan geriye bir şey kalmaz, unutur gider hemen. Çünkü çocuklar, henüz hissettiği duyguları düşüncelerle bağdaştırmaya başlamamıştır.
Büyüdükçe, işler değişmeye başlar; duygularımızı dayandırdığımız düşüncelerimiz oluşur. Yetişkinlikte işleri karıştıran bu düşüncelerimizdir. Onlar varoluşumuza öyle bir sızmıştır ki yalnızca bir düşünce olduklarını fark etmeyiz bile. Oysa düşünceler yalnızca düşüncelerdir; gizli gizli konuşan, bazen bağıran çağıran ama ne dediğini ilk etapta duyamadığımız bütün o düşünceler.
İşte, kendi duygularımıza ve ardında yatan düşüncelerimize kulak veremediğimizde, o duygu gelip geçmek yerine iyiden iyiye konuşlanıyor bir köşeye, mayalandıkça mayalanıyor.
Üstelik böyle olunca kendi sorumluluğumuzu da almıyoruz hiç. Başlıyoruz başka sorumlulukları yüklenmeye, bir takım rolleri dışarıdan gelen tanımlarla giyinmeye, meli malı bir âlemin içine sıkıştıkça sıkışmaya. Enerjimiz tükeniyor, dengeyi yitiriyoruz. Ben bunun neresindeyim, diye bir bakınca da merkezimizin aslında kendi dışımızda bir yere savrulmuş olduğunu görüyoruz. Bir şeylere aidiyet uğruna kendi kendimizden oluyoruz.
Özgürlüğümüzden oluyoruz.
Kendi sorumluluğumu başta ben almazsam, ben nasıl bir ben olurum? 
O halde şunu bilmek çok kıymetli: Duygular onlarla şöyle bir göz göze, diz dize oturmadan hiçbir yere gitmiyorlar ve ömür billah kalıyorlar ilk günkü canlılığıyla. Şuursuzca onların etkisinde, otomatik davranarak geçiyor ömrümüz.
Oysa duygularımız bize bizi anlatıyor, onlar bizim altın anahtarımız ve anahtar cebimizde. Onlarla temas kurabildiğimizde ve en yakıcı gibi gelenlerin dahi içinden yürüyüp geçebildiğimizde, arkasında tutunduğumuz düşünceleri fark edeceğiz. Duygular artık zehirleyici olmak yerine, bir şifaya, bir yol göstericiye dönüşecek ve bizi gerçek anlamda büyütecekler. Bize mutlaka ama mutlaka kendimizi, bizi söyleyecekler. Kapıyı açıp dışarı çıkma özgürlüğü verecekler. Doya doya kendimiz olmanın kapısını aralayacaklar. Bunu da kırmadan, dökmeden, şefkatle yapacaklar.
O zaman onları bir ağırlayalım, bakalım bize ne söyleyecekler?
Ne hissediyorum? Bende ne var ki, en derinde neye inanıyorum ki bende bu hisler oluşuyor?
Sahici cevapları duymak bizi kaygılarımızdan, korkularımızdan özgür kılacak. Bu sayede ihtiyaç duyduğumuz her neyse daha iyi anlayabilir ve nihayet ihtiyacımız olan bakımı kendimize vermeye başlayabiliriz.
Bakılan her şeyin coştuğunu sanırım hepimiz çok iyi biliyoruz.

 

Diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

2 thoughts on “ÖZGÜRLÜĞÜN ALTIN ANAHTARI / Dicle Erkenci

  1. Alev Turanlı dedi ki:

    Çok ilginç değişik çok güzel bir yazı olmuş ellerinize beyninize sağlık bayıldım
    “Oysa duygularımız bize bizi anlatıyor, onlar bizim altın anahtarımız ve anahtar cebimizde. Onlarla temas kurabildiğimizde ve en yakıcı gibi gelenlerin dahi içinden yürüyüp geçebildiğimizde, arkasında tutunduğumuz düşünceleri fark edeceğiz”

    1. Dicle Erkenci dedi ki:

      Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınızı paylaştığınız için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir