Nevin Arvas

FİLM FELSEFESİ BAĞLAMINDA KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ

Film felsefesi, geniş ve büyüyen bir disiplin olarak sanat felsefeleri arasında benzersiz olmasa da çarpıcı bir özellik sunar. Birçok film kuramcısı, film felsefesiyle etkileşim halindedir ve film teorisinin yönlerini bu şekilde eleştirmeye başlamışlardır. Aslında film felsefesi fotografik film ortamı kadar eskidir. Örneğin Hugo Munsterberg 1916’da sinema üzerine öncü bir çalışma yapmıştır. Filmin karmaşık monografilerinin yer aldığı bu çalışma ancak 1970’lere gelindiğinde ilgi çekmeye başlar. Film teorisi, film felsefesinin gündemini belirlemede merkezi bir rol oynadığından film teorisinin gelişimine kısaca değinmek gerekir.

Klasik film teorisi, filmin icadından kısa bir süre sonra başlamıştır. İlk olarak yeni bir ortama, yeni bir şey olarak doğmuştu fakat bu sanat mıydı? Mekanik kayıt araçları, bireysel ifade için yaratılmış biçimini dışlar gibi görünüyordu ve bu da onu sanat formu olmaktan uzaklaştırıyordu. Fotografik temeli nedeniyle film, bir bakıma gerçekçi bir ortam gibi görünüyordu ve bu nedenle daha önceki sanat formlarından farklı bir kaynağa sahipti. Son olarak eğer bir film sanatsa, o zaman birçok kişiye göre her filmden sorumlu, tanımlanabilir bir sanatçının da var olması gerektiği savunuldu. Bundan dolayı bir filmin tek bir yazarının varlığıyla ancak sanat eseri olabileceği görüşü yaygındır. Bu soruların her biri filozofların ilgisini çekmiştir. Aslında, temel kaygıları ve açıklığıyla ifade ve argümanının kesinliği açısından klasik teori bazı noktalara sahiptir.
Klasik film teorisine katkı sağlayacak yeni, ikinci tür bir teori ortaya çıkmıştır: Çağdaş Film Teorisi.
Bu fikir Sergei Eisenstein gibi klasik teorisyenler tarafından ortaya atılmış olsa da Christian Metz tarafından da uzun süreli savunulmuştur. Özellikle Jacques Lacan’ın çalışmalarıyla temsil edilen psikanalizin, hem film ortamının hem de izleyicinin filme tepkisinin anlaşılmasında merkez olduğu tezi eklenmiştir. Çağdaş film teorisyenleri aynı zamanda medyanın ve bazı film türlerinin belirli özellikleri nedeniyle filmde ideolojinin yaygınlığını savunmuşlardır.
Gerçekçilik, dil ve yorumlama kavramları genel olarak felsefenin temel ilgi alanıdır.
Sinema birçok türde karşımıza çıkar. Nesne tabanlı sinema, tiyatroya çok benzer çünkü nesnenin fiziksel varlığını gerektirir. Bu nedenle her performans benzersizdir ve oyuncuların varlığını gerektirir. Arnheim’in dönemi açısından bakıldığında, sinemanın sanatsal olarak başarısının tartışılması olağanken günümüzde sinemanın bir sanat formu olup olmadığını incelemek gereksizdir. Rashomon (1950), Citizen Kane (1941) ve Tokyo Story (1953) gibi filmler, sinemanın bir sanat olduğunu gösteren mükemmel argümanlar oluşturur. Sinemasal sanat, bu anlamda felsefi sorulara kesin cevap verecek niteliktedir.
Günümüze geldiğimizde, sinema felsefesinin en iyi örneklerinden biri olarak Kutsal Geyiğin Ölümü filmi karşımıza çıkar.
Euriphides’in Iphigenia at Aulis masalından esinlenen The Killing Of A Sacred Deer (Kutsal Geyiğin Ölümü) kader trajedisi, ailevi sorumluluk, insan hatası ve fedakârlığın içsel şiddeti fikirlerine ilişkin modern bir perspektif sunar. Film, izleyicinin duyularına saldırır öncelikle. Filmin yönetmeni Lanthimos, yarattığı şeyle bizi hikâyeye bağlar, büyüler ve dehşete düşürür. Bu cüretkâr anlatı, sürükleyici olduğu kadar rahatsız edicidir de. Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos kendimize ve başkalarına yaptığımız korkunç şeyler üzerine bir hikâye anlatır izleyiciye. Yönetmenin kariyeri, insanları alışılmadık senaryolara yerleştirmek üzerine inşa edilmiştir. Kutsal Geyiğin Ölümü‘nde de farklı bir yol izlemez.
Hikâyenin kökleri, Euripides’in son oyunundan ilham alır.
Bu hikâyede Yunan kralı Agamemnon, tanrıça Artemis’e adanmış bir geyiği öldürdüğü için kızı Iphigenia’yı kurban etmeye zorlanarak cezalandırılır. Filmdeki ana karakter, kalp cerrahı Steven da korkunç bir seçim yapmakla görevlendirilir. Steven, Agamemnon’un ete kemiğe bürünmüş halidir. Tüm karakterler asık suratlı bir alaycılıkla temsil edilir. Bir filmde açılış sahneniz kaba ve neredeyse izlenemez bir haldeyse, bu iyiye alamettir. Bu anlamda bizim hikâyemiz de canlı, atan bir kalbin ameliyat edildiği, belki iki dakikalık cerrahi görüntüyle açılır.
Kutsal Geyiğin Ölümü sanatsal bir ifadenin ürünüdür.
Colin Farrell birkaç yıl önce sarhoşken bir ameliyat sırasında yanlışlıkla öldürdüğü adamın oğlu tarafından duygusal şantaja maruz bırakılan bir cerrah canlandırmaktadır. Genç adam, yavaş yavaş ve ustalıkla ameliyatı yapan doktorun hayatına tecavüz eder ve sonunda ona bir tür lanet yükler. Bu lanete göre cerrah, ailesinden birini seçip öldürmezse hepsi felç olacak ve ölecektir. Film ilerledikçe çocuklar, bacaklarını kullanma yetilerini kaybederler ve doktorun eşi (Nicole Kidman) etik bir ikilemle karşı karşıya kalır.
Filmin psikolojik gerilimi neredeyse hiç azalmaz. Yüksek metaforik kaygılar duygusal noktayı ve psikolojik gerçekliği zorlar.
Filmin hikâyesinin sıfır toplamlı bir oyuna dönüşmesi ve merkezi eyleminin muğlak oluşu izleyicinin hikâyeyle duygusal bağ kurmasını zorlaştırır. Filmde sağlam, üç boyutlu karakterler yaratılmıştır. Kubrick’vari renk kullanımlarıyla, uzun çekimler ve alışılmadık açılarla ustaya göndermeler yapıldığını da belirtmemiz gerekir. Tüm oyuncular oldukça zor, gergin ve garip sahneleri güçlü performanslarla canlandırma yetkinliğine sahiptir.
Ancak filmin gerçek yıldızı Barry Keoghan’dır. Lanetin ortaya çıkmasına neden olan karmaşık ve kötü niyetli genç Martin’e hayat vermiştir.
Filmde dünya, kelimeler ya da sihirle değil, yalnızca repliklerin iletilmesiyle değiştirilir. Her karakter, nesiller boyunca duygularını gizlemeleri gerektiği öğretilmiş gibi konuşur. Stilize edilmiş bu resmiyet çarpıcı hatta rahatsız edicidir. Film ilerledikçe, izleyiciye hiçbir rahatlama alanı sunmaz. Boş odaların, duygusal açıdan belirsiz çekimleri, tiz, gergin bir orkestra ile doldurulurken, küçük çevresel sesler anatomik olarak artırılır. Karakterlerin çaresizliği, durumları vahimleştikçe daha da derinleşir ve herkesin itici olduğu bir dünyada, birincil düşman kendini mağdur göstererek tehditlerini sıralar. Hikâye anlatısı, çok daha karanlık bir yol izler ve insanlıklarını ifade etmelerini olanaklı kılan şeyden yoksun insan karakterleri hayal eder. Karakterler kafa karıştırıcı kararlar alırlar ve bu yüzden kafaları karışır.
İzleyicinin derisinin altına direkt olarak nüfuz eden ve çok az yönetmenin başarabileceği, eşsiz bir atmosfer yaratan, ciddi ve rahatsız edici bir filmdir Kutsal Geyiğin Ölümü.
Yüzeysel değildir, daha çok ‘günah’ hakkında bir mesaj verme derdiyle ilerler. Mitolojik bir uyarıcı ile çağdaş toplumun keşfi arasında bir yerde duran hikâye, her şeyde aşırıya kaçar. Yönetmen, dünyanın en sıradan bölgelerinde bile kötülük ve tehlikenin ne denli bulunabileceği hakkında bir fikre sahiptir ve hikâyesini katıksız bir cesaretle ortaya koyar.
Filmin sonu, oldukça tartışmalıdır ve hikâyeye anlatısal olarak uygunluğu tartışılabilir.
Oğlu Bob’u öldürüp ailesini güvence altına alan Steven, hikâye boyunca savaştığı her şeye karşı gelir ve sonunda Martin’in kötülüğünün, yolsuzluğunun kazanmasına izin verir. Filmin güçlü inşasına karşın, son derece hayal kırıklığı yaratan bir mesajı vardır: Kötülüğe boyun eğmekten başka kaçış yolu yoktur. Hazmedilmesi zor ve izleyen birçok insanın içinde bir tür çarpık aşinalık bulabileceği bir hikâyedir Kutsal Geyiğin Ölümü.
Anlamın öğeler arasındaki yapısal karşıtlarından ortaya çıktığını savunan Levi-Strauss, yaşam-ölüm, kadın-erkek, doğa-kültür, kaos-düzen, iyi-kötü gibi karşıtlıkların mitler aracılığıyla kesintiye uğradığını söyler. Bu bağlamda Steven ve Martin arasındaki gerilim üzerinden bilim ve doğaüstü kavramları karşılaştırılır. Bir bilim insanı olarak Steven, ilahi adalet istediğini söyleyen Martin’in kehanetleri karşısında mücadele verirken izleyici rasyonel olanla olmayan arasındaki mücadeleye şahit olur. Neo-noir türünün en iyi örneklerinden biri olan Kutsal Geyiğin Ölümü, davranışları rasyonel bir kompozisyonda ilerlemeyen Steven’ın doğaüstü olana boyun eğmek zorunda kalışını gösterir.

Daha fazla sinema yazısı okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir