derya erkenci yazar
Derya Erkenci

UMUT SOKAĞI

Yoksulluğun, sur içi İstanbul’undan kovulup metropolün çeperlerindeki varoşlara tutunmaya zorlandığı Seksenler ikliminde, bir Truva atından çok sistem tarafından kuşatılmış Galya köyünü andıran Kadırga Umut Sokağı, kenar mahalleliğini bir sancak misali gururla alnında taşırken, sürekli vukuat yaratan asabi bir delikanlı gibi sertlikle var olmaya çabalamaktadır.

 

Delikanlılığın henüz TV dizilerindeki siyah takım elbise cumhuriyetine biat etmediği günlerdir. Yüreği olan, bileğine güvenen raconu kesip parsayı toplamanın yanı sıra saygı da görmektedir. Kadirizm, kuluçka dönemini bitirip yumurtasını çatlatarak grotesk Yeşilçam figürü olma sürecini tamamlarken, yeni yetme oğlanları özendiren, genç kızların yasak rüyalarına alevler düşüren grotesk tiplemenin oluşumu da gerçekleşmiştir.
Ali Silvan; Umut Sokağı, No: 5, Kadırga
Orta sınıfların gittikçe fakirleştiği ve en alttakilerin üzerine rezervuar çekildiği yenidünya düzeninde Külhanlık-Robin Hood’luk müessesesi tehlikededir. Zaten bu yolun yolcuları anadan, babadan beddua yedikleri için ömürleri boyu iki yakaları bir araya gelmeyecektir. Misal; Kadırga’dan çıkma en namlı kabadayı Arap Hasan’ın (Kazım Kartal), mahalleliyi hediyeye boğan Mercedes Benz ihtişamı, bir cami müştemilatında onuruyla ölümü bekleyen babasının attığı kırk adet seri tokadın ardından yerle yeksan olacaktır. Esas oğlan Ali Silvan da zaten bir tek babasına boyun eğmektedir hayatta. Ve kıssa da babadan gelir zaten:
 “Dünya değişti artık, senin gibilere yer yok bu dünyada!”
Umut Sokağı filmini unutulmaz kılan sahnelerden biri hiç şüphesiz ki kahramanımız Ali Silvan’ın çay bahçesinde ana-avrat destursuz konuşan zengin çocuklarının marizine kaydığı sahnedir. Ilık yaz meltemini üst düğmeleri açık kıllı ve yanık bağrına alarak manitası Şehnaz Dilan’la efendi gibi takılan Ali Silvan yan masayı fena halde dağıtır. Sahne unutulmazdır, çünkü harbiden o tarihe kadar sinema izleyicisi beyazperdede öylesine hayat gibi gerçek, öylesine Türkçe seri küfürleri ardı ardına duymamıştır.
Dönemin gazeteleri, video kulüplerinin en çok kiralanan VHS kaseti olan Umut Sokağı’nı müstehcen olarak damgalayıp aman çoluk çocuktan uzak tutun, diye defalarca yazmıştır. Oysa sıradan bir mafya filminde olmayacak kadar çok sahneyle, uzun uzun ağır demir atölyesi gösterir bize Şerif Gören. Uzmanlık alanı olan işçi sınıfı betimlemesini öznel kamerasıyla yapar. Akkor alevler içinde çalışan, sıcak demiri taşıyıp kesen Ali Silvan’ın sınıf sorunsalını, öfkesinin yakıcılığını, beynine sıçrayan kanın neden bu denli sıcak olduğunu anlarız birdenbire.
“Optalidon yok mu? Optalidon bulun bana!”
Seksenlere özgü popüler bir kabadayı filmi gibi görünürken aslında bambaşka bir şey olan tuhaflıklar silsilesidir Umut Sokağı. Mesela kronik migreni vardır kahramanımızın; filmde sık sık “Optalidon yok mu? Optalidon bulun bana!” diye haykırdığını duyarız. Üçer beşer sayarlar avucuna uçuk pembe hapları; yutmadan kendine gelemez, o hayat harman kafa çekilmez. Zaten Optalidon olsun, Gripin olsun, o yıllarda orta alt sınıfların rakıdan sonra biricik legal kafa kırma aparatıdır.
Parmağındaki, kâh minyatür bir muştaya kâh Fantom’un kurukafalı mührüne öykünen iri yüzük, bileğinin gücüyle beraber tek silahıdır Ali Silvan’ın. Dövdüğü gençlerden biri, çalıştığı fabrikanın sahibinin oğlu çıkınca sebep gösterilmeden atılır işten. Kafası bozuk Silvan, efkâr dağıtmak için Beyoğlu Rüya Sineması’nda İki Film Birden’e gider. Orada daha da bozulur kafası; sinema salonunda mastürbasyon yapan heriflere bile posta koyar.
İroniktir, senaryodaki kırılma noktası Ali’nin gittiği seks filmi dönüşünde yaşanır. Umut Sokağı’nı bizim Seksen kuşağı için efsaneleştiren sahne gelip çatmıştır. Mahalle kahvesinde kiralık itlerin öldüresiye dövdüğü bir garibanı kurtarır. Yere düşen son adam silahına davranır ve Ali Silvan gözünü kırpmadan atlar namlunun üzerine. Silah patlar, elinden yaralanır. Tınmaz, alır silahı Ali, kaşları çatık boşaltır adamın üzerine kurşunları. Namluya atlamak, dönemin çekirdek çitlenen videolu gazinolarında ve duman altı olmuş semt sinemalarında Özal döneminin ergen erkek güruhundan büyük alkış alır.
Namlunun ucundan dönen hayat, hâkimin nefsi müdafaa kararıyla beraat eder.
Ve Umut Sokağı’na beyaz yumurta topuk ayakkabı, ipek yeşil gömlek, kuzguni siyah takım elbiseyle başı dimdik intikal eder Kadirizm. Doksanlarda magazin dünyasını meşgul eden “metroseksüel” kavramı henüz ortada yoktur. Yine de erkeklere, maçoluklarına halel getirmeden bir takım kadınsı bakım alternatifleri sunan yıllardır Seksenler. İpek gömlekler, çoraplar, olmazsa olmaz bıyığa rağmen fönlenen saçlar, spreyler… Belki de dönemin batı pop kültüründe erkeğin yeniden sunumunun, kadına benzemeyi, kadın gibi görünmeyi bir tür tepki, yeni bir ifade biçimi olarak seçen ağır makyajlı New Wave Boy Band’lerinin yarattığı rüzgârın izdüşümüdür bu. Nedense arabesk kültürde, erkek kadından daha süslüdür. Bu tiplemenin en karikatürize haline, Yavuz Turgul imzalı Muhsin Bey’in finalinde, Uğur Yücel’in oynadığı Ali Nazik karakterinde rastlarız.
Ali Silvan dönüşmekte olan klasik “baba” kavramını ucundan yakalayıp yükselirken, mahallede hep “Mektepli” diye çağırdığı Bülent Bilgiç’i de alır yanına. Bilgiç, Seksenler Yeşilçam’ının jokeri, yancı ikinci adamıdır ne de olsa. Bazen mülayim bazen hain; esas oğlan olamadan tamamlamıştır işlevini. İsimlerinin başında “A” harfi olan şirketler kurulur. Her şey yasal ve Mektepli’nin üzerine kayıtlı görünür. Ali Silvan’ın vurduğu Arap Hasan’ın cenazesinde mezarlığa konvoy halinde gelen Mercedes görüntüleri, boş salonun ortasındaki taht-koltukta, kemerli vitray pencerenin önünde, Hıristiyan aziz ikonu gibi beyazlar içinde sigara içerek tebaasının derdini dinleyen “baba” sembolü, sanki toplamda Yeşilçam’da pek de becerilememiş Coppola röprodüksiyonlarının bir eleştirisi gibidir. Sanki Şerif Gören, ticari-avantür bir yapıya dayanamayıp artistik panzehrini de kimi sahnelere zerk etmiştir.
Ali Silvan’ın önlenemez “underground” yükselişi ile mektepli Bülent Bilgiç’in, yolsuzluğu yasal prosedüre uydurulmuş işadamı yükselişinin yarattığı çatışma finale damgasını vurur. Mektepli, çürümüş sistemin boşluklarına sızıp kendisinin hükümdar olacağı bir diğer köle düzeninin peşindedir. Bu ihtiras, Ali Silvan’ın kestiği racona terstir.
“Biz neden kabadayıyız, yönetilmek istemediğimiz için!” der Mektepli’ye.
Ve kalıbın dışına bir kez daha çıkar film, tam boynuz kulağı geçip genç yeniyetmemiz baba figürünü ihanetle yok edecek derken, Ali Silvan vuruverir Mektepli’yi. Son nefesinde “Neden?” diye sorar Mektepli.
“İçimden öyle geldi, söylediklerini beğenmedim” der Ali Silvan.
Şimdi Kadırga ve benzeri muhitlerde, İlhan Engin’in ilginç senaryosunu anımsatan sahnelere ara sıra şahit olunsa da, Hasan Yükselir’in melodileri yer yer gezinse de yumurta topuklarda, ne Umut Sokağı diye bir yer vardır, ne de tövbe etmiş bir Ali Silvan’a rastlarsınız cami avlusunda. Raconu bir tek kurtlar kesmektedir bugünün dünyasında.
 

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir