KAPAK (28)
Berrin Yelkenbiçer

KARS’TA “DELİ DELİ OLMA”

Bazı şehirlerin, mekânların, insanların tuhaf bir büyüsü oluyor. O şehrin sokaklarında gezdiğinizde, o mekânda yüzünüzü rüzgâra verip bir kahve içtiğinizde ya da o insanla nasıl başladığını anlayamadığınız ama sona erdiğinde üzüldüğünüz tüy gibi hafif, akıcı bir sohbete giriştiğinizde adlandırmakta güçlük çektiğiniz ama yükünüzü alıp yüzünüzü aydınlatan bir şeyler hissediyorsunuz.

İşte bu satırların yazarının Kars seyahati onun için tam böyle oldu. Karlı puslu dağların arasındaki geniş caddeler, o caddelerin kenarlarındaki daha da geniş kaldırımlar, Rus işgalinden kalma yüksek tavanlı, uzun pencereli yığma taş binalar.
Yumuşak sarı ışıklarla aydınlatılan sokaklar, kuz yerlerde erimeyen karlar buzlar, varillerde yakılan ateşlere yüzünü verip şarkılar söyleyen insanlar, sazlarını yüreklerinin üzerinde çalan âşıklar. Urartu kubbelerine doğru kaldırılan kadehlerde Süryani şarabı, duvarlarda Nilgün Marmara’dan, Gülten Akın’dan şiirler, kızlarının yumuşak, delikanlılarının külhanbeyi figürlerle birbirlerine bakarak aşkla dans etmeleri.
Az ötede bir sonsuzluk denizinde Ani, nehrin öte yanı Ermenistan, kenarlarından usul usul donmaya başlamış dalgalı Çıldır Gölü, kıyısında içilen tarçınlı salep, ıssız köylerin dam altlarında tombul göğüslerini gere gere dolaşan kazlar, sarının elli tonunda lezzetli peynirler.
Ya da belki gecenin yarısına doğru ışıklı bir caddede tek başına yürüyen genç kızın huzurlu rahatlığı, donunca nerede başlayıp nerede bittiği anlaşılamayacak olan gölün hayali, kaleye çıkınca tepeyi çepeçevre saran Kars Çayı’nın verdiği tuhaf güven duygusu, dişleri takırdatan soğuktan sıcak odalara girince karıncalanan yanaklardaki tatlı sıcaklık.
Barbarları Beklerlerken filminde, beklenen bir düşmanın yarattığı korku ve endişe seyirciye yoğun olarak geçirilir ki bu da filmin başarılarından biridir. Kars’ı merkez alan coğrafyada da hep Rus saldırılarından korkulduğundan belirli yerlere tabya denen garnizonlar yapılmış. Fakat hepimiz biliyoruz ki hayat filmlerden daha gerçek. Ruslar gerçekten saldırmış ve öldürmüşler. Şimdilerde müze olan tabyalarda o sinsi korku yıllar sonra hâlâ hissediliyor ya da bu satırların yazarı çok fazla film izliyor.
“Kars bir şehir değil, bir şiirdir” diyor Karslılar.
Bütün bu korkular, renkler, ışıklar, sıcaklıklar el ele verip açıklayamadığı bir aidiyet duygusu, şehirden ayrıldığında ince bir hüzün yarattı yazarda. Öyle ki Balkan kökenli aile büyüklerine o coğrafyayla bir kan bağı, can bağı, aşk bağı olup olmadığını sormayı bile düşündü. Alacağı cevabı bildiğinden sormadı. Onun yerine Deli Deli Olma filmini seyretmeyi tercih etti.
Rus Çarı 93 Harbi’nde; kiliseye ve onun yaptırımlarına başkaldıran, kendi inanç sistemlerini oluşturan, silahaltına alınmak istenildiğinde kendilerine verilen silahları toplayıp yakan Malakanlar denilen bir grup Beyaz Rus’u, hem muhalif oldukları hem de şehrin ve çevresinin nüfus yapısını değiştirmek için Kars’a sürmüş.
Malakan’ın bir ırk olmayıp bir lakap olduğu, Rusça “süt içenler” anlamına gelen “molokon”dan geldiği bilgisini de şuraya bırakalım.
Rus Çarlık Kilisesi’ne göre haftada en fazla iki gün süt içilebilirmiş ama bu insanlar her gün süt içme taraftarıymışlar.
Malakan topluluğu, Rusya’dan gruplar halinde Gürcistan üzerinden Kars’a ulaşmışlar ve yeni ülkelerine çabuk uyum sağlamışlar. Kız alma verme dışında her konuda yerel Müslüman nüfusla iyi geçinmişler. Kilise, papaz ve haç kullanmadıkları için de dinsel ayırım sıkıntıları da yaşanmamış. Malakan ineklerinin sütlerinden şahane peynirler yapmışlar. Kaz yetiştirmeye başlamışlar. Müzik ve sanat konusunda da başarılıymışlar. Evlerinde piyano bulunuyormuş.
İşte Deli Deli Olma film de tam bu eksen üzerinde ilerliyor.
Ani Harabeleri’nden geçerek Kars’a gelen bir grup Malakan bir köye yerleşiyor. Tarık Akan’ın canlandırdığı Mişka, yıllar sonra köyde kalan son Malakan. Şerif Sezer’in canlandırdığı huysuz ve aksi Popuç Hanım’la sebebi hüzünlü bir çekişmeleri var. Popuç; oğluna, gelinine, torunlarına, köylülere ama en çok da Mişka’ya kan kusturuyor. Çünkü yüreğinde bir şeyler yarım kalmış.
Köylüler, yalnız yaşayan Mişka Emmi’yi bağırlarına basmak istiyorlar ama Popuç’tan çekiniyorlar. Yine de baş sağlığına gidiyor, bakkalda veresiye un ve çay veriyor, köy kahvesindeki âşık atışmasında hemen ayağa kalkıp aralarına alıyor, hastalanınca hastaneye götürüyorlar.
Popuç’un torunu Elma, pembe yanaklı bir güzel kız çocuğu. Herkes onu Alma diye çağırıyor. Müziğe yeteneği var. Elma çalmak için bahçesine girdiği bir gün Mişka’yla tanışıyor. “Sen de bizim gibiymişsin” diyor ona. Çok iyi dost oluyorlar. Alma, Mişka dedesinin piyanosuna hayran kalıyor. Konservatuar sınavında Mişka isimli birinin nasıl dedesi olduğu sorulunca “Yürekten dedem olur” diyor.
Mişka’nın piyanosu köylülerin kendi aralarındaki borçlarına karşılık evden eve dolaşıyor. Kiminde yüklük oluyor, kiminde folluk, kiminde samanlık. Alma piyanonun ne kadar değerli olduğunu anlatmak için çırpınıyor.
Mişka’nın karlar üzerinde diz çökerek kan kustuğu, Popuç’un bunu görmeden yan sokakta arkası dönük uzaklaştığı sahne, Doktor Jivago filminde doktorun sevdiği kadın Lara’yı sokakta yürürken görüp tam ona seslenecekken fenalaştığı, Lara’nın bunu görmeden yürüyüp gittiği sahnedeki acıyı anımsatıyor.
Murat Saraçoğlu’nun yönettiği film, 2009 yılında Kars’ın Eşmeyazı köyünde çekilmiş.  Tarık Akan’ın son filmiymiş. Mişka’nın evi, Kars Kalesi’nin eteklerinde bugün halen görülebilen bir değirmen.
Köy kahvesindeki âşık atışmasında sazlarıyla atışan iki âşığı Kars gecelerinde bugün gittiğinizde dinleyebiliyorsunuz. Bu satırların yazarı dinledi. İki âşık on üç yılda neredeyse hiç değişmemişler. Doğaçlama şiir söylemeleri ve atışmaları o köydeki kadar keyifli.
“Zaman karşısında en kuvvetli aracın sadelik olduğunu düşünüyorum” demiş Murathan Mungan.
Yerel ağzın incecik bir mizahla verildiği, inançları yüzünden kavuşamayan iki sevgiliden inatçı olanın inadının çocukların ayrımcılıktan uzak kabullenme ve benimseme gücüyle kırıldığı, Beethoven’ın öte köydeki imam sanıldığı, kahvedeki soba etrafında köylülerin kadınlı erkekli eğlendiği, Alma’nın konservatuar sınavında piyanoda bir Malakan şarkısı çaldığı, karlı, buzlu, soğuk ama bir o kadar da sıcak bu film hem sinema dili hem şiirsel görüntüleri hem de oyunculuklarıyla işte tam da öyle bir sadeliği yakalıyor.
Yöreye özgü bir deyişi çok fena dellendiği bir sahnede Popuç çığlık çığlığa haykırıyor: “Deli deli olma!
Mişka dedesinin Alma torununa öğrettiği, göçün çağlar boyunca, kuşaktan kuşağa geçen acılarının dile geldiği şarkıyla bitirelim:
“Bir sarmaşık olsaydım / Sıkıca tutunsaydım bir yere / Sökülüp atılmasaydım / Köklerimi salsaydım derinlere / Dolasaydım gövdemi döne döne / Günlerce aynı yerde kalsaydım / hareketsizlikten uyusaydım / Mense ayrık otuyam / her çıktığı yerden sökülen / Sarmaşık olmak isteyip de basit bir ot olabilen”
Mişka Emmi Tarık Akan’ın anısına saygıyla!

Yazarımızın diğer yazılarını okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir