faruk
Şebnem Gürler Oakman

DÖNÜŞÜYORUZ DA NEYE? “FARUK” FİLMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bir süre önce yazdığım öyküde şöyle bir cümle var, “insan nasıl da bozulan, yıkılan bir canlıymış, meğer sürekli dönüşüyormuş da neye? İyiye olmadığı kesin!” O öyküme geri dönüp bozulan yıkılan’a ek olarak bozan, yıkan yazmalıyım diye düşündüm. Kendi dönüşümünün varacağı yer belli ya; bunu anlamlandırıp kabul edemediğinden midir, üstün olduğuna dair sarsılmaz inancından mı, hayatta kalmasının yegâne yolunun bu olduğuna kanaat getirdiğinden mi… İnsan denen bu varlık sürekli bozuyor ve yıkıyor!

Bazıları -daha güçlü olanlar- kontrolü ele geçirip daha fazla bozup yıkarken, diğerleri -güçleri yetmeyenler- altta kalıyor ve onların canı çıkıyor, mecazi ve gerçek anlamda. Medeniyet tarihi boyunca olagelen bu durum yeni değil elbette ancak günümüzde bu altta kalanların canlarının çıkarılması daha sistematik bir hale geldi, bunu yapanların tam olarak anlaşılmayacağı kadar bulanık bir ortam yaratılması bir yana, bir adım daha ileri gidilerek altta kalanlar bir gün birilerinin canını çıkarabileceklerine, fırsatları olduğuna inandırılıyor. Böylece altta kalanlar birleşeceklerine birbirlerini yiyerek üsttekilere hizmet ediyorlar.
Bu altta kalan dezavantajlı insanlar kimler? Toplumlara, kültürlere, dönemlere göre değişmekle birlikte bazı ortak temalar da mevcut; çocuklar, evsizler, yoksullar, emeği sömürülenler, şiddet kurbanları, savaş, kıtlık, afet mağdurları, yerinden yurdundan olanlar, egemen sisteme karşı çıkanlar, genel geçer yaşam tarzı dışında yaşamaya çalışanlar, engelliler, nöro-çeşitliliğe sahip olanlar, insana hizmet etsin diye zulme uğrayan diğer canlılar, yaşlılar…. Liste uzar gider ve maalesef insanların büyük çoğunluğu bu listedeki bazılarının acısını duyarken kendi kimlik kodlarına uymayan diğerlerine kayıtsız kalıyor, hatta onları düşman bile ilan edebiliyor… Bu acımasız sistem de bu minvalde kendini devam ettiriyor.
Altta kalanların her biri ile ilgili uzun uzun konuşmak, yazmak mümkün. Bunların içinden, üzerinde sık sık düşündüğüm, modern toplumda sayıları ve sorunları artan “Yaşlılar” meselesi, Aslı Özge’nin “Faruk” isimli filminde karşıma çıktı, yaşlılık ve ona paralel giden bozulma ve yıkılma…
Filmin adının sadece “Faruk” olmasının önemi var, zira Faruk doksanlarını yaşayan bir baba, evet ama o aynı zamanda aklı başında, düşünen, taşınan, istekleri olan, kanlı, canlı bir insan. İlk sahnelerden itibaren yaşlı insanların sadece ebeveyn, dede, nine vs. olmadığını düşündürüyor bize. Konularla ilgileniyor, yorumlar yapıyor, mizah duygusu yerinde, belirli bir görgü ve kültürle donanmış olduğu belli.
Etrafını çevreleyen dönüşmüş -o dönüşümün de iyiye doğru olmadığı malum- dünyaya şaşkın gözlerle bakan Faruk bir yandan ilerleyen yaşın getirdiği yüklerle baş etmeye çalışırken öte yandan da bu yeni dünyaya ayak uydurmaya çabalıyor. Ona söylenenleri, hatta dayatılanları dinliyor, anlamlandırmaya gayret ediyor. Kentsel dönüşüm denen rant kapısına çevrilmiş kavram film boyunca film içinde film formatında karşımıza çıkıyor. Faruk’un evi kentsel dönüşüme gireceğinden kiraya çıkacak, filmin içindeki filmin yönetmeni olan kızı filmi ve bu dönüşümün babasına etkilerini de uzaktan yönetmeye çalışıyor. Biz bir yandan da kızın fiziksel olarak -sadece fiziksel mi?- uzakta olduğu bir baba-kız ilişkisinin karmaşasını da seyrediyoruz.
Filmde kentsel dönüşümün çarpık dinamikleri, çıkar ilişkileri işlenmekle beraber daha derinde insanların bozduğu alanların, yaşamların, değerlerin dönüşümünü izliyoruz. Sözde bunların farkında olduklarını iddia edip aslında hepsinin ortasında yer alanların ikiyüzlülüğünü, hep beraber bu çürümeye varan dönüşüme hizmet ettiklerini… Faruk’un çevresindeki; uyanık komşulardan, arsız müteahhitlere, mülteci çocuklarına yardım toplayacağız diye telefonunu çalan hırsızlardan yana yakıla filmine maddi destek arayan yönetmen kızına kadar uzanan kötücül sarmalın evleri, sokakları, anıları, kalpleri hoyratça ezip geçtiğini…
Faruk’un nasıl oldu da buralara geldi olaylar der gibi etrafına bakıp durduğu sahnelerdeki kafa karışıklığı, akıl sağlığını ispat etmek için uğraşması, tek başına kutladığı yılbaşı gecesi, kızı gelmediğinden yalnız kaldığı tatil beldesi, yıkılan evin kalıntılarında amaçsızca gezinmesi, kiralık ev arayışındaki umutsuz hali, o yaşta bir insan için ne denli ağır yükler…
Kendime sordum, hala yaşayan ve de az buz değil bir asra yaklaşan yaşamlarıyla ayaklı birer tarih olan insanlara bunları yüklemek haksızlık değil mi? Yaşlılar yaşamlarının son baharında huzura ermeyi, anılarına dalıp evlerinde sükûnete kavuşmayı hak etmiyorlar mı? Bütün bu acımasızlığa, hızla çürüyen sisteme dayanacak güçleri var mı bu insanların?
Yıkılan evlerin enkazında kaybettiklerimiz sadece ev kalıntıları değil; anıları, yaşam sevinçlerini, insanları hayatta tutan incecik bağları da kaybediyoruz… Dünyanın yükünü atın sırtınızdan Faruk Bey, yeni ev, yeni eşya, ne güzel… Komşu bunları derken Faruk’un yüzü diyor ki benim yüküm değil onlar, hayatım!
Bir süre sonra, hayatını çekilmez hale getirenlere dayanamıyor. Evin müteahhitte verilmesi sürecinde yapması gerekenlere yetişemeyip, yoruldum diyor kızına, yaparım sandım ama ev ile ilgili konuları takip edemiyorum, yorucu oluyor… Yıpranmış beden, ağırlaşan bellek, yorulmuş zihin yıkıma, talana, bozulmaya, yalana, dolana nasıl dayansın? Yavaşlaması gereken yaşlı insan bu acımasız hızlı çarka nasıl ayak uydursun? Uydurmaya çalışsa beceremiyor, dışında kalsa o da olmuyor, o imzalar atılacak Faruk, çark dönecek sen de ucundan tutacaksın! Ne içinde kalabiliyor bu düzenin yaşlı insan ne dışına çıkabiliyor… Kala kala altta kalıyor, canı çıkıyor işte…
Gerçekle kurgu iç içe geçse de film boyunca benim hissettiklerim gerçekti, o kadarını biliyorum. Capcanlı… Bizi güldürmesi gereken sahnelerde dahi gülemedim ben, hüzünlendim. Başta Faruk olmak üzere görevlerini fazlası ile yerine getiren tüm amatör oyuncuların sahici ve samimi performanslarının da bunda büyük etkisi oldu. Yaşadığım şehrin, yanımda yöremdeki insanların bozulmuş yüzleri ve yaşlanma ile bunların karşısında tamamen çaresiz kalma hali önüme serildi, kalbime dokundu.
İzledikten sonra oturdum, düşündüm. İnsan denen canlı dönüşüyormuş da neye? İyiye olmadığı apaçık. Ama yine de ümitsiz yaşanmıyor, belki bir gün bütün bu dönüşüm insanlığı daha iyiye götürür. Faruk’ların hayatlarının son demlerini evlerinde, huzur içinde yaşayabilecekleri bir dünyaya… Kim bilir?

 

 

Yazarımızın diğer yazılarını okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir